İnsanın kendine yaptığı en büyük iyilik okumaktır. Zira insanı insan yapan birçok meziyet okumak sayesinde kazanılır. Okumak aslında monolog değil diyalogdur. Her ne kadar karşımızda kanlı canlı bir insan yok gibi görünse de, yazarın bazen yaşadığı, bazen hissettiği bir olayı bize aktarması, onu tek taraflı eylem olmaktan çıkarır.

Kendinizi yalnız ve çaresiz hissettiğinizde hiç kitaplara sığınmayı denediniz mi? Eğer denemediyseniz çok şey kaçırmışsınız derim. Nitekim kitaplar da en az telefonun karşı tarafındaki dost sesi kadar, belki de daha fazla insanı rahatlatma yetisine sahiptir.  Nasıl mı? Şöyle ki;

1.Kitaplar olaylara farklı pencereden bakmayı sağlar,

2.Sürekli aynı olay etrafında dönüp durmanızı engelleyerek rahatlamanızı kolaylaştırır,

3.Bazen sizi değişik bir konunun içine çekerek dünyada başka insanların ve başka sorunların varlığını hatırlatır.

Yazmak organik bir eylemdir. Yazar uzun okumaları ve gözlemleri sonucunda olgunlaştırdığı yepyeni fikirlerini, kalp terazisinde tartarak ve akıl imbiğinden damıtarak en konsantre haliyle koyar önünüze. Bu pek tabi ki son derece sancılı bir olaydır. Artık ortaya konulan yeni fikir hayata gözlerini yeni açan bir bebek gibi taptaze ve biriciktir.

Her insan bir dünyadır gerçeğinden hareketle kitap okumak hayatı okumaktır. Normal şartlarda belki ömrünüz boyunca karşılaşma ihtimaliniz olmayan bir insanın duygu ve düşüncelerine dokunma şansına sahip olur, hayret ve hayranlık duymaktan kendinizi alamazsınız.

Kitap sihirli bir zamanda yolculuk aracıdır. Onun sayesinde asırlar öncesi insan neslinin yaşayışına ve geçirdiği evrelere tanıklık edebilirsiniz. Bazen tekerleğin icadına yardım eder, bazen deri, ağaç kabuğu gibi sert nesnelerin üzerine harfleri bin bir zahmetle kazımaya çalışan bir yazma sevdalısının alnından damlayan teri görebilirsiniz. O an tek amacınız birkaç yıl ötesindeki papirüsle onu tanıştırmak olur. Keşke dersiniz keşke yanına gidebilsem ve masamdaki kâğıt tomarını ona ulaştırabilsem.

Kitap bazen ilahi bir iletişim aracına dönüşür. Yüce Yaratıcı mesajlarını çoğu zaman sahifeler ve kitaplar vasıtasıyla insanlara ulaştırır. Orada okuduğunuz artık tamamen ilahi bir mektuptur. Ürperir ve duygulanırsınız. Aynı zamanda onurlanırsınız. Zira yüce Yaratıcı sizi kendine muhatap almıştır.

Yazın sanatı evrenseldir. Yazar dini, dili ve etnik kökeni ne olursa olsun meydana getirdiği eseriyle tüm dünyaca kabul edilen bir sanatkâra dönüşür. Nasıl bir ressam, fotoğraf sanatçısı bir heykeltıraş ya da sahne sanatçısı yerli ve yabancı diye ayrılmıyorsa yazarlar da böyle bir ayrıma tabi tutulmaz. Tüm dünya onu benimser ve bağrına basar.

Okumayı bir alışkanlığa çevirmenin tek yolu onu yemek, içmek uyumak gibi insani bir ihtiyaç olarak algılamaktan- ki gerçekten de öyledir-  ve bunu eyleme dönüştürmekten geçer. Yüce kitabımızın ilk emrinin 'OKU' oluşu bir tesadüf olmasa gerek ne dersiniz?