Doğdum. Pek bir endişeliydim. Dünyanın havası zor geldi ciğerime. Dayanamadım. Ağladım. Çok geçmedi, sanki sen geldin. Beni esenliğe ilk o gün davet ettin. İcabet ettim, dindi kederim. Dedem iletti o aziz çağrını kulağıma. Sonra üç kez dedi ki  "Senin adın Özlem." Bilir misin, tarih tekerrür etmekten vazgeçmiyor? Çünkü ben bu anları yıllar sonra yeniden, tam da şu günlerde yaşamaktayım. Günde beş vakit inletirken semayı, bizlere kapatırsın kapını. Sonra kulaklarımda "Özlem, özlem, özlem..." Her zamankinden daha fazla ve pişmanlığın kalbime düşürdüğü o büyük aşkla koşmak isterim sana. Ama olmaz, dedim ya; bu kez ismim imtihana dönüşerek yankılanır kulaklarımda. Ben seni özledim, özlemin ateş oldu. Gözlerim, sana koşmak istediğim yollarda perişân oldu. 

Ben kendimi bildim bileli, şehrimin tepelerinde, hep seni gözlerim ufka doğru seyrimde. Mahalle mahalle yükselirken minarelerin, sıcacık bir mutluluk doğar içime. Şerefelerinden havalanan o aziz çağrı şeref verir memleketime. Sokaklarda,  elindeki bastona meydan okuyarak sana koşan dedelerim vardır benim. Memleketimin sokaklarına sevgim bundandır. Ve o dedelerime takke ören ninelerim vardır benim. Bak işte, bu gerçek bir destandır. 

Hakikât basamak basamak yükselir minberinde. Mihrabın cümle Müslümana istikamet olur. Tekbirden evvel tek bir niyet duyulur kardeşliğin saflarından: "Allah rızası". Arka saflarında koşan o çocukların cıvıltısı, kubbendeki sedâya ortak olur. 

Kapılarının ardında kalpler hizâya dizilir. "Allahuekber"ler arasında ferahlayan ân ve mekân, sadırları da diriltir. Aynı ânda aynı mekâna yolculuğun hazzını, saflarında yoldaş olanlar bilir. Avlundaki sohbetin bereketini tadanlar bilir. 

Peki, şimdiye dek küçük sebeplerle ziyaretini, cemaatini ihmal ettiğimiz senden, gözle görülemeyecek kadar küçük bir virüs nedeniyle uzak kalmamız tesadüf mü? Asla değil. Çünkü biliriz ki "Allah ihmal etmez, imhâl eder." İhmal ettiğimiz şeyler boyumuzu ve haddimizi aştıkça imhâl edilmeye müstehak oluruz. İşte o zaman bize düşen kuru kuruya bir pişmanlık değil, gözyaşlarıyla ıslanmış bir tevbe olmalıdır. Şöyle en hakikisinden, sağlam bir tevbe bizi hidayet yoluna koymalıdır. Ancak o zaman seni ziyarete, cemaatinle ibadete ve avlundaki o sohbete lâyık oluruz. 

Şimdi sana kavuşamadığımız her günün gecesi, senden yükselecek olan tekbirleri ve salavatları gözleriz. İçimize sığmayan özlemimizi avucumuza sığdırıp göğe açtığımız dualarımızda senin vuslatını isteriz. Pişmanlığın ve mahcubiyetin gönlümüzde demlediği tevbe, gözümüzden yaşlar akıtıp burnumuzu sızlatırken sana kavuşacağımız günün ümidini de yeşertir. Bir vakit namazı, bir Cuma, bir teravih, belki de bir bayram sabahında omuz omuza safları dolduracağımız günlerdedir hayalimiz. Ve pencere ardından seslenir gözlerimiz:
"Evim sevdiğimin evinden uzak olsa da
Bakışlarım hep ona ulaşmaktadır."