Her şeye rağmen bir millet yaşıyor.

Düzce depreminin akabinde Düzceli bir ihtiyar “Allah'a şükretmeliyiz ki bu deprem Ankara veya İstanbul'da olmadı. Şayet oralarda olsaydı millet olarak yarayı nasıl saracaktık?” demiş.
Bu söz “Türkiye'de hala bir millet yaşıyor“ dedirtiyor insana. 'Biz, birbirimize aidiz' diyebilen birileri hâlâ yaşıyor bu ülkede. 1999'da Düzce depremi akabinde yaşanan milli dayanışma hissiyatını hatırlayınız. Bir anda bütün bir millet bir aileye mensup ferdler gibi hareket etmeye başlamıştı.

1974 senesinde Genel Kurmay'ın Kıbrıs için açtığı yardım kampanyasına millet beklenenin çok fevkinde bir alicenaplıkla cevap vermiş.  Bütün koyunlarını yaşadığı ilçedeki garnizonun bahçesine sürüp hibe edenleri mi dersiniz, Almanya'da başlık parası biriktirenlerin bütün paralarını Genelkurmay hesabına göndermelerini mi dersiniz... Ancak bu hadiseleri bize kimse anlatmaz. Adeta birileri millet olarak bize 'bizin anlatılması' yasağı koymuş.

Ben şu an vefat etmiş bir yakınımdan işitmiştim. O esnada Almanya'da işçi imiş. Bu yardım kampanyasına Almanya'da işçi olan Türklerin de büyük bir teveccüh göstermesi orada da günün mevzusu olmuş. Başlarında bulunan Alman şef demiş ki; “Yahu siz de hiç akıl var mı? Bunca mahrumiyetle gurbette çalışıyorsunuz. Ondan sonra da bu emeklerinizi kolayca heba ediyorsunuz.” Bunun üzerine bizim adamın verdiği cevap şöyle:  “Bize Türkiye'den bir çağrı gelse. Deseler ki size ihtiyacımız var. Biz buradaki tüm paralarımızı toplar önce Ankara'ya gideriz. Genel Kurmay'a bu paraları verir, elimize de bir tüfek alır, evimize bile uğramadan Kıbrıs'a geçeriz. Oraya gidince de canımızı vermekten de geri durmayız.”

Bu cevap karşısında Alman şef,  “siz hepiniz delisiniz” diyebilmiş.
2004 senesinde hükümet 'vergi barışı' denilen bir faaliyet yürüttü. Maliye Bakanlığı toplanacak vergiyi 600 Milyon TL civarında tahmin ederken bu miktar 3-4 Milyar TL'ye ulaşıvermişti. Bu rakamlar ne kadar sıhhatli bilinmez. Bu hadisenin mühim veçhesi şudur ki; millet, millî bir hisle bir mesele üzerine yürüdüğü zaman beklenenin çok üzerinde bir netice elde ediyor. Bu dönemde iyi hatırlıyorum, Konya'da birçok esnafın “Şu IMF'ye olan borcumuz kaç paraymış? Onu bir çıkarsınlar. 'Hane başı şu kadar borcunuz var' desinler, ödeyelim, bitsin”  dediklerini bizzat işittim.
Biz İstiklal Harbinden bu yana hiçbir milli meseleyi önümüze almadık. Bu sebeple önümüze alıp netice alamadığımız bir mesele yoktur. Yüksek bir mevki elde edemeyişimiz asla beceriksizliğimizden değil, bilhassa milli bir hedeften mahrum bırakılışımızdandır.
Türkiye terörle baş edememiş o sebeple 'müzakere süreci'ne girilmiş falan filan...  PKK meselesinin kimler tarafından bu milletin başına sarıldığı, kimler tarafından arkalandığı meselelerine girecek değilim. Ancak sanki Türk Milleti mağlup edilmiş gibi bir hava estirilmesi haince bir iştir. Türk Milleti hangi savaşa girmiş de kaybetmiş? Türk Milleti tarihte hiçbir savaştan mağlup olarak çıkmamıştır. Başımıza gelen felaketlerin tamamı devletlûlerin ihanetinden mütevellittir. Ne zaman millete “benim başım sıkıştı, gel şu meseleyi hallet!” denilmiş de millet bu vazifeden geri durmuş?
Osmanlıdan bu zamana devletin âli ricali milletten bir şey istemeyi kendisine zül addeder. Halife efendilerimiz I.Cihan Harbine gelinceye yani bıçak kemiği sıyırıncaya kadar lütfedip de seferberlik ilan edememişlerdi.  Öyle ya bir kere millete eyvallah dersek, arkasından da millet o işi hallettikten sonra “gelin bakalım” deyip devletlûleri hesaba çekmeye kalkarsa ne yapacaklardı?
Bu korku devlet kadrolarını işgal edenleri millete müracaat etmeme geleneğine mahkum etmiştir.  Milli inisiyatif asla harekete geçirilmemesi gereken, suiistimal ve istismar edilmesi gereken -o da dozajında- bir kuvvettir onların nazarında.
Dün Soma'da maden işçilerimiz toprak altında kaldı. 'Devletin başı sıkışınca cami önüne gelir' hükmü yine tahakkuk etti. Tüm camilerde salalar verildi. 3 günlük 'milli yas' ilan edildi. Bu yasın adını niçin 'ulusal' değil de 'millî' yas koydular bu da calib-i dikkattir. Baş sıkışınca ulusalı bir kenara atılıp milli oluveriyoruz. Ulusal kongreler deyince yüzlercesini bulabiliyorsunuz. Milli kongreler deyince sadece İstiklal Harbi dönemi kongrelerini hatırlıyor Google arama motoru.
Yapılan bunca borçlandırma kampanyalarına,  makineleştirme taarruzlarına, insanlıktan çıkarıp müşterileştirme, barkodlanma muamelelerine, 'gemisini kurtaran kaptan' esaslı eğitim sistemine rağmen milletin kalbi dün Soma'da attı. Felakete karşı hep birlikte tesanüd hissi bu seviyede ve bu  mahiyette dünyanın hangi milletinde var?
Her şeye rağmen, halklara mensup olduğu halde millete aitmiş gibi davrananlara ve devlete rağmen, Türkiye'de hala bir millet yaşıyor. Millî hissiyat; harlandığı zaman alt edemeyeceği hiçbir dünyevi kudret tanımıyor. Bu sebeple kimse ona cepheden saldıramıyor. Asıl darbe millettenmiş gibi görünerek atılabiliyor. Yani en büyük darbeyi gâvurlardan değil, münafıklardan yiyoruz.  Bu münafıkları seçmede bize yardım eden bir mikyas var: 'Türk olsaydı, Türkiye'ye bunu yapar mıydı?”  Evet, bu sual bizdenmiş gibi görünüp bize en büyük kazığı atanları tefrik etmemize yarayacak bir sual.
Türk olsaydı, Türkiye'ye bunu yapar mıydı? Türkçeye, Türk Müziğine, Türk Ordusuna, Türk İline, Türk Köyüne, Türk Mahallesine, Türk Ailesine, Türk Kızına, Türk Varlığına! Türk'ün hududuna bunu yapar mıydı? Türk olsaydı, Türk kadınını bu hale getirir miydi? Türk olsaydı, Türk çocuklarını bu şekle sokar mıydı?...Bu suallere vereceğiniz cevaplar da sizin bilerek veya bilmeyerek kimin tarafında olduğunuzu gösteren cevaplar olacaktır.  
 16 Recep 1435