Geçenlerde CNN Türk'de Hakan Çelik'in konuğu, CHP Genel Başkanı kemal Kılıçdaroğlu, söyleşi anında; kapatılan Vakıf üniversitelerinin , sanayi odalarının mütevelli heyetlerine devredilmesini söylerken çok şey düşündüm..
Aslında uzun zamandır üniversitelerimiz ile ilgili düşüncelerim üzerine yeniden bir analiz yaptım!
Mesela;
Ülkemizin önde gelen fakültelerinden birisi Siyasal Bilgiler Fakültesinde öğrenci iken hocama sormuştum; neden bizler projeler yapmıyoruz diye.. İşletme fakültesi olarak iş hayatı ile üniversitede tanışmak istiyordum! Hocam çok bilgili bir finans hocası olmasına rağmen bu konuda beni ikna edemedi..
12 Eylül elimizden bir çok yetkiyi ve cesareti elimizden aldı dedi .. Bu bir gerekçe olamazdı..
Bazı araştırma ödevleri yapıyorduk, üniversite araştırması denemezdi,lise tarzı!..
Hocalarımızın çoğu profesördü ve Amerika'da doktora yapmıştı ama üniversite hayatımız boyunca bir tane derste Türk hocamızın teorisini okumuştuk!
Yıllarca politika, dış ilişkiler, medyada yapılan analizlerde dikkatimi çeken şey; yaptığımız bir davranış Amerika tarafından nasıl algılanır? Avrupa nasıl düşünür? Onları nasıl ikna ederiz?
Tamam başkalarını anlamalıyız, ikna etmeliyiz bu uluslararası ilişkiler ve iletişim açısından gerekli ama önce ben nasıl anlaşılmalıyım, , benim isteklerimi karşılıyor mu? Uluslar arası ilişkiler karşılık faydaya dayandığına göre , benim ülkemin çıkarlarını gözetiyor mu? Sorusunu çok cılız soruyorduk..İkna ederken benim isteklerimin durumunu kabul ettirmek aklımıza bile getirmiyordu! pozisyon almayı beceremiyorduk. Kendimiz beğendirme gayreti almış başını gidiyordu.
Düşünmeden edemedim, acaba yüksek lisans, doktora,araştırma yapmak için yurt dışına giden öğrencilerimiz, hocalarımız sadece o ülkelerin beklenti ve ihtiyaçlarını mı öğreniyorlar? Yoksa o ülkeler üniversitelerini kendi beklentilerine uygun, çıkarlarını koruyacak şekilde öğrencilerin beyinlerini şekillendiriyorlar mı? Diye
O zaman neden bizim üniversitelerimiz bizim beklentilerimizi tanımlamasın?
Sorunlarımızı tanımlamasın?
Hatta her şehirde olan üniversitelerimiz, şehirlerimizin lokomotifi olmasın?
İşte bunları sorgularken, Kılıçdaroğlu'nun sözü çok daha anlamlı oldu benim için..
Mesela Mevlana Üniversitesi keşke sanayi Odasının öncülüğünde OSB (Organize Sanayi Bölgelerimizin) lokomotifi olsa.. Yani Tıp fakültelerinin araştırma Hastaneleri gibi OSB'ler de Mühendislik fakültelerinin, İşletme Fakültelerinin araştırma bölgeleri olsa..
Keşke uzman OSB sistemine geçsek de , her OSB konusu ile ilgili fakülte ile gelişmişlik dünyasında var olsa.
Son zamanlarda devletimiz katma değeri yüksek ürünler ve hizmetler üretmeyi teşvik etme arayışında!
Ne demek? Bir Ton çelik 1345 TL , Bu çelik özel alaşım haline gelip, son model bir aracın şanzımanı olursa 250 KG gibi bir ağırlığı olmasına rağmen 25000 TL'lik bir ürün oluyor..
Ve ya 1 ton yüksek Kaliteli bir Poliproplen bir plastik hammddesi 1600 EURO yüksek teknoloji ile üretilmiş 15 kg'lık bir conta 600 EURO oluyor..
