Sinema sektörü yıllardır Türkiye’de maddi ve manevi bir sömürü aracı olarak kullanıldı. 

Bunun en büyük müsebbibi hemen hemen her sektörde olduğu gibi emperyalist güçlerdir. 

Başta da Amerika Birleşik Devletleri. Hollywood sinemasını incelediğimizde, sinemanın onlara göre sadece bir sanat olmadığını rahatlıkla görebiliriz.

ABD hükümetleri Hollywood’da ortaya konulan filmlerin büyük bir çoğunluğunun senaryosunun nasıl şekilleneceğine müdahale ettiğini biliyoruz. 

Afganistan’da, Irak’ta haklı olmadıkları ve binlerce kilometre öteden geldikleri ülkeyi sömürmek amacıyla binlerce insanı katleden, milyonlarca insanın hayatlarını etkileyecek bir duruma düşüren ABD, bu durumu Hollywood sinemasında saptırmış, saptırmaya devam etmektedir. İncelendiğinde Hollywood sinemasının bu konularda ABD’yi haklı gösterdiğini, ABD’nin o ülkelere “Bir ağabey, demokrasi havarisi, dünyanın barış gücü” edasıyla müdahalede bulunduğunu dünyaya anlatmaya çalışması, emperyalist sinemanın iç ve dış politikadan bağımsız olmadığını gösteren bir durumdur. 

Yine, ABD’nin Vietnam, Japonya gibi ülkelerle geçmişte giriştiği mücadelenin de yansıtıldığı Hollywood filmlerinde, ABD’nin bu mücadeleden aldığı ağır darbeler değil, ABD’nin ne kadar güçlü ve haklı bir ülke olduğu işlenegelmiştir. Geçmişten bu yana bu örneklerde olduğu gibi sinema, emperyalist ülkelerin sömürü düzenlerinde ciddi bir silah olarak kullanılmış, kullanılmaya devam edilmektedir. 

Bunu ben değil bir çok ABD’li yazar, düşünür, filozof veya sanat adamı da söylemiştir. 

ABD’li yazarlar Michael Ryan ve Douglas Kellner’in ‘Politik Kamera’ isimli kitabı bu anlamda güzel bir örnektir.Hollywood sinemasının, politik yönelimlerle ilişkilerini irdeleyen kitabı, sinemanın bu çerçevede daha iyi anlaşılmasını sağlayacak güzel bir tavsiye olarak okuyucularıma sunmak isterim. 

***

Sinemanın bu durumunu ortaya koyduktan sonra, asıl meseleye gelmek istiyorum. Sinemada durum buyken, Türkiye bu durum içerisinde sinema sektörünün neresinde? Maalesef Türkiye’de sinema, kendini bir yere koyamamıştır. “Sanat mı yoksa para kazanılacak bir alan mı?” ikileminde kalan sektör, her ikisinde de tam anlamıyla başarıya ulaşmış değildir. Türk sineması sanat anlayışından uzaklaşmış, para kazanılan bir alan olarak düşünmüşse de, izleyiciyi mest edecek kalitede ürünler yine istenilen seviyede ortaya konamamıştır. Ben sinemanın bir sanat olarak görülmesini bunun yanında bu sanatın iç ve dış politikada milletin ve devletin kendini anlatabilmesinin bir yolu olarak ortaya konmasını isterdim. Bunu ABD benzeri emperyalist ülkeler gibi sömürme, böbürlenme, işgali haklı gösterme gibi amaçlarla değil; bizi biz yapan değerleri ortaya koyarak yapmalıyız. Tarihi ve kültürel anlamda oldukça zengin olan bir millet olarak, sinema alanında bu durumu hiç de iyi değerlendirdiğimizi düşünmüyorum. 

Malazgirt’le Anadolu’ya gelen ecdadımız, sonrasında sayısız zaferlere imza atmış, bir çok devlet kurmuş, tarihsel süreç içerisinde sayısız kahraman ortaya koymuştur. Daha da geriye gidersek, Türk milleti olarak Orta Asya’daki yaşantı, mücadeleler, yazılan destanlar, bizim açımızdan büyük bir zenginlik olmasına rağmen, bu zenginlik sinemada işlenememektedir. 

Sinemanın bu anlamda tarihi ve kültürel bağlardan esinlenerek, Türk milletinin müktesebatını iyi bir şekilde ortaya koyması şarttır. 

Bunun için zannedersem her konuda olduğu gibi Anadolu’nun yükselmesi gerekiyor. Anadolu’nun bu güne kadar çok fazla önemsemediği bu alanı doldurmak için, sinemacılar, tarihçiler, yazarlar, çizerler yetişmeli, tarihi ve kültürel birikimimiz sinemada da ortaya konmalıdır. 

***

Konya Ticaret Odası (KTO) Karatay Üniversitesi’nin yapımcılığını üstlendiği Direniş Karatay Filmi, bu anlamda güzel bir örnek teşkil etmektedir.Karatay Medresesi’nin kuruluşunu, Selçuklu’nun Moğollara karşı olan direnişinin simgesi olan Emir Celalettin Karatay’ın mücadelesini anlatan film, tarihi bağlarımızı güçlendirmiş, geçmişimize olan özlemi ve merakı artırmıştır. Elbette bir sinema filminin tarihsel açıdan tamamen birebir aynı olması beklenemez. Bu anlamda Direniş Karatay’ın da tarihi açıdan doğruluğunu tartışmaya açmaya gerek olmadığını düşünüyorum. Filmi izlettirmek amacıyla, tarihi bir olaydan esinlenilir ancak sinematografik dokunuşlar yapılabilir. 

Direniş Karatay’da da bunu görmek mümkün. Ancak; yukarıda bahsettiğim gibi bu konuya girmeden, filmin etki ve amacını anlatmak gerekiyor. 

Film tarihi birikimimiz içerisinden kopmuş sayfalardan esinlenerek ortaya konduğu için, bizi biz yapan değerleri anlatması hasebiyle örnek teşkil ediyor. Anadolu’nun kadim başkenti Konya’dan da böylesi örnek bir sinema filmi ortaya konabilirdi zaten. 

Film, Türk milletinin devlet anlayışını, manevi tablosunu, ufkunun nerelere ulaşabileceğini gözler önüne sererken, Türk milletinin dünü, bugünü ve yarını anlamında ‘Özeti’ olarak değerlendirilebilir. 

Konuyu bağlamak gerekirse Direniş Karatay Filmini, -bahsettiğim üzere- Türk sinemasının içinde bulunduğu durum göz önüne alındığında, sinema sektörü içerisinde tarihi ve kültürel değerleri ortaya koyma adına bir ‘Direniş’ olarak görüyorum. 

Bu bağlamda film benim açımdan oldukça kıymetli. Bu kıymetli eseri ortaya koyan başta KTO Karatay Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Selçuk Öztürk ağabey olmak üzere, emeği geçen herkese teşekkür ediyorum. Sevgi, saygı ve dua ile...