Bir yerde bir pislik varsa, o pisliğe neresinden bakarsan bak pisliktir... Bu pislikler çamur atariz bırakmaya çalışır.

Bu pislikler fesattır, karnı dardır.

Bu pislikler ne oldum delisidir...

Bu pislikler, bin bir türlü naneyi yer... Elin doğrularını sorgulamaya çalışırken, kendi yanlışlarının farkına dahi varamazlar. 

Bu pislikler, kendi yanlışlarının farkına da varır ama çaktırmazlar. 

Çıkar dünyası işte... Dahası, kurumsal süper ego...

***

Çok eski zamanda, bir hükümdar varmış. Zenginliği tüm dünyaca bilinirmiş. Hükümdar her gittiği yere hazinesinin bir bölümünü götürür ve bunları sergilemekten büyük onur duyarmış.

Hükümdarın yaşamda en çok güvendiği, tek akıl hocası bir bilge kişiymiş.

Günlerden bir gün bu bilge kişiyle otururken hükümdar şöyle bir soru sormuş:

“Sen ki göğün gizemine ermiş, bilime yön vermiş bir adamsın.  İnsanlar, ister hükümdar denli güçlü, ister savaşçılar denli onurluolsun ayağına kapanır ağzından çıkacak bir sözü beklerler. Şimdi senin gibi bilge bir adamın fikrini merak etmekteyim. Benimhükümdarlığım ve servetim hakkında ne düşünüyorsun?

Bilge bu soru karşısında hükümdarın gözlerine bakarak şu sözleri söylemiş: 

“Diyelim ki hükümdarım, kızgın ve uçsuz bir çöldesiniz. Ölmemek için, size uzatacağım bir bardak suya servetinizin yarısını verir miydiniz?”

“Verirdim tabii.”

“Zaman geçti diyelim susuzluğunuz arttı, size uzatacağım bir sonraki bardağa servetinizin öteki yarısını da verir miydiniz?” Hükümdar biraz düşünür ve ardından, “Ölmemek için evet” der.

Bunun üzerine bilge kişi gülerek şu sözleri söylemiş:

“Madem öyle, o zaman övünmeyin fazlaca. Çünkü haşmetlim, sizin servetiniz yalnızca; iki bardak sudur.”

***

İşte bu hikayeden hareketle, egolarını da aşan süper egolarının mahkumu olmuş şahıslar, bu şahsi kimliklerini kurumlarına dayansıtmış bulunmaktalar. Kendi menfaatleri için, süper egolarını tatmin edebilmek için yapmayacakları, yapamayacakları şey yoktur. 

Ahlak deseniz, hak getire...

Bir ateş yakarlar. Ama farkında değillerdir ki, yaktıkları o ateşte kendilerini yakacaklar. Yukarıdaki hikayede belirtilen 2 bardak suya muhtaçtırlar. O suyu gün gelecek, zaman geçecek, devran dönecek yine arayacak, yine isteyeceklerdir...

Yanlış bir limana sığınırlar. Daha düne kadar suyuna, külüne, ateşine muhtaç oldukları insanları bir çırpıda sığındıkları bu yanlış limanın gazına gelip hiçe sayabilmektedirler. 

O yanlış liman da, yanlış yerlere diktiği tabelalarla kendisine diğerlerini çekmeye çalışır. Zaten şehri bir tabela kirliliği almış götürürken, bu yanlış liman o kirliliği yok etmeye yönelik kamuoyu oluşturmak yerine yanlışa ortak olmakta; kendi gemisine giden yolları kendi tabelaları ile kirletmektedir. 

Pislikten ne beklersin ki? Pislik, pisliktir ve etrafına da pisliğini kusar.

'Ainesi iştir kişinin, laflarına bakılmaz' sözü bunlara cuk diye oturur. Aynı mesleği farklı kulvarlarda icra ediyor olsalar da, kendilerine rakip olarak gördükleri kurumları çekemeyen, kendileri olamayan ve başkaları olmaya mahkum olan içimizdeki ötekiler şunu iyi bilsinler ki, it ürümeye devam edecekse de, bu kervan yine yürüyecektir

Ama çok fazla üzerimize gelinirse, o zaman bizim üzerimize de bir 'hoşt' demek farzdır.

Bilmem anlatabildim mi?

Mesnevi'den:

"Canı, nur denizinde gark olduktan sonra ona, kötü ve çirkin suretin ne ziyanı var?”