Ama biz bunları başkalarının teknolojisi ile yapıyoruz, ya da kopyalıyoruz yani ileri teknoloji yolunda vagonuz..
Mesela Mevlana üniversitesi OSB'nin birinin hamisi olsa! Orayı araştırma geliştirme laboratuarı olarak görse, ihtiyaç olursa, biyolojik, gıda, kimya, fiziksel olarak yüksek teknolojiyi içeren laboratuarlar da olsa!
Öğrenciler zamanın bir kısmını bu bölgelerde fabrikalarda geçirseler..Hatta gelir elde etseler..Eminim bu konuda elde ettikleri gelirin çok fazlasını kazandırırlar.
Belki buna başlangıçta iş adamları karşı çıkar ama uzun vadede onların da kazancına olduğunu, hissederlerse onlar daha da katılımcı olurlar.
Aslında sırf bu bölgelerin asıl problemlerinin tespitini sağlasalar bile büyük hizmet etmiş olurlar..
Tespit edilen sorunlara karşı çözüm projeleri birlikte yapılma aşaması gelişme yolunda yürümek demek..
Hele hele bu ilişkinin gerçekten işletmelerde verimliliği arttırıcı etkisi ortaya çıkarsa işletmecilerin daha kaliteli taleplerini uyandırmış olurlar..
Keşke sadece OSB'ler değil, her şehrin hamisi bir üniversitesi olsa! Halkı, girişimcileri, bilim adamlarını, fikir adamlarını gerçeklerle buluşturmuş da olurlar.. Gerçekleri de sağlam teorilere dayandırarak farklı unsur olmaktan çıkarırız..
Şimdi iş adamı üniversiteye işler kitapta yazdığı gibi olmaz diyor..
Üniversiteler de bizim iş çevreleri, bilimsel çalışma yapmaz diyor..
Hal bu ki; Şehirlerin Tarihi, felsefesi, beslenmesi, sosyal yaşamı, psikolojisi, kimyası, imalatı, sermayesi, finansı hakkındaki problemlerini tespit edecek olan kurum üniversiteler olmalı..
Şehirleri, Sanayiyi,Sosyal yaşamı, Tarihimiz evrensel yaşama taşıyacak olan güç üniversitelerimizdir..Tabi yaşamdan kopuk olan üniversiteler değil..
Ancak üniversitelerimiz içinde bulundukları şehirlerin sorunlarına çok yakın olmalı!
Çözümlerine de..
Hatta şehirlerin kendine özgü faklılıklarını ortaya koyan da üniversiteler olmalı!
Toplumun ve coğrafyanın,yer altı ve yer üstü bütün zenginliklerimizin zenginliklerine karşı en yakın ilgi de üniversitelerimizin olmalı..
Bu sayede şehrin bütün sorunları projelendirilebilir, devletin çözüm konusunda ilgisi çekilebilir,Bürokrasinin çözüme dair algısının alt yapısı oluşturulabilir..
Böyle üniversitelerde öğrenciler de hayata daha güvenli bakar, çözüme daha yakın kişilikler yetişir..
Her şeyden önemlisi gerçek sorunlara ulaşabilmiş üniversiteler, ilgili oldukları kurumlarda ve işletmelerde farklılık meydana getiren yeniliklerin önünü açar..
Bundan sonraki aşamada da yüksek katma değerli ürün ve hizmetlere ulaşılır..
Ülkemizin orta gelir sendromundan kurtulabilmesi için yüksek teknolojiye geçmemiz lazım. Bunun için şehirlerin üniversitesi, ya da üniversitelerin şehirleri olmalı,, Organize Sanayi Bölgeleri olmalı!.
Ve işi gücü şehirlerin potansiyelini harekete geçirmek olmalı!
Bu konuda sanayi odaları, borsalar, belediyeler ve valilik üniversitelerin , mümkün olduğunca gerçeklere yakın, uygulama ile iç içe olacak şekilde de konumlandırılmasının önünü açmalılar..
Devlet yüksek teknolojinin önünü açmak için şehir dinamiklerinin harekete geçmesini bekliyor!..