Zaman zaman günümüzden kopar, eski günlere dönerim. Bunu yapabilmenin en kolay yolu da eski bir derginin sayfalarını çevirmek veya iyice tozlanmış bir kitabın içindekilerine göz gezdirmektir. Böylece ben, mesela 2014'ün Mart'ından 1920'li, 1930'lu yılların aylarına dönüvermiş olurum. Oysa ben 1939 doğumluyum ve o yıllarda yaşamadım. Ancak ben istersem Orhun Anıtları'nı okuyarak sekizinci yüzyıla, Nasreddin Hoca'yı okuyarak da on üçüncü yüzyıla dönebilirim. Ama bugün o kadar gerilere gitmeyecek, son elli altmış yılın Konya'sına döneceğim. Haydi, biraz daha cömert davranıp doğrudan bir iki tarihi söyleyivereyim: 1950'den sonraki on, on beş yıllık bir dönem!

Doğrusu 1950'li yılların başında sadece okul dergileri ile ağabeyimin aldığı, Sedat Simavi'nin7 Gün dergisini okuyorum. Hele hele sonuncu derginin son sayfasında temsilî resmi olup arka iç kapakta hayatı anlatılan '50 Türk Büyüğü'nü okumak bana ayrı bir keyif veriyordu. Özellikle de ön iç kapakta yer alan, sonradan kim olduğunu iyice öğreneceğim Nihad Sâmi Banarlı'nın yazısını acemi bir okur edasıyla okuyordum. Burada, ülkemizin değişik şehirlerinden gönderilen şiirler değerlendiriliyor, bazılarına kısa kısa cevaplar veriliyordu. Ayrıca bazı şiirlerin uygun görülen bölümleri yayımlanıyor, şair/şaire yüreklendiriliyordu. Tabii bazı şiirler doğrudan dergide yayımlanıyordu.

O yıllarda beni bir heyecan sarmıştı. Orta kalınlıkta bir boş defterimi Şiir Defteri olarak değerlendirmeye karar vermiştim. Okul kitaplarımda, dergilerde, evimize giren gazetelerde yer alan şiirleri o defterime yazıyordum. Bunların edebî değeri varmış, yokmuş, o nokta beni ilgilendirmiyordu. Benim için şiire benzeyen her yazı o deftere kaydediliyordu. Sonradan öğrenecektim ki onların bir bölümü manzume adı verilen, edebî açıdan bir değer taşımayan, bazı konuları biz çocuklara sevdirmeyi amaçlayan şeylerdi. Sabri Cemil Yalkut, İsmail Hakkı Sunat vb. okul dergimizin üçüncü sayfasında şiirleri olan kimselerdi. On yıllarca sonra Sunat'ın yeğeni Erol Sunat Bey ile Konya'da tanışıp arkadaş olacaktım.

Konya'daki duruma gelince!  Şehrimizde satın aldığım ilk dergi Ney'dir. Ne yazık ki bu dergi bir sayı yayımlanabilmiş, sahibi Feyzi Halıcı derginin yayınına son vermiştir: 17 Aralık 1954. Bu dergiyi o günlerde, şimdi Sarraflar Yer Altı Çarşısı olarak bilinen alanın üstündeki Kırmızı Kütüphane'nin önündeki gazete ve dergi satılan sergiden satın almıştım. Hâlâ da saklarım. Aldığım tarihte henüz 15. yaşımın içindeydim

Çağrı dergisinin yayın hayatına atılması iki yıl kadar sonradır: 01 Ekim 1957.  O aylarda şiire ve sanata karşı ilgim artmıştı. İlk sayısını, ağabeyimin verdiği harçlıkla, bir cumartesi akşamı almıştım.    Daha önceki yıllarda Konya'da yayımlandığını öğrendiğim Bozok (iki sayı) ve Bizim Yayla'yı (12 sayı) gibi dergilerin varlığından ise yıllarca sonra farklı sebeplere bağlı olarak haberdar olacaktım. Bugün eksiksiz bir takımına sahip oyduğum Anıt dergisini ise yıllarca sonra, üniversite öğrencisi olduğum yıllarda tanıyacaktım. 

