Bu fasıl onu ilk kez bildiğime ve ömrümce bütün bilginliğimin O'na oluşunadır. 

Hikâyelerimin hesabı geceden sorulacaktı belli ki. Geceden alacaklıydılar. Henüz çözülmemiş bir hesap vardı aralarında. Çünkü gece idi hepsinin de varoluş saati. 

Lâkin bu faslın tamamı, sabaha karşı ermişti sona. Hani ya, tam da minarelerden semaları çınlatırcasına bir ses yükselirken göğe ve ben artık o davete icabet edecekken noktalamıştım hikâyemi. 

Gecelerin en büyük aydınlığı, sevileni anmak idi şems ile pervane hükmünce. Bu yüzden âşıkların gece ölecekleri neredeyse ki tescilliydi. Ben, akşam vakti Besmele ile yazmaya başladığım ve Âmin diyerek noktaladığım hiçbir sabah, bitirememiştim Azam'a dair diyeceklerimi. Oysa her şey yine onu anarak güne başladığım sabahlarda gizliydi.  

Hatırlayış sabahtaydı, vedâ sabahta. Arayış, vuslat ve dua sabahta... Ölüm, sabahtan önce ise de diriliş sabahta. Hamt ile Bismillah sabahta! 

Ben Azam'ı ilke kez gördüğümde sabah değil idiyse de onu tanımam, adını adımın yanına yakıştırmam bir sabah vaktine rastlamıştı. Artık mucizelere inanmasam da bu tesadüf, bahtıma düşenlerin en güzeliydi. 

Hiçbir vakit sonuna bitmişliği yakıştıramayacak olduğum bu hikâye, yani Azam ile benim hikâyem. Bir sabah vakti O uyandığında, terlemiş avuçlarımda tuttuğum narçiçeği işli mendili O'na vermem ile başlamıştı. 

Azam yaralıydı. Tam da sol omzuna, kalbinin bulunduğu yerden biraz daha yükseğe düşmüştü ateş.  Hangi ecnebinin kurşunu yakmıştı burayı bilmem. Ama içimden binlerce kez beddua etmiştim, eli tetiğe dokunan gafile. Nasıl kıymışlardı Azam'a? O ne güzel yaratılmıştı kusursuz olduğu halde de, sol omzuna bir yara iliştirmişlerdi acımasızca. 

Kanadına umutsuzluk asılmış bir ökse kuşu gibi bakmıştım ona günlerce. “Bakmak” fiili nazar etmek ile eşdeğerdi. Ben Azam'a gönlümü, ilgimi, bereketimi koymuş; sonuna kadınlığım ile merhameti eklemiş de bakmıştım. Onun hekimi de, gözlerini açamamışken henüz hâkimi de mahkûmu da ben olmuştum. Ve işte şimdi bu hikâyenin anlatıcı olarak hükmü de ben olacaktım. Oysa olamamıştım. Hükmü veren Allah idi; uyan, kul. Ben kulluk görevimi bile yapamamışken, gaflete düşüp hükümdarlık yapamazdım. 

Hokkamda mürekkep azalmış, ama diyeceklerim daha çokken. Ömrümün nihayete yaklaşan yarısından şüphe etmeye başlamışken. Yaşım ilerlemişken. Hikâyemin satırlarına her şeyi yazacak, bütün sırlarımı şaibeli de olsa kalem ile kâğıdın hatıratına bırakacaktım. Kadınlığımın en güzel hal diliyle, vebalimle, bilgimle sonra hakkımla ama yine de utancımla anlatacaktım. Anlatamadım. Bir olumsuzluk hecesi düştü olurlarımın arasına. Yazamadım. Yine de Azam'ı size hatırlatacaktım.

Gecenin karanlığında hâneme nasıl düşmüş ise, daha çocukluk yaşımda bahtıma da öyle düşmüş olan Azam, ömrümün bütün karanlıklarına aydınlık olmuştu. Bütün dehlizlerim gün yüzüne çıkmış, sakladıklarım da kaybettiklerim de bulunmuştu. Öyleyse o bana köle olmasa da ben ona hizmetkâr olacaktım. Karşılığı olmadan yapacaktım bütün hizmetlerimi, bende olacaktım, cariye olacaktım... Oldum. 

