İnsan hayatının her safhasına malik gibi görünse de hakikatte ne kadar elim bir acizlik içinde. Benim diyerek sahiplendiği, benimsediği dünya unsurlarının cümlesi hattı zatında belirli bir süreye kadar kendisine emanet edilmiş pek çok metaın asıl sahibi olduğu zannıyla böbürlenmesi ne kadar komik ve çocuksu.

Evlerde fazladan odalar kullanamayacağı eşyalarla tıka basa dolu. Bu da yetmezmiş gibi oturamayacağı evlerin, yiyemeyeceği nimetlerin, harcayamayacağı paraları kazanmanın peşinde. Bir sonraki nefesten haberdar olmayan,bir anda var veya yok edebilecek bir kudretin emrinde, elinde olan, tüm bunları akıl denen paha biçilemez nimet sayesinde idrak ettiği halde yine de hırsından vazgeçmeyen zavallı insan aslında bir var bir yok! Şu koskoca dünya, içinde gerdanlık gibi dizilmiş sıradağlar, ucu bucağı görünmeyen okyanuslar, denizler o koca kudretin elinde hakeza. 

Nicedir bu halde önümde açık duran kitabın sayfalarına bakarak fakat okumadan düşünce âlemine daldığımın farkında değilim. Gözlerim okumaktan ağırlaşmış, içim ha geçti ha geçecek. Gözlerimi kitaptan ayırıp pencereden dışarı bakıyorum.  Uzaklarda hayal perdesinin ardında gibi görünen dağların başı bu kez hem dumanlı hem karlı; buzdan bir heyula gibi yükselerek bazen yakınlaşıp bazen uzaklaşıyor. Gri gökyüzünde göç artığı üç beş kuş hiç niyetleri olmamasına rağmen uçmaya zorlanmış gibi isteksiz bir o yana bir bu yana süzülüyor. Ağaçlar iskelete dönmüş ölü misali kupkuru dallarıyla soğuktan tir tir titriyor. Öyle çelimsiz, öyle çaresiz bir görüntüleri var ki az önceki kararsız kuşlar az bir tereddüdün ardından bu zavallı ağaca konmaktan vazgeçip kendilerine başka bir tünek arıyorlar. 

Bir aralık ağırlaşan göz kapaklarım ılık uykunun davetkâr nefesine daha fazla karşı koyamıyor. İçine girildikçe derinleşen bir tünelin koridorlarında buluyorum kendimi. Gözlerimi açtığımda eski bir mezarın başındayım.  Gelip geçen zamanın sessiz tanığı mezar taşı oldukça yıpranmış. Fakat eski yapılarda sıkça rastlandığı üzere yıkılmamış, heybetinden, devrinin özelliklerinden pek bir şey kaybetmemiş sağlam ve dimdik ayakta. Üzerinde sonradan ilave edildiği anlaşılan günümüz harfleriyle Sadi-i Şirazi yazıyor. 

Ah koca üstat! 

Onca yer gezmiş, her uğradığı coğrafyadan hikmetli öyküler devşirmiş; bir de üstüne en faziletli cömertlikle o öyküleri gelecek nesillerce idrak edilebilmesi için kitaplaştırmış. İnsanlığa bir büyük eser, fani yer küreye ölümsüz bir sadakayı cariye vücuda getirerek armağan etmiş bir büyük seyyah ve edip. O ne sarih anlatım, o ne tesirli kelimeler. İhtiyacı olana ihtiyaç duyduğu ölçüde şifa sunacak tarifler. Bostanında yetiştirdiği her derde dava nebatat; gülistanında kokusu cihana değen devşirmelik şifalı güller. Şark edebiyatının nadide gülü; her öyküsü bizzat yaşanmış, tecrübe edilmiş reçete mahiyetinde 

Faydalı bilgiler içeren zengin Bostan ve Gülistan.                                   

Bu düşünceler arasında dalgın beklerken yanı başımda bir derviş belirdi. Esmer zayıf yüzünü çevreleyen değirmi sakalı yer yer kırlaşmış, yüz hatları hayatı boyunca daha fazla gülümsediğini ele verir mahiyette çizgileri olan, haki abasının altında zayıf fakat kuvvetli görünen cüssesi dimdik bir pir-i fani. Bana hiç bakmıyor Öyle ortaya seslenir gibi dudaklarında belli belirsiz kıpırtılar vuku buluyor. Kulağımı dudaklarına yaklaştırıp bu sözleri işitmeye çabalıyorum. Üstat sayıklar gibi şu sözleri söylüyor:

'Haberin var mı ey göğüs kafesimin kemikleri?

 Barındırdığın kuşun adı nefes, haberin var mı? 

Kuş ipini koparıp kafesten uçtu mu tutamazsın,

Ne kadar çalışırsan çalış yakalayamazsın.

Fırsatı ganimet say; çünkü dünya tek bir nefes. 

Dünyaya hükmeden İskender bile göçüp gitti. 

Son nefesini verdiği anda dünyayı bırakıp gitti.

Nesi var nesi yok verseydi müyesser olamazdı,

Dünyayı verse bile bir nefeslik mühlet alamazdı.

Dünyaya gelen gider, insanoğlu ektiklerini biçer.

İyi ve kötü addan başkası kalmaz, her şey biter.

