İnsan bazen yazmakta çok zorlanıyor. Ben de bu zorluğu yaşayan yazarlardanım. Ne yazacağıma karar veremiyorum. 

İş yerine gidip gelirken askerî binaların önüne park edilmiş belediye otobüslerini görünce üzülüyorum. Asker, karargâh ve kışlasında mahpus durumda! Türk milletinin göz bebeği ordunun bu derece çaresizlik içinde bırakılması beni hem üzüyor hem de korkutuyor.

Üzüntümün nedenine gelince, biz dünya tarihine damgamızı vurduğumuz andan beri ordu-millet bir halktık. Hepimiz aynı zamanda asker idik. Her evden iki üç kişi asker olur, kadınlar ve kızlar da bir asker gibi yetiştirilirdi. Ordumuzla övünür, ordu- millet dayanışmasıyla olmazı oldururduk. Türkler İslamiyet dairesine girdikten sonra da bu kurum Peygamber Ocağı unvanıyla tavsif edilmiş, asker de Sevgili Peygamberimizin adından dolayı “Mehmetçik” adını almıştır.Şimdi bu kurumun bu kadar ayaklar altına alınması, bir kısım darbeci subayların sürekli ikili oynayan ABD'nin gazına gelerek ihtilale kalkışması maalesef ordumuzu kışlalarında esir duruma düşürmüştür. Bu durum düşmanlarımızı sevindirmekte, Türkiye üzerindeki bölücü ve yıkıcı faaliyetlere hız vermektedir.

II. GıyaseddinKeyhüsrev zamanında 1240 yılında Adıyaman iline bağlı Samsat'ın Kefersut köyünde Baba İshak adında bir Türkmen dervişi Selçuklu Devleti'nin temeline dinamit koyan bir isyan başlatmıştı. İsyan Sivas, Erzincan, Kayseri, Tokat, Amasya'ya kadar yayılmış, isyancılar üzerine gönderilen Selçuklu ordusunu yenmişti. II. Gıyaseddin ordunun başına geçip isyanı durdurmak yerine, Antalya'da zevk ü sefa içinde hayat sürmüş; Alaeddin Keykubat'ın Doğu Anadolu'nun muhafazası için Erzurum ve dolaylarında bıraktığı orduyu isyanı bastırmaya memur etmişti. Doğu Anadolu'da sınırda her an için Anadolu'yu istila için fırsat bekleyen Moğollar için uygun ortam sultanın eliyle yaratılmıştı. Sonrası durumu hepimiz biliyoruz. Azerbaycan'da karargâh kuran Moğol kuvvetleri Başkumandanı Cormagon Noyan, Baycu Noyan'a hareket emrini vermiş; o da 25.000'ini aşan kuvvetiyle Erzurum'u kuşatıp almış ve halkını kılıçtan geçirmiş, meslek sahibi olup sanat erbabı olan kişileri orduya dâhil etmiş, yaşlı ve çocukları öldürmüştür. Daha sonra ileri harekâtına devam etmiş, ordu çekildiği için hiçbir mukavemetle karşılaşmadan Erzincan'ı da alarak Sivas yakınlarına kadar gelmiş, 1243'te de son darbeyi indirerek Anadolu Selçuklu devletini Moğollara bağlı bir devlet haline getirmişti. Yardım için Müslüman devletlere gönderilen naip de eli boş dönmüştü. Söz verdikleri halde Selçuklulara Şam meliki hariç hiçbir Müslüman devlet yardıma yanaşmamıştı. Sonuç; zillet ve esaret, hakaret ve aşağılanma! Devlet memuriyetlerine gelmek için bile Moğol Hanının onayı gerekmektedir. Sultan ve devlet adamlarının azli, hatta katledilmesi artık sıradan, adi vakalar olmuştur.Bütün bu esarete ve zillete sebep Türklerin, ileriyi gören muktedir bir hükümdardan mahrum kalması ve Doğu Anadolu'nun Türklerden ve askerlerden arındırılmasıdır.

Tarih tekerrürden ibarettir. Eğer geçmiş hatalardan ders alırsak tekerrür etmez, almazsak daima tekerrür eder. Tarihi olaylardan ders almadık ki Balkan Faciasını yaşadık. Balkan devletleri kendi aralarında birleşip, bağımsızlık için ittifak yaparken biz Rumeli'de bulunan 120.000 kişilik bir kuvvetimizi terhis ediyoruz. Dışişleri ve Harbiye Nazırımız etnik köken olarak ya Ermeni ya da Rum. Dini faktör olarak da Hıristiyanlar yani gayr-i Müslim. Bunlar Türklerin ve Müslümanların hayrına çalışacak değiller ya. Biz bunların cezasını çok ağır ödedik. I. Dünya Savaşı'nda orduda kilit mevkilere yerleşen Ermeni çeteleri Türkler Ruslarla savaşırken onlar döndüler Türk askerlerini arkadan vurdular. Bu da yetmedi, kilisenin vaazlarıyla ülke çapındaki tüm Ermeniler isyana teşvik edildiler. Bu isyanlar Doğu vilayetlerimizde mayalandı ve en sıkışık dönemizde bizi bir hançer gibi içimizden vurdu. İki ateş arasında kalan devlet, kendini, ordusunu ve halkını katliamdan korumak adına tehcir kararı aldı. Bu karar dolayısıyla Türkler yapmadığı bir suçla itham edildiler: Soy kırım. Neyin soykırımı?

