Bağdat’ta bulunan ABD Büyükelçiliği önünde bütün dünyanın izlediği bir gösteri gerçekleştirildi. İran destekli Haşdi Şabi’ye bağlı Hizbullah Tugayları üssüne Amerika tarafından düzenlenen saldırıyı protesto etmek için toplanan protestocular, korunaklı bölgede bulunan ABD Büyükelçiliğinin duvarını ateşe verdi. Bunun ardından ise elçiliğin kapısını kırarak binaya girip içeriye zarar vermişlerdi. Bu olay sonrası ABD’den oldukça üst perdeden açıklamalar gelmesi şaşırtıcı değildi.

Çünkü ABD ile İran’ın arasında yaşanan ‘’rehine krizi’’ akıllara gelmişti. 1979 yılı Kasım ayında yaşanan ve 444 gün gibi uzun bir süre çözülemeyen bu mesele ABD açısından oldukça kritik bir kırılma noktasını ifade etmektedir. Başkan Carter’ın rehineleri kurtarmak için giriştiği onlarca yolun netice vermemesiyle Ayetullah Ruhullah Humeyni’nin itibarı ve gücü toplum karşısında artmaktaydı.

İran devrimi sonrasında Şah Rıza Pehlevi, İran dışına çıkmak zorunda kaldı. Farklı ülkelerde bulunsa da pankreas kanseri olmasından dolayı Amerika’ya gitmek istedi. Kanser tedavisi için Ekim ayında Şah’ın Amerika’ya girişine izin verildi. Bu İran’da bulunan milliyetçiler başta olmak üzere Şah muhalifi bütün bir kitleyi çok kızdırmıştı. Özellikle gençler öfkelerini ve kızgınlıklarını kontrol etmekte zorlanmaktaydılar. O zamana kadar İran’ın birçok zenginliğinin ABD’ye satıldığını düşünen gençler Şah’ın tedavi için ABD’yi seçmesi sonrası daha da öfkelenmiş oldular.

Bu öfkelerine bir muhatap ararlarken hedef olarak ABD Büyükelçiliği seçilmiş oldu. Şah’ın ABD ile olan ilişkileri, Filistin davasının satıldığı düşüncesi, İran petrollerinin ABD’ye peşkeş çekildiği inancı ve silah alımlarının ABD’den yapıldığının bilinmesi biriken bu öfkenin muhatabını aslında kendisi tayin etmişti, denebilir.

Bu eylemi gerçekleştiren gençler kendilerine ‘’imamın takipçileri’’ adını verirken, Humeyni bu eylemi ‘’ikinci devrim’’ diye tanımladı. Humeyni, ABD’den; Şah’ın teslim edilmesini ve hesaplarının İran’a aktarılmasını birinci şart olarak istemekteydi. Başkan Carter, diplomatik bir savaş başlatmış olsa da bu aşamada bir sonuç alamadı ve Humeyni ‘’büyük şeytanı alt eden kahraman’’ olarak zihinlere kazınmayı başardı. Üstelik artık ABD büyük şeytandı ve devrimi gerçekleştirenlerin sokaklardaki en temel meşruiyet kaynaklarından bir tanesi büyük şeytan ile mücadeleydi.

Sabrı taşan Carter, bir operasyon girişiminde bulunmuş olsa da çölde helikopterlerin bozulması ve bir kaza sonucu ABD askerlerinin ölmesi sonucu yine bir başarısızlıkla karşı karşıya kaldı. Bu olayın hemen ardından Irak İran’a saldırdı ve ABD’nin yaptırım kararları bu çerçevede İran açısından büyük tehdit oluşturmuştu. Netice de 444 günün sonunda rehineler teslim edildi.

İşte böylesi bir krizi akıllara getiren bu baskın ve İran’ın Irak seçimlerinde istediği isim üzerine yaptığı çalışmalar, Haşdi Şabi’nin bütün Ortadoğu’da genişlemeye yönelik girişimleri yeni bir ABD-İran geriliminin boyutunun ne kadar büyük olabileceğinin ipuçlarını vermekteydi. İşte tam bu ipuçlarının ne kadar doğru okunduğunu gösterir şekilde bugün(Cuma) İran’ın ‘’Haydar’ın Kılıcını kuşanan kahraman’’ diye isimlendirdiği Kasım Süleymani’nin öldüğü haberleri son dakika olarak gündeme düştü. Üstelik ABD’den yapılan açıklamada doğrudan Başkan Trump’ın emri ile bu eylemin gerçekleştiği söylenmekteydi.

Haşdi Şabi’ye karşı ABD saldırısı sonrası, konsolosluk önünde eylemin gerçekleşmesi ile birlikte akıllara gelen rehine krizinden hiçte geri kalmayacak bir gerilimin başladığını ABD’nin el yükselterek Kasım Süleymani’yi öldürmesinden anlamaktayız. Üstelik bu restleşmenin ve düellonun nereye kadar gideceği de önemli bir soru işaretidir.

Doğrudan İran lideri Hamaney’e bağlı hareket eden Süleymani, 1998’den beri İran’ın ülke dışındaki askeri-istihbari operasyonlarını yürütmekteydi. Üstelik adına marşlar yazılacak kadar da İran’daki yönetimin ve destekçilerinin gözünde büyük kahramandı.

Türkiye açısından ise konsolosluk eylemlerinden bu yana takınılan tavır Türk dış politikasının teamüllerine denk düşmektedir. İran ile ilgili bu tarz olaylarda genel anlamda sessizlik ve ortacı bir açıklamayı tercih eden Türkiye, bölgedeki bu tarz gerilimlerin doğrudan etki alanında gözükmektedir. Türkiye’nin bu aşamada görece sessiz ve olayları takip ederek hareket geliştirmesi beklenmektedir.

Ancak Suriye ve bütün Ortadoğu’nun nasıl şekilleneceği noktasında bu düellonun etkisi göz ardı edilemez.