Anıt'ın dışındaki dergilerde kimler yazardı, kimlerin şiirleri yer alırdı, hatırlayamıyorum. Ancak daha sonraki yıllarda arkadaşım olan iki şairimiz vardı. Bunlardan ilki, Çumra'nın Arıkören köyünden Abdülkerim Bilgi ile Uluırmak Ali Hoca Mahallesinden Önal Vasıf Öztaş'ı özellikle hatırlatmak isterim.

Bilgi, Konya Lisesi'nin orta kısmından sınıf arkadaşım idi. Köyüne okul geç açıldığı için ilerlemiş bir yaşta kaydolmuş, neredeyse sakalı çıktığı yıllarda bizimle ortaokul sıralarını paylaşmıştı. Aksinne civarında kiraladığı küçücük evlerde tek başına oturur, her işini kendisi görürdü. Zaman zaman bazı arkadaşlarımız evine uğrar, onun üç telli sazından türküler dinlerdik. Şairliği de okul seviyesinin üstünde idi. Edirne ve İstanbul'da yayımlanan Damla dergisinin Konya Lisesi muhabiri idi. Orada şiirleri yer alır, derginin sayılarını da bize ulaştırırdı. Şiirlerinin önemli bir bölümünü bana yazdırmıştı. Başka yerlerde ise pek az şiiri yayımlanabilmişti. Hatta bendeki şiirlerinden birini de, 1959 yılında, üç arkadaşımla birlikte yayımladığımız Özlem dergine almıştım. 

Aradan yıllar geçti. Çumra ile ilgili ikinci büyük bilim toplantısının yapılacağını öğrenince, onun şiirlerini arşivimden çıkarıp hakkında hazırlayacağım bildirimin kaynağı olarak kullanacaktım. Öyle de yaptım. Onunla ilgili en zengin şiir koleksiyonu o bildirimin içinde yer almaktadır. Acaba bugün, bizlerin kısaca Kerim dediği arkadaşımızı hatırlayan kaç kişi kalmıştır acaba? Bizim bildirimiz ve onun kısaltılmış şekli olup Merhaba gazetemizin Akademik Sayfalarında yer alan yazımız da olmasaydı Kerim unutulup gidecekti.

İkinci şairimiz Öztaş, komşu mahallenin çocuğu idi de bizden birkaç yaşbüyük olduğu için onunla değil de yaşıtımız olan kardeşi Avni ile arkadaşlığımız vardı. Önal Vasıf, neredeyse ilk yoklamasının yapılacağı bir dönemde, Konya Lisesinin orta kısmını dışardan bitirme sınavlarına girmeye başlayıncaya kadar tanımıyordum. Tanışmamız ise Onunla komşu olan Mehmet Bildirici'nin aracılığıyla olmuştu. Üç yılın bütün derslerini iki yıl içinde verip lise bire doğrudan kayıt yaptırma hakkını elde etmişti. Şairliği de o yıldan itibaren gündeme gelmeye başlamıştı. Sınıfın ağabeyi durumunda idi. Hatta bazı şair adayları şiirlerini ona gösterip görüşlerini alırlardı. Onun da, Kerim gibi şiir kitabı yoktur. Ancak hayata atıldıktan sonra bir romanı yayımlandı: Duvak

Ankara'da yayımlanan Anahtar dergisiyle de yakından ilgileniyor, orada takma adlarla yazıyordu. O, derginin âdeta her şeyiydi. Sayfaların desenlerini o belirliyor, hangi desenin üzerine hangi şiir veya yazı getirilecek o karar veriyordu. Kısacası dergi baştanbaşa Öztaş idi.