Öyleyse neden bu kervansaraya gönül verelim?

Dostlarımız gittiler, biz de yoldayız ne edelim?

-Ağzına sağlık baba, ne de güzel söyledin; işte ömrün hülasası. 

-Üstat bizlere, faninin son sakinlerine bir öğüt vermek istesen ne söylerdin? Hepimiz nasihate o kadar muhtacız ki bizi hikmetli sözlerinden birazcık faydalandırsan ne iyi olur.

Baştanbaşa edep timsali bilge derin bir iç çekişle söze başlıyor.

-Hey hat ki bu fanide bedenimiz kalmadığı gibi eserlerimizde öteki nesillere intikal etmemiş demek. Başına toprak saç ey Sadi ki emeklerin boşa çıktı.

-Estağfurullah baba o nasıl söz? Eserlerin Bostan ve Gülistan hala elden ele dilden dile tüm dünyada yaygın ve meşhur.

-O halde benden ne nasihati beklersin? Ben tüm söyleyeceklerimi kitaplarımda söyledim.

-Muhakkak, ona ne şüphe? Ben yalnızca sizi böyle yanımda bulmuşken kendi ağzınızdan duymak istedim o kadar.

Sakalını sıvazladı, gözlerini sonsuzluğa bakar gibi uzak bir noktada sabitledikten sonra;

-Dinle o vakit. Kişioğlu her vakit doğruluk ve adalet üzere bulunmalı, hak ve adaletten zerrece ayrılmamalıdır. Her kim Sadi'yi okuyup zevk alır, beğenir nasihat edenin öğüdü ona kesin yararlı olur. Duydum ki, Nuşirevan can çekişiyordu,

Son söz olarak Hürmüz'e şöyle diyordu:

Her zaman fakir fukarayı koruyup kolla,

Kendi huzurunu sağlamanın peşinde olma.

Sürüsüne kurtlar dalar eğer uyursa çoban,

Bunu beğenip onaylamaz aklı başında olan.

Elinden geldiğince iyi davran halkı incitme.

Onları huzursuz ederek bindiğim dalı kesme. 

İyilik ümidi, kötülük korkusu insanı insan eder.

İnsanoğlu böylece akıllı davranışı huy eder.

Pek çok iyiliğini gördüklerine kötülük yapma,

Zulüm mürüvvete sığmaz, kötülük yapma.

-Son olarak akıllı insanı anlamanın bir yolu bir yöntemi, bir püf noktası var mı?

-Akıllı kişi o dur ki surete değil manaya yönele. Çünkü mana kalır suret ise yiten bir hayaldir. Her kim de yoksa bilgi, cömertlik ve takva, boşu boşuna onun suretinde mana arama.

Haklısın baba, bu söylediklerin insanlarca uygulansa ne savaş kalır ortada ne kavga. Hadi kal sağlıcakla derken baktım etrafta kimsecikler yok. Derviş Baba geldiği gibi esrarengiz bir şekilde ortadan kaybolmuş. O ara elimdeki bir demet gülü fark ediyorum. Ne latif kokulu, ne mübarek çiçeksin ki peygamber kokusu denince akla ilk sen gelirsin. Kokunu fahri âlemden almakla mağrur, dünya yüzeyindeki her kişiye sunmakla mütevazı; Her rengi gönül alan ve dahi gönül açan çiçekler sultanı. 

Etrafımdaki dünya dönmeye başlıyor. İşte yine o tünelin içindeyim. Karanlık, dolambaçlı, derin yollardan çıkışı çabucak buluyorum. Gözlerimi açtığımda koltuğun üzerindeyim. Vakit epeyce ilerlemiş. Az evvelki kuşlar akşam taamı için havalanmışlar. Ne de olsa sebepler dünyası. Ağaç bacalardan çıkan zehirli gazlar ve kararmaya yüz tütmüş koyu gri gökyüzünün etkisiyle makûs talihine kahreder gibi daha bir üzgün gibi geliyor gözüme. İnsanlar da bu ağaç gibi kadere teslimiyet içinde; başları yerde, akıllarında bin bir düşünce evlerinin yolunu tutmuş. 

 Caddenin kenarındaki kaldırımda bir çocuk yanında yürüyen ve annesi olduğunu tahmin ettiğim ufak tefek kadının elinden tutmuş seksek oynar gibi hoplaya zıplaya ilerliyor. Birden arkalarından gelen miskin bir sokak köpeğini fark ediyorlar. Kadın telaşlanıp çocuğu daha kuvvetli çekiştirerek hızlanmaya çalışıyor. Çocuk bir taraftan adımlarını hızlandıran annesine ayak uydurmaya çabalarken bir taraftan elindeki yarım simidi köpeğin önüne fırlatıyor. Şaşılacak şey. O küçücük yüreğe böylesi bir merhameti koyan kudrete bir kez daha hayran oluyorum. Şirazlı Sadi'nin akıllı kişi hakkındaki sözlerine bu hasleti de ekliyorum. Dünya yüzeyinde her ne varsa rahmet ve merhametten nasiplendiği için var. 

Akıl defterine şöyle kaydediyorum; akıllı kişi surete değil manaya bakan, bilgili, cömert, takva sahibi ve merhametli olandır; Haktan aldığını halka saçan bir semazen gibi.