İnsan kaynakları nedir dediğimizde ilk akla gelen,işletmelerde işe alma işini yapan birim olsa da,insan kaynaklarının bu asli görevinin yanı sıra birçok görevi daha vardır.

Bunlara değinmeden önce,severek yapmış olduğum işimin tarihçesine değinmek istiyorum.Çünkü insanoğlu fıtratı üzere içinde bulunduğu durumun,yaşadığı yerlerin ve yaptığı işin köklerini bilmek ister.Kişinin köklerini bildiği bir işe sahip olma hissi ise işine olan aidiyetini güçlendirir diye düşünüyorum.

Bilindiği üzere 18. Yüzyılda başlayan endüstri devrimi Avrupa’da gerçekleşti ve sonrasında tüm dünyaya yayıldı.Endüstri devrimiyle birlikte iş hayatında hızlı değişim süreçlerine girildi.Bu süreçlerden biri olan makineleşme çağına girildikten sonra büyük fabrikalar kuruldu ve insanlar tarım işçiliğinden fabrika işçiliğine doğru bir geçişe başladılar.Zaman geçtikçe işletmeler büyümeye başladı ve çalışanların olumsuz çalışma koşullarını iyileştirebilmek adına sendikacılık ortaya çıktı.

Bununla birlikte makineleşme çağının hızlı gelişimi,büyük fabrikalardaki işverenlerin,sayıları gitgide çoğalan çalışanlarıyla iletişime geçemediklerini farketmelerini sağladı.Bu durumdan muzdarip fakat farkındalık sahibi olan işverenler Amerika Sosyal Hizmetler Enstitüsü tarafından önerilen “sosyal hizmet görevlisi” kuramını uygulamaya başlamışlardır(1889).Yani sosyal hizmet görevlileri diye adlandırılan kişiler tarihteki ilk insan kaynakları yöneticileriydi diyebiliriz.Görevleri,işverenlerle işçiler arasında köprü kurmak,işçilerin barınma,sağlık ve finans konularındaki problemlerine çözüm üretmek ve idaredekilerin manevi değerlerini işçilere hissettirmekti.

Ülkemize gelecek olursam;Türkiye 1950’lerde sanayileşmeye başlamasının ardından,çalışanlarla ilgili işlemler konusunda bir takım yasal mevzuatlar getirdi ancak belli bir zamana kadar bu durum mevzuat olarak kalmaktan öteye geçemedi.1980’lerde dünya düzeninin değişmesi,sanayileşme anlamında hızlı bir viraja girilmesiyle beraber rekabetin,son teknoloji makinelere geçişten ibaret olmadığı anlaşılmaya başlandı.Son teknoloji makinelere yatırım yapmanın da ötesinde o makineleri kullanarak,üretime ivme kazandıracak insana yatırım yapmak gerekiyordu.Böylece uzunca bir süre “personel müdürlüğü”adıyla anılan birim,1990’ların başında "insan kaynakları müdürlüğü”ne dönüştü.

Yazımın girişinde insan kaynaklarının sadece işe almakla yükümlü olmadığından bahsetmiştim.Peki İK neler yapar ve dahası neler yapmalı?

İK’nın görevlerini genel hatlarıyla ele alacak olursam;İK uzmanları iş-kariyer siteleri gibi sosyal platformlardan personel taraması yapar,ihtiyaç olan departmana en uygun kişileri seçer ve işe alınacak personelin iş tanımlarını belirler.Başka bir deyişle İK uzmanları pirincin taşını ayıklayandır.İşe alınacak kişilerin eğitim durumlarını ve deneyimlerini inceler,referans aramalarını gerçekleştirir ve raporlama yapar.

Bu teknik detayların yanı sıra istihdam iyileştirici çalışmalar yürütür,firmanın üst-alt yönetimi ve çalışanlar arasında bir problem olduğunda bir nevi hava yastığı görevinde bulunur.

İş dünyasının çetin çalışma şartları ve içinde bulunduğumuz çağın bizi robotikleşmeye ittiği bir dönemden geçiyoruz.Fakat insan “insan” kalabildiği ölçüde dünya yaşanılır bir yer olmaya devam edecektir.İşte tam da bu sebeple özde olanı kaybetmemek,manevi değerlere sahip çıkabilmek ve sağduyumuzu daima canlı tutabilmek gerektiğini düşünüyorum.Demek istediğim,İK uzmanlarının yukarıda bahsettiğim görevlerinin en başında gelmesi gereken misyonu budur.