Edebiyatımızın kadim tartışma konularından biridir şiirde şekil konusu.  Osmanlı Devleti zamanlarına damgasını vurmuş şiirin belki de en saltanatlı hali hiç tartışmasız aruzdur. Yüzyıllar boyunca sanatlı söyleyişi, kullandığı mazmunlar, üç dilden bünyesine aldığı ve birbirine ekleyerek meydana getirdiği yeni terkiplerle, söylenmesi ve anlaşılması bir hayli zor bir vezin türü olmasının yanında; genellikle saraya ve okumuş, aydın çevreye hitap etmesi sebebiyle Tanzimat dönemi şairlerince bir takım eleştirilere maruz kalmıştır.

Eleştirilerin başında asırlardır süregelen bu gelenek şiirinin artık ömrünü doldurduğu, sürekli aynı mazmunları kullandığı için klişeleştiği, bu asırlık çınarın yerine halkın anlayabileceği, farklı konulara temas eden(vatan ve hürriyet gibi) taze bir kanın gelmesi gerektiği gibi konular göze çarpmaktadır.

Bazı şairler aruzun yerine milli veznimiz olan ve parmak hesabı da denilen heceyi koymak isterler. Hecenin anlaşılması daha kolaydır. Böylelikle yeni temalı şiirler geniş halk kitlelerince daha kolay kavranabilir. Akılda kalıcıdır; en önemlisi de bizdendir bizimdir hece. Bu fikir doğrultusunda bir müddet hece ile şiirler kaleme alınır. Pek çok şair başarılı da olur. Buna rağmen konu değişikliğine sıcak baksa da aruzdan vazgeçemeyen şairlerimiz de vardır. Bunların başında Mehmet Akif Ersoy ve Yahya Kemal Beyatlı gelir. Onlar kaleme aldıkları birbirinden güzel pek çok eserlerini Osmanlıdan gelen asırlık gelenek aruzla meydana getirirler. Böylelikle şiirimizde eski yeni tartışması uzar gider.

Daha sonra gelen şairlerimiz aruza da heceye de karşı çıkarlar. Onlarca en iyi şiir kafiye, redif ve hesaptan uzak serbest şiirdir. İçlerinden geldiği gibi şiir yazarlar. Aruzun aksine sadece ulaşılamayan sevgiliye değil pek çok değişik konuya temas ederler. Büyük şehirdeki küçük insanın sıkıntılarını, aşklarını, sıkışmışlığını ve işçi sınıfı şiire sokarlar. Hatta makine seslerinden ilham alanlar bile vardır. Heceden farklı olarak düzenli bir şekilde düzensiz şiirler doldurur kitapları.

Yenilik ve değişim her alanda kaçınılmazdır. Yeni çağın yeni insanlarının farklı fikirlere sahip olmaları son derece doğaldır. Bununla beraber akıllara şöyle bir soru da takılabilir. Değişim için ille eskileri inkar mı gerekir?  Yeni ve eski kol kola yürüyemez mi? Asırlık değerimiz aruzla, milli varlığımız heceyle serbest şiir bir arada hoşnutluk ve kabullenişle bizi çok daha zengin bir edebiyata sahip kılmaz mı?

Şiir sanatı, şiiri şiir yapan en temel özellik okuyucunun onda kendinden bir şeyler bulması, şairin duygulanış ve dalgalanışlarında bambaşka alemlere yolculuk etmesi ve yaşanacak anlık duygudaşlık değil mi?

Edebiyatımızın ustalarından Nihat Sami Banarlı, bu konuda benzer düşüncelere sahip. Aruz Farisi'den aldığımız bir vezindir. Fakat Türk şairi onu kendi öz Türkçemizle bir sarraf inceliğiyle işleyerek millileştirmiştir. O da en az hece kadar bizimdir der. Ayrıca nasıl ki Türkler gittikleri yerlerden aldıkları bazı kelimeleri Türkçeleştirdilerse aruzda aynı şekilde Türk Edebiyatına ait bir değer teşkil eder.

Tabi üstat yeni şiir akımlarının karşısında durarak kafiyesiz ve vezinsiz şiiri yavan bulur. Hatta bizzat kendi yazarının kafiye ve rediften uzak bu şiirleri topluluk önünde okumakta zorlandığını belirtir.

Şekli ne olursa olsun sanatkarın gönlünden çıkıp okuyucunun gönül teline dokunmayı başarabilen her söz şiirdir. Zira kabiliyet ve ilham bir arada her insana nasip olan özellikler değildir.