                                                                 *****

Bugün Konya'mızda Bilgi'yi tanıyan veya hatırlayan kaç kişi kaldı ki? Bizim bildiri ve makalemiz de olmasa idi onu tarihin tozlu sayfalarına gömüp gidecektik. Ya Öztaş? Konya'da kendi soyundan gelen kaç kişi var acaba? Belki sadece kardeşi Avni'nin yakınları, o kadar. Bizim hazırlayıp da yakında yayımlayacağımız onunla ilgili yazımız da olmasa o, acaba hatırlanabilecek miydi?. Tek eseri olan Duvak adlı romanında da tam adını kullanmadığı, sadece Önal Vasıf adını kullandığı için, varlığından haberi olmayanlar, onun Önal Vasıf Öztaş olduğunu bilebilecekler miydi?

Şimdi hepimize birer görev düşüyor. Çevremizde, dünün Konya'sının sanat dünyasını katkı sağlayan, kendi çaplarında hizmet eden merhum ve merhume hemşehrilerimize sahip çıkalım ve onları tanıtmaya çalışalım. Bugün biz onları unutursak yarınki nesil de bizleri unutarak cezalandıracaklardır.

Aşağıda, her iki şair dostumun birer şiirine yer verecek, hatırlatılmasını kolaylaştıracağız. Böylece bu sütunların aylık okuyucuları iki merhum şair hemşehrimizi de daha yakından değerlendirme fırsatını bulacaklardır. Her iki şiir de, 1959 yılında, liseden mezun olmamız sebebiyle ancak birkaç sayı yayımlayabildiğimiz ÖZLEM dergisinden alınmıştır.

 

YALVARIŞ / ABDÜLKERİM BİLGİ

 

Gözyaşlarım bulut bulut  ağdı dağlara,

Sizin memlekete yağmur yağmaz mı;

Rüzgâr esmez mi sevgilim?

Altın saçlarını okşuyan rüzgârda,

Âhı'mı duymaz mısın?

*

Senden haber getirene, cânımı vereyim.

Ya, sen gelirsen, nedeyim efendim nedeyim,

Pek yakınsın.

Uzanmış ellerim,

Uzat ellerini sevgilim!..

Çekeyim seni, çekeyim.

*

Ulu Tanrım!..

Bilmem ki sana nasıl yalvarayım,

Kapımdan girmeden ecel

Ne olur Allah'ım,  gönder,

Sevgilimi gönder.

(Özlem (Konya), 1 (34), Mart-Nisan 1959, 10) 

 

“Nereden Nereye: 4 / 55 Yıl Önceki Arkadaşım Şair Abdülkerim Bilgi”, Merhaba/Akademik Sayfalar, 8 (4), 02 Temmuz 2008, 385-289)

“Arıkören/Çumra/Konyalı şair Abdülkerim Bilgi”, Medeniyetin Beşiği Tarımın Öncüsü Çumra Sempozyumu Bildirileri / 2 Cilt, 9-10 Mayıs 2008 Çumra; Konya 2010

                              *****

İTİRAF /ÖNAL VASIF ÖZTAŞ

Bir zamanlar güzel miydi bu kadar

Bu günlerde dünya bambaşka

İçimde tanımadığım bir şey var

Dostlarım böyle mi düşülür aşka

 

Mesudum mesut olmasına

Hazzı var içimde bir büyük tövbenin

Sanki koyuvermişler ortasına

Yıllardır özlediğim ülkenin

 

Simsiyah gecelerin özlemi

Ne yalan ne yalanmış

Kıyılarda gönül denen bu gemi

Körfez körfez oyalanmış

 

Aşk demiş meşk demiş

Bir uzun ıstırap sanmışım

Gönlüm yeni bir şey istemiş

Tutmuş yanmış da yanmışım

 

Kader denilen çamuru bir heykeltıraş gibi

Evirip çevirip koparıp deliyorum

Denizden çıkarılmış yosunlu bir taş gibi

Dünyaya yeniden geliyorum!

(Özlem, 1 (2), Şubat 1959, 7)

 

(Arkadaşım Önal Vasıf Öztaş adlı,  basım aşamasında olan makalemden özetlenmiştir.)