İnsan doğuştan hür olarak doğar. Bu hakkı ona Cenab-ı Allah vermiştir. Herhangi biri tarafından esir edilemez, kötü şartlar altında yaşamaya mahkûm edilemez.

Cenab-ı Allah insanlara “Geçim sıkıntısı sebebiyle batında olanları katletmeyiniz!” buyuruyor. Yani vücut bulmuş, hayat bulmuş bebelerin düşürülmesini ve telef edilmesini yasaklıyor. Ayetin devamında “Sizin de onların da rızkını veren Allah'tır.” ibaresi yer alıyor. Yani Cenab-ı Allah, daha cenin halindeyken insan hayatını garanti altına alıyor.

1973'ten 1987 tarihine kadar Konya'nın bir mahallesi olan Saraçoğlu'nda yaşadım. Şu anda yaşadığım bölge Karaslan'a dâhil edildi. Bu tarihler arasında komşu çocuklarıyla rahatça oyunlar oynar, kimse kimseye kötü gözle bakmazdı. Erkek çocuklar kardeşimiz gibiydi. Büyükler abi, küçükler kardeşti. Onlarla birlikte çelik-çomak, körebe, yakan topu oynar, beraber çift ip atlayıp güler, eğlenirdik. Kimse de kimseyi pek ayıplamazdı. Bazı kendini bilmezler ayıplardı, onları da pek kâle almazdık. Gecenin bir vakti biz kızlar “Höyük” dediğimiz küçük bir tepeye koşu düzenlerdik. Hiç rahatsız olmazdık.

Komşuluk ilişkilerimiz akraba ilişkileri gibiydi. Son derce birbirimize bağlıydık. Uzun süren kış gecelerinde vakit geçirmek için akşamları birbirimize oturmaya giderdik. Büyükler tavuğuna ya da çorbasına oyunlar oynar, biz küçükler de evin içinde 5 taş, 15 taş oynardık. Evine gittiğimiz yengeler bize çayın yanında ceviz, çekirdek, fıstık gibi çerez ikram ederdi. Hiçbir şey yok ise mayalı hamurları eksik olmaz, hemen bir hamur kızartırlardı.

Yaşlarımız biraz büyüyünce komşumuzun büyük kızları bizlere el-işi öğretmeye çalışırdı. Etamin işleme, kanaviçe, dantel örme gibi! İlk etamin masa örtüsünü komşumuzun kızından öğrenmiştim. O zamanlar mili bile zor tutuyordum. Zaten pek iş yapmayı da sevmiyordum. Zoraki öğreniyordum. Eh! Zorlamayla da pek olmuyor. Konyalı kızların sandık dolusu çeyizleri oldu, benim annemin baskısı ve yardımıyla 2-3 parça bir şeylerim oldu. Benim çeyizlerim kitaplarım oldu.

Üniversiteye giderken bile büyüklerimiz hep abimiz oldu.  Komşularımıza bu kadar çok güveniyorduk. Komşularımıza çocukları çok rahat emanet edebilirdi ailelerimiz. Gözleri arkada kalmazdı.

2008'de beyim Sadık Gökce emekli olunca haydi ata yurdu Konya'ya geri dönelim dedik. Velhasıl ata yurdumuza geri döndük. Döndük dönmesine de Konya eski Konya değil. Komşular birbirine gidip gelmiyor. Herkes bir şeylerin derdine düşmüş. Eski samimi ortam kaybolmuş. Komşunun komşuya güveni kalmamış. Artık çocuğunu kimseye emanet edemiyorsun. Sokaklarda oynayamıyorsun. Çocuklarını dışarıya salamıyorsun. Salsan bile için huzurlu olmuyor, akabinde onu kontrole çıkıyorsun. İnsan hayatının hiç önemi kalmamış. Sokak arasında bile arabalar son sürat geçiyor. Burada çocuklar oynar yavaşlayalım, belki şu evde hasta vardır korna çalmayalım veya müzik aletinin sesini kısalım!

Artık televizyonu açmıyorum. Benim için televizyon bir haber kaynağı, bilgi edinmekten çıktı bir felâket tellâlı halini aldı. Gün geçmiyor ki televizyondan ya bir bıçaklama ya adam kaçırma ya da öldürme haberleri dinliyoruz. Bu da bizi hayal kırıklığına ve ümitsizliğe sevk ediyor.

Caddeye çıkıyorsun, elinde cep telefonu muhatabına ağza alınmayacak küfürler sarf eden gençler! İnanın onların yanından geçerken yüzüm kızarıyor. Sokak ortasında kavga eden gençleri görüyorum. Bunlar güya birbirlerini seviyorlar! Bu nasıl sevmekse! Bir gün göklere çıkardığı, üzerine toz konduramadığı, herkesten kıskandığı varlığı yerin dibine geçiriyor. Ya ağza alınmayacak küfürler savuruyor ya da sokak ortasında yaka paça sürükleyip dövüyor, hırpalıyor. Hızını alamıyor, tabancasını çıkarıp, “tak! tak” ateş edip vuruyor.

Sadece Konya'da mı bu felaket haberleri? Yurdun her köşesinden insanlığın utanç duyacağı haberleri okuyor, dinliyor ve öğreniyoruz. Yukarıda insanoğlunun hayatının, mal ve namusunun ne kadar kutsal olduğunu inkâr edercesine dehşet verici haberlere şahit oluyoruz. Bu yetmiyormuş gibi bir katilin ya da caninin pençesine düşen, ırz düşmanının saldırısına uğrayan biçareler bir de aileleri tarafından cezalandırılıyorlar. Bu ne biçim adalet! Hem insan hayatı her şeyin üstünde diyoruz hem de adice saldırıya uğrayan mağdurları bir de biz cezalandırıyoruz.

Toplum olarak nereye gidiyoruz! Başımızı iki elimizin arasına alıp düşünmenin vakti gelmedi mi? Belki verilen cezalar caydırıcı olmadığı için bu insancıklar! ellerini kollarını sallayarak istediklerini istedikleri gibi yapıyorlar, astığı astık kestiği kestik. Peki! Biz toplum olarak ne yapıyoruz? Bu insanları aramızda neden barındırıyoruz? Neden onlarla alış veriş yapıyoruz? Ahlakını beğenmediğimiz birini neden dışlamıyoruz? Neden sadece katillere seyirci kalıyoruz? Kaç kişi o canilere protesto mesajları gönderdi merak ediyorum? Eğiri oturup doğru konuşalım değil doğru oturup doğru konuşalım ve sözümüzün arkasında duralım. Eğreti olmayalım.

Allah çocuklarımızı bu insancıkların! ve şeytanların şerrinden korusun! Amin!