İdealizm,  bir insanın veya bir ülkenin fertlerinin ortak bir düşünce etrafında toplanması ve bu düşünceyi en ileri safhaya kadar götürme işidir. Türkçede bunun karşılığı mefkûrecilik, ülkücülük.

Her devlet kendi toplum yapısı ve kültürel değerlerine göre bir düşünce sistemi ortaya koyar ve halkının bu düşünce etrafında kenetlenmesini, birleşmesini ister. 

Türkler, İslamiyet'ten önce kaynağını o zamanki mevcut dininden aldığı ve kültür olarak benimsediği ve geliştirdiği idealizm, Cihana hâkim olmak, dünyaya nizam vermek düşüncesi olmuştur.  Hazarın kuzeyinde, kuzeybatısında, kuzeydoğu ve doğusunda büyük bir alanı kaplayan büyük bir alanda hükümranlık kuran İlk Türk devleti Sakaların ünlü hükümdarı Alp Er Tunga, cihan hâkimiyetini gerçekleştirmiş, güneyinde yer alan İranlılarla bitmez tükenmez savaşlara girişmiştir. Güneyden gelebilecek tehlikelere karşı ülkesini korumak, halkını rahat yaşatmak ve topraklarını genişletmek için mücadele etmiştir.  İran hükümdarı onu bir hile ile tuzağa düşürmüş, bir ziyafette tutsak ederek öldürtmüştür M.Ö. 7. Yy.da yaşadığı tahmin edilen Alp Er Tunga'nın ideallerini yine aynı devletin kadın hükümdarı Tomris Han devam ettirmiş, ülkesinin sınırlarını korumuş, halkını refah içinde yaşatmıştır.  Evladını öldüren ve kendisine aşağılamak için evlilik teklif eden ve ülkenin teslimin isteyen İran hükümdarı Kiros'a dünyayı dar etmiş, onu kendi kanında boğmuştur.

Sakalardaki cihana nizam verme düşüncesi bir zamanlar onlara tabi olarak yaşayan; fakat devletin zayıflaması ve dağılması sonucunda Türkleri bir bayrak altında toplayan Hun Türklerinde de görülür. Hun Devletinin en ünlü hükümdarı Mete Han, bütün Türk boylarını egemenliği altında topladığı gibi kuzeyindeki ve güneyindeki kavimlere de boyun eğdirmiştir. Ahlakıyla, ordusunun disipliniyle, savaş tekniği ve harp aletleriyle tarihe damgasını vurmuştur. Onun 10'luk üzerine kurduğu ordu sistemi tüm dünya devletleri tarafından kullanılmıştır ve halen kullanılmaya devem edilmektedir. Oluşturduğu millet şuuru,  kendinden sonra gelen bütün Tük liderlere örnek teşkil etmiştir. Hun mezarlarında putlara rastlanmaması din konusunda tek bir Tanrıya inandıklarının delilidir. 

İslamiyet öncesi Türklerde cihan hâkimiyetinin yanında devletin devamı konusunda en büyük amillerden biri de Türk töresini devam ettirmek ve uygulamaktır.  Her hakan, kendinden sonra gelecek olan hükümdarlara bunu vasiyet etmiştir.

 Nedir Türk'ün töresi?

1)Diline sahip çıkmak

2) Devletine, milletine ve vatanına sahip çıkmak. Devletin ülküsünü, milletin can, mal ve namusunu korumak, milletin ve devletin menfaatlerini her şeyin üstünde tutmak

3)Kültürüne sahip çıkmak. Kültürü oluşturan öğeleri korumak, muhafaza etmek ve geliştirmek! Halkın din, ahlak anlayışı, dünya görüşü, yaşam tarzı, folklörü, örf, adet ve geleneklerini yaşatmak. Türk tarihinde başka birisinin karısına kızına yan gözle bakmak yoktur. Evli bir kadınla erkeğin zina etmesi yasaktır ve cezası ölümdür. Onun için Türklerin İslamiyet öncesi hayatında ahlaki düşkünlük görülemez.

Türk'ün sözü İslamiyet'ten önce senet yerine geçerdi.  Çünkü Türkler verdikleri sözden asla dönmezlerdi.

Misafirperverlik:  Herhalde kolunuzdan çekerek illa bir bardak ayranımızı içiniz, “misafir umduğunu değil bulduğunu yer” atasözünden hareketle kendi lokmasını paylaşan Türklerden başka bir millet yoktur. Türler kendisine gelen misafiri şeref konuğu addederdi. Ve eğer zengin ise büyük bir toy verip ziyafet düzenlerdi.

Türkler İslamiyet'i seçtikten sonra cihan hâkimiyeti ülküsü, İslam'ın “cihat” kavramıyla bütünleşmiş, “Allah'ın adını ve adaletini cihanın her tarafına yayma” idealine dönüşmüştür.  Bu ideali en ücra köşelere kadar ulaştırma ülküsü de “kızıl elma” adını almıştır. Selçuklu, Karahanlı, Osmanlı gibi büyük devletler kuran ecdadımız ülküsüne ve idealine sahip çıktığı sürece bütün kavimleri kendilerine boyun eğdirmişlerdir. Ne zaman ki Türk kimliğinden vazgeçtiler, Türk olmanın hasletini unuttular, dillerini ve töresini kaybettiler,  diğer devletler karşısında yavaş yavaş gerilediler, aşağılık komplesine kapıldılar, cevvalliklerini kaybettiler. Avrupa'yı tabu gibi gördüler ve her şeyi ile ona benzemeye başladılar. Yenilgiler ve toprak kayıpları birbirini kovaladı. Balkanları, Kuzey Afrika'daki ve Ortadoğu'daki vatan topraklarımız kaybettik. Pek çok Müslüman ve soydaşlarımızı yüzüstü bıraktık. Sonuç, ilk başladığımız yayıldığımız anavatan Türkiye'ye çekildik. 

Asya'da ve Avrupa'daki halklarımız esir, ırzları ve namusları payîmal oldu. Şimdi onlar kimliklerini yok etme, dinlerini değiştirme gibi baskı ve zulümle karşı karşıyalar. Sovyetlerden ayrılan Türk Cumhuriyetleri de kendilerini kollayan, sahip çıkacak ağabey vaziyetinde güçlü bir Türk devletiyle karşılaşmadıkları için kendi sorunlarıyla baş başa bırakıldı. Kendisini toparlayan Sovyetlerin ekonomik ve siyasi manevralarına kurban gittiler.

Atatürk'ün önderliğinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti, milli ve dini kurumlarıyla idealleri olan bir devletti.  Onun oluşturdu milli birlik ve beraberlik, milli tarih bilinci, kederde ve kıvançta beraber olma ve ileride de aynı duyguları paylaşmak gibi ortak bir mefkûrede birleştirilen Türk milleti maalesef, Atatürk'ün ölümünden sonra bu ideallerinden vazgeçmiş durumda. Çok az bir kesim bu ideallere sahip çıksa da uygulama ve tesir sahasında sesleri cılız çıkıyor, etkisiz kalıyor. Şimdi de kendimiz olmadığımız için, sürekli birilerine benzemek uğruna bu topraklarda da zor tutunacağımıza benziyor.