Yeryüzündeki bütün insanlar, hep birlikte belli bir istikamete doğru yol alırlarken, ömürleri de akıl almaz bir hızla tükenip gidiyor. Fakat Müslüman olana, bu yorucu yürüyüş esnasında, Rabbi tarafından öyle bir dinlenme fırsatı veriliyor ki, onun güzelliği kelimelerle anlatılamaz. Bu fırsat Ramazan'dır. Onun güzelliğinden sonsuzca yararlanan insan, bambaşka bir güç kazanarak, malum yöndeki yoluna şevkle devam ediyor.

Müslümanların oruçla geçirdikleri her yeni gün, ruhları için mükemmel bir tedavi seansı. Hele yılda yarım milyar liralık ekmeğin çöpe atıldığı bir ülkede yaşayan bizler; kurumuş dudaklarımızla bir damla suyu iftar için beklerken, nice nimetlerin şükrünü hakkıyla eda edemediğimizin farkına varıyoruz. O özel günlerde Rasûlullah AS'ın; "Dünyada sizden üstün olana bakmayınız ki, gözünüzde Allah'ın nimeti küçülmesin!" ikazının hikmetini daha iyi kavrayabiliyoruz. İslâm bağlıları senenin en kutsal günlerinde başkalarının hayallerinin bile erişemeyeceği yerlerde, en mutlu âlemlerde geziniyorlar.

***

Yakın çevremde pek çok güzel insan bu ayda ahire göç etti. İnançlı gönüllere, baharın müjdecisi binlerce cemrenin düştüğü bir zamanda hem de. İnsan elinde olmadan; "Sanki Ramazan ruhlarını güzel hasletlerle bezeyenlerin, Rablerine ulaşmak için acele ettikleri bir ışıklı ay.” diye düşünmeden edemiyor. Mesela bir zamanlar Vadi-i Meram’da, bir Vahit Dede yaşardı. Öyle bir heyecanla beklerdi ki ölümü Ramazan aylarında. Bayrama sağ salim eriştiğinde, bu güzel ulvi hayalini başka baharlara ertelemek ağrına giderdi. Arkasından; “Dede bu seferde kaçırdı ayrılık trenini. Kaldı yine dünyada yaya…” diye konuşanlar dahi, onun yüzüne karşı bu şakayı yapmaz, onu üzmek istemezlerdi.

Nedense ben gönülden inanmıştım, Vahit Dedenin sıra dışı hayaline. Bu nedenle onların evine Ramazan ayında en fazla uğrayanlardandım. Çünkü adeta hissederdim ki; kutlu insanlar, kutlu günlerde çıkarlar muazzez yolculuklara. Nitekim son gidişlerimden birinde, biz beli yaşlılıktan iyice bükülmüş eşiyle sohbetteyken, dede yanımıza geldi. Birden sevdalanmış bir halle, oturdu nenesinin yanına. "Bak hanımım!" dedi. "Gidiyorum. Mahalleliyi evimize buyur et de, helâlleşeyim."

Allah biliyor ya kalbimizi. Herhalde o an gülümsemişizdir bize çok tanıdık gelen bu helalleşmeye. Ama nene hayli ciddiydi. Hayatta kendisine hiç yalan söylememiş eşinin sözüne sonsuz itimat eden yaşlı kadıncağız, bütün komşuları telâşla çağırttı bizlere. Sonradan duyduk ki, o gece ziyaretçiler yüzünden ışıkları hiç sönmemiş bu yaşlı Mevlevilerin. Hiç bir rahatsızlık belirtisi görülmeyen Vahit Dede'nin haline şaşıran karısı da, nihayet seher vakti dayanamayıp sormuş.

"-Aman koca, hani gidiyordun? Milleti niçin telâşlandırıp, üzersin böyle. Senin başın dahi ağrımıyor ki?"

Doksanı aşkın ömrünü, sapasağlam geçirmiş ihtiyar delikanlının cevabı, hakikaten enteresandır. "Sabırlı ol hatun! Cumayı bekliyorum."

Beklenen cumaya kadar, üç gün boyunca Vahit Dede'nin evini ziyaret etmeyen kalmıyor. Cuma salâları verilirken huşu içinde abdest alan dedeye, biraz da şakayla karışık soruyor ninemiz:

"Şu gidişinin saatini bari söyle koca?"

"Sus hatun!" diyor ihtiyar. "Saygılı ol! Melekler önce birdi, şimdi üçleşti. Ecel saatimi beklerler."

Hepimiz bilirdik. Vahit Dede'nin bayramlarda ve mübarek günlerde özellikle sırtından çıkarmadığı yamalı bir elbisesi vardı. En güzellerini alabilecek gücü varken, o elbiseye niçin değer verdiğini bizlere şöyle izah ederdi.

"Gençliğimde o üzerimdeyken uyuyakalmış ve Veysel Karanı Hazretlerini düşümde görmüştüm. O günün hatırasına benim nazarımda bu elbise çok kıymetlidir."

Her cuma sonu, o kıyafetini giyerek karısıyla birlikte at arabasına atlar; yanlarına yükledikleri çeşitli yiyecekleri, ev ev dağıtmaktan büyük zevk duyardı. Ta gece yarılarına kadar bu zahmetli yolculuk sürer giderdi böyle.

İşte yine o elbiseyi giyerek, "Hu!"diye diye seccadesine yöneliyor dede. Onun oruçtan kurumuş dudaklarını gören karısı dayanamıyor, sesleniyor ardından. Hem de ne yüce bir safiyetle.

"Hay kocam! Melekler zemzemle terk-i cihan eylemen için iftarı bekleseler ya!"

Yetmiş küsur yıllık hayat arkadaşı, hüzün dolu bir sesle cevap veriyor.

"Ötelerde benim için iftar hazırlıkları yapan dostlarımı gücendirmek olur mu? Şu fani dünyanın bir kez daha nimetinden yararlanıp da, ne yapayım hatun?"

Reddedilemez bir duanın şevkiyle; "Allahu ekber" diyerek, namaza duruyor dede. Daha ilk secdesini yaparken, ruhunu teslim ediyor.

****

Sözün kısası; Hakikaten kutlu insanlar, kutlu günlerde, gecelerde çıkıyorlar muazzez yolculuklarına. Onlar ahir muratlarına kavuşurken, bizlerin yürekleri de bir duygu zelzelesinde titriyor. Diyoruz ki; “ Yarabbi, sana hayran tüm dünya insanlarının sonlarını da hayr eyle. Ömürlerinin nihayetinde sana kavuşurlarken, Cennet ülkesine yolculuklarında yanı başlarına mübarek meleklerini de yoldaş eyle!”