Ne kadar özgürüz, ne kadar özgür düşünebiliyoruz? Bu soruyu kendime hep sormuşumdur.

Hani hep söylüyoruz koro halinde: “İnsanlar hür olarak dünyaya gelir. Allah her insana akıl ve irade vermiştir. Bunun için insan düşüncesinde hürdür, engellenemez.”

Ama gerçekte öyle midir? Maalesef uygulamaya gelince hiç de öyle olmadığını gözlemliyoruz. Kendimizden farklı düşüneni hemen ötekileştiriyoruz, onları yok farz ediyoruz. Leyleğin yavrusunu yuvadan attığı gibi onları bulunduğumuz ortamdan uzaklaştırıyoruz, dışlıyoruz.

İnsanın karakterinin oluşmasında yetiştiği ortam çok önemlidir. Çocuk nasıl bir ortamda yetişiyorsa düşüncesi ve kimliği de ona göre şekilleniyor.

İnsan doğduğu andan itibaren sosyal bir çevrede yaşamaya başlıyor. Gözünü açıyor, annesini görüyor, daha sonra babasını algılıyor. Biraz ele avuca gelmeye başlayınca ebeyi dedeyi, emmiyi halayı tanıyor. 4-5 yaşlarına geldiği zaman akraba çocuklarıyla yakınlık kurmaya çalışıyor. Bu arada yakın çevresinden aldığı bilgiler, eğitim ve terbiye çerçevesinde zihni olgunlaşıyor, karakteri oluşuyor.

Çocuk okul çağına gediği vakit ailesinden tamamen farklı bir ortamda kendisini buluyor. Ailede gördüğü toleransı okul ortamında göremiyor. Karşısına uyması gereken kurallar, uymadığı takdirde alacağı cezalar aşılmaz bir duvar gibi karşısında beliriyor. 

Arkadaşlar arasındaki ilişkilere gelince, herkes kendi istek ve arzuları doğrultusunda ister farkında olsun ister olmasın kendini bir gurubun içinde buluyor. Liderliğe soyunanlar bazen ufak tefek tavizler vererek, hatta vaatlerde bulunarak kendini göstermeye çalışıyorlar. Mesela sınıf başkanları seçiminde her başkan adayı etrafında bir gurup oluşturuyor, aynı milletvekilleri ya da belediye başkanlarının gerçekleştiremeyeceği vaatleri vaat etmeleri gibi onlar da üstesinden gelemeyeceği vaatlerde bulunuyorlar. Bu vaatler, istek ve arzular gerçekleşmeyince gurupta çözülmeler oluyor, başkanlık koltuğu sarsılıyor, yerini sağlaştırmak isteyen kişiler bu kez kişiliğinden, karakterinden taviz vermeye başlıyor. Mesela bazılarının desteğini sağlamak için babasının kendisine güç bela temin ettiği okul harçlığından arkadaşına da bir parsa ayırmak zorunda kalıyor. Ya da yalan söylemek suretiyle geçici vaatlerle arkadaşını oyalıyor. Her iki durum da kişinin karakterinde erozyona sebep oluyor.

Toplumsal baskının şiddetle hissedildiği toplumlarda bireyin hareketleri, davranışları ve fikirlerini serbestçe ifade etme gibi hususiyetler ya hiç yoktur ya da son derece kısıtlıdır. Büyükler karşısında sürekli susturulan çocuklar kendi duygu ve düşüncelerini ifade etmede bir tutukluluk yaşarlar. Bunun verdiği sıkıntı ile ya çevreye karşı duyarsız ya tedirgin ya da korkak ve ürkek olurlar.

Toplumsal baskının kısmen az görüldüğü cemiyetlerde birey kendini ifade etmek, kabul ettirmek derdine düşer. Bu onlar için bir tutkudur. 18-25 yaş arası bireyler, “en iyi kendi düşünür, büyüklerin düşünceleri modası geçmiş ve bayatlamış bilgiler” olarak algılarlar. Onlar için tek gerçeklik vardır: Sadece kendi gerçekleri.

Bütün bunları göz önüne aldığımız zaman ortaya vahim bir tablo çıkıyor: Kutuplaşmak.

Kutuplaşmak bir milleti felakete sürükleyen en tehlikeli yoldur. Bunun önüne nasıl geçilir? Doğrusunu isterseniz bunun kesin bir çözümü yoktur. Ama bence en etkili yöntem kutuplaşmaya giden yolların önünü tıkamak olur. Bu da guruplara, gençlere kendilerini ifade etme hakkı vermekle olur. İster basın yoluyla, ister sözle. Kendisini ifade edemeyen gençler, guruplar hem kırılgan hem de son derece saldırgan olabiliyorlar. Ancak bunu dengelemek gerekir. Kürsüyü tamamen onların hizmetine verdiğiniz zaman da şımarırlar ve kimseyi takmaz hale gelirler. Bunun için kontrolü elden bırakmamak gerekir. Yani gençlerin de belli kural ve kaidelere uyma mecburiyetleri olmalıdır. Tamamen başıboş bırakılmamalıdır. Ne çok sıkmalı ne de tamamen başıboş bırakılmalı.

Ülkemizin varlığını, devletimizin dirlik, düzenlik ve devamını, milletimizin birlik ve milli bütünlüğünü ilelebet devam etmesini istiyorsak gençlerimize sahip çıkmalı, onları her türlü zararlı fikir ve düşünce akımlarından korumalıyız. Hangi genç olursa olsun kazanma yoluna gitmeliyiz. Gençliğimiz bölmek için, devletimizi yıkmak için bedbahtlar nasıl çalışıyorsa biz de kazanmak için onlardan daha çok çalışmalıyız. Bizim çöpe atılacak bir tek ferdimiz bile yok. 

Gençlik dev bir dalgadır. Sakinleşmek için mutlaka huzurlu bir limana ihtiyaç duyacaktır. İlgilenilmeyen, başıboş bırakılan her genç mutlaka fırtına ve boran olarak o topluluğa geri dönecektir. Bu kasırgadan etkilenmem, yara almadan kurtulurum diyen babayiğit her halde mevcut değildir. Ona göre davranalım ve tedbiri elden bırakmayalım.

Selam ve sevgiler Türk- İslam güneşinin üzerine olsun.