Türk tarihine baktığımız zaman sürekli taciz edilen, yerlerinden yurtlarından sürülen, katledilen, kadın çoluk çocuk demeden öldürülen Türkler ve Müslümanlar oluyor. M.Ö. 50'li yıllarda Hun İmparatorluğu kuzey ve güney olarak ikiye ayrılmış, devlet kardeşler arasında paylaşılmıştı. Güney Hunların kağanı Hohanyeh bir Çin prensesiyle evlenerek ülkesini Çin egemenliğine girmesini istemiş ve onların hâkimiyetini kabul etmişti. Çin egemenliğini kabul etmeyen Kuzey Hunları ise M.Ö 50-35 yılları hükümdarlık eden Çiçi Han'ın önderliğinde Batı cihetine göç etmişti. Çinliler Türk ülkelerini istila ediyorlar ve Semerkant'a kadar ilerliyorlar ve önlerine gelen bütün kale ve belde halkını öldürüyorlar. En son Semerkant yakınlarında bir kale yaptıran ve savunma durumunda kalan Çiçi Han ve sülalesi, kadınıyla kızıyla kundaktaki bebeğine varıncaya kadar öldürülüyor. Türk kadınların, hakanın ve askerlerin kahramanlıkları dillere destan oluyor.

Tarih yine tekerrür ediyor.

Moğollar Türk ülkelerini, Harzem memleketlerini istila ettiklerinde taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmadılar. Anadolu'yu istila ettiği zamanda yaşlı genç, çoluk çocuk demeden herkesi katlettiler. İşe yarayanları orduya dâhil ettiler, yaşlı, çocuk ve kadınları öldürdüler. Yani katliama uğrayan Türkler ve Müslümanlar oldular.

Ruslar 1557'den itibaren Orta Asya'daki Türk devletlerini istila ettikleri zaman, sadece eli silah tutanları değil, bir kavmi bir soyu yok edercesine katliama tabi tutmuşlardır. Kazan Hanı Süyün Bike'nin Ruslarla destanlaşan mücadelesi ve Ruslar tarafından satın alınan beyler tarafından esir edilip Moskova'ya gönderilmesi çok hazindir. İngilizler, 1850'li yıllarda Hindistan'daki Türk ve Müslüman hâkimiyetine son verdiği zaman hükümdarın oğlunun etini pişirip kendisine yedirecek kadar vahşileşmiştir. 

Tarih yine tekerrür ediyor ve Osmanlı Devletinin Rumeli'den çekilmesiyle Bulgarların, Rumların ve Sırpların insafına terk edilen Müslümanların 19., 20. Ve 21. yüzyılda yaşadıkları tüm dünyanın gözleri önünde gerçekleşmiştir. Toplu halde katliama tabi tutulma, isim ve din değiştirme, mezar taşlarına varıncaya kadar yapılan tahribat Türk ve Müslümanlara uygulanan soykırım değil de nedir? Ruslar, 1820'li yıllardan itibaren Azerbaycan'da Türkleri katlederken, Türk topraklarında bir Ermenistan devleti kurarken soykırım tellalları nerede idi?

Stalin 1944'te bütün Kırım'da Tatar Türklerini sürgüne tabi tutarken,haftalarca sürecek yolcukta ağızları sıkıca kapatılan vagonlarda hava dahi almalarına müsaade edilmezken neden Türklere soykırım yapılıyor diye dünya basınında ufacık bir yayın kırıntısına rastlayamıyoruz? 1992'de Hocalı katliamı yapılırken, Srebrenika'da Bosna'da Müslümanlar boğazlanırken neden Avrupalı gazetecilerin ve diplomatların sesi çıkmıyordu?

2000'li yıllarda Irak Amerika'nın işgaline uğradığı zaman yine katliama ve işkenceye maruz kalanlar Müslümanlar; Kerkük'te, Fellüce'deTuzhurmatı'da direnen Türkler oluyor.

Tarih tekerrürden ibaret! Düşmanlarımız hiçbir zaman Türk katliamından vaz geçmediler ve geçmeyecekler de! Onların uşakları ve maşaları yeni oyunlar ve tezgâhlar peşinde.

Böyle bir durumda ise Türk ordusu kışlasında hapis, garnizonundan dışarı çıkamıyor. Daha ne zamana kadar hapis hayatı devam edecek?

Batılı emperyalist devletlerin Türkiye üzerindeki emel ve ihtirasları dur durak bilmiyor.  Onun için daima yeni bir oyunu sahneye koymaya fırsat vermemeliyiz. Darbe girişiminin üzerinden neredeyse 3 hafta geçti. Ordudaki atalete bir son verilmeli, bu kurumu marazlarından çabucak ayıklanmalı ve asli görevine döndürülmeli.

Selam ve dua ile!

Allah devlet ve milletimize zeval vermesin. Türkiye Cumhuriyeti Devletini ve Türk Milletini kıyamete kadar payidâr kılsın.