Meşrebim neye izin veriyorsa kabul ettim. Bütün mahiyetimle, seyrimle, yaradılışımın verdiği en güzel yetim ile sevdim Azam'ı. Sevmekle kalmadım, maşukunun peşi sıra yola revan olabilecek kadar cüretkâr bir âşıklığa düştü bedenim. Ama yine de günahkâr değildim. Azam'a aşktan önce sevgiyle, bakmıştım. Kulluğum ile yardım etmiş, kadınlığım ile merhamet etmiştim. Nefsimden önce nefesim; fikrimden önce hissim gelmişti. Bu yüzden cinsimden çok ruhum ile sevmiştim. 

Ama yine de hakkım olmadığı halde Azam'ı istemiştim. 

Hükümler kitabında anlatılan gibi Züleyha'ca bir isteyiş değildi benimkisi. Yazdıklarım ve O'na dair yazacaklarım da şahitti buna. Ne sırtından yırtılmış bir gömlek, ne tırnaklarımın sıyırdığı güzel bir omuz vardı hikâyemi kirletecek. Diyeceğim, sevgim günaha düşmemişti. Ama ki Havva'nın, Âdem'den başkasına nikâhı düşmeyeceğini bildiği gibi sevmiştim onu. Havva Âdem'den başkasının olamazdı; Âdem ise ancak Havva'ya sahip olabilirdi. İşte ben de bu bozulmaz kural gibi sadece ve sadece O'na ait olabileceğim, O'nu da benden başkasına vermeyeceğim kıstası ile sevmiştim Azam'ı. 

O'na bakmakla kalmamış, aşk ile de nazar etmiştim. Şehvet, hiç olmadıysa da bu görmüşlüğün kuralında, ben Azam'ı kadınlığımla sevmiştim. Sol omzundaki yarayı temizlerken, parmaklarımla ölçmüş, bir avuç daha altında olan yüreğine dokunmak istemiştim. Canının yandığını anladığımda yarasına üflerken, sadece O'nu serinletmek adına da olsa içimdeki bütün nefeslerimi tüketmek; bu bağışlayış cana kıymak değil ise de O'nun refakatiyle Cennet'e gitmek istemiştim. 

Azam, Balkan Harbi yıllarında karanlık bir geceye aydınlık olsun kabilinden hâneme düşüveren, yetinmeyip ömrüme de düşen ve beni kendi bahtına düşüren yolcu. Bunca yıl sonra hâlâ bilmesem de O'nu dünyaya getiren kadının kim olduğunu, ellerimi açıp dua ettiğim, almak değil ise de niyetim, bana verilmesini istediğim nimetim, bahtım, köleliğim, efendiliğim. Azam, benim olana yakışmış benliğim. 

Bütün gece O'na dair yazsam da bitirememiştim yine. Gece yetmemiş değil ama yazacaklarım bitmemişti. Bundan önce olduğu gibi, ben Azam'a dair yazdıklarımı O görmese de nasıl biriktirmişsem kilitsiz çekmecelerde,  yine biriktirecektim. 

Hokka ile kalemi ayrı tutup, yazdığım hikâyemi alıyorum masadan. Gece sabaha ulaşmış ise de henüz bitmemişliği, biraz daha ekleneceği vardı bu faslın. Oysa ben çok yorulmuştum. Pencerenin kenarında şilteme uzanıp, daha başımı yastığa koymadan uykum gelivermişti. Bunca yazdığımdan, yorulduğumdan sonra uyumamak elde değil, uyumuştum. Dizlerimi karnıma çekip, henüz Azam'ın olduğu bir dünyaya gelmemişken, yani daha annemden doğmamışken nasıl kıvrılmış isem, öyle ufalmıştım yatağımda. Bu tabir caizdi biliyordum. Boynu bükük bir Vav harfine benzemiş, anneme değil ise de Azam'a güvenmiştim. İlerlemiş yaşıma rağmen çocuk olmuş, öyle kalmıştım.  

Geceyi O'na adamıştım, geceden sonrasını da. Bütün uykularıma uyanacağım ümidi ile dalmıştım ama keşke uyanmasam diye dua ediyordum. Keşke uyanmasam da Azam'a varsam. 

Yıllarca Azam'a uyumuş, O'na uyanmıştım. Azam benim uykum, uykusuzluğum; Azam benim kabir huzurumdu. Yazdıklarım, yazacaklarım, hece hece işlediğim satırlarımdı Azam. 

Gecem, gündüzüm, O'na dair Allah'a verdiğim sözüm,  yorgunluğum, kırgınlığım! 

Azam, parmaklarım yorulmuşken yazmaktan, ellerimi bağrıma koyup daldığım Vav uykumdu.