Türkiye'nin başına gelen kötüden betere doğru bir gidiştir. Millete tercih olarak takdim edilen şey hastalıklardan birisine razı olma mecburiyetidir. Galip olan kanaat şudur ki; 'Biraz kirli olmaktan bir şey çıkmaz. Tam sıhhat bulmamız imkânsızdır. Biraz hasta olmadan yaşayamayız.'

Bu gâlip kanaat bizi bugün bir felaketten başka bir felakete sürüklemektedir.

1921 Anayasası (Lozan'dan önceki Meclisin kabul etmiş olduğu Anayasanın) 7. maddesine bakalım. Diyor ki 7. madde:

“Ahkâmı şer'iyenin tenfizi, umum kavaninin vazı, tadili, feshi, ve muahede ve sulh akti ve vatan müdafaası ilânı gibi hukuku esasiye Büyük Millet Meclisine aittir. Kavanin ve nizamat tanziminde muamelatı nâsa erfak ve ihtiyacât-ı zamana evfâk ahkâm-ı fıkhiye ve hukukiye ile adap ve muamelat esas ittihaz kılınır.”

Şu an değme hukukçuların bile bu kanun metnini anlamaktan acze düşürüldüğü bir haldeyiz! Bu kanun ile Meclis,Ahkam-ı şeriyyenin tenfizi ile yani şeriat hükümlerinin infazı, uygulanması ile vazifeli selahiyettar kabul ediliyor.  Kanunların çıkarılmasında insanların ihtiyaçlarına muvafık olması “ahkam-ı fıkhiyye ve hukukiye ile adab ve muamelat esas ittihaz kılınır” deniyor. Ahkamı fikhiyye yani İslam fıkhının hükümleri!

Bu hüküm karşısında bir şey anlatmaya gerek var mı? Hüküm demek muhkem olan şey demektir. Ne kadar muhkem ifadeler öyle değil mi? Büyük Millet Meclisinin salahiyeti nedir? Ne yapar ve bunda hangi şeyi esas kılar?  Yani tabiri caizse bizim Teşkilat-ı Esasiye kanunumuzun 'esası' diyebiliriz bu maddeye. Yani meclisin bir kanun ve nizam getirirken neye bakarak bir kanun ve nizam getirileceğinin cevabını okuyoruz. En son görüyorsunuz adab ve muamelat esas. Yani edebi, âdâbı bile esas alan bir anlayış varmış.

Nereden, nereye?.. İnsan haklarından başka bir mukaddesat tanımayan bir hukuki zihniyetin esiriyiz artık.

İlk mecliste mebuslar şu şekilde yemin eda ediyorlardı:  “Vatan ve milletin saadet ve selametine ve milletin bilâ kaydu şart hakimiyetine mugayir bir gaye takip etmiyeceğime ve Cumhuriyet esaslarına sadakatten ayrılmayacağıma “Vallahi”

1928 senesinde İsmet İnönü ve arkadaşlarının teklifi ile kabul edilen 1222 sayılı kanun ile “Vallahi” yerine 'Namusum üzerine söz veririm ki' haline getirildi.

Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'na bakalım. Kabul tarihi miladi takvime göre 1927. Yani Harf İnkılâbı gelmeden önce kabul edilen bir kanun.  Mahkemelerin hangi usulle muhakeme edeceğini tanzim eden bir kanun. Bu Kanunun 264.maddesi şöyle idi:

Yemin aşağıdaki şekilde icra olunur:

Hakim şahide, “şahit sıfatıyla sorulan suallere verdiğiniz cevapların hakikate muhalif olmadığına ve meşhudat ve malumatınızdan bir şey saklamadığınıza Allah'ınız ve namusunuz üzerine yemin ediyor musunuz?” Ve şahit de cevaben, “Allah'ım ve namusum üzerine yemin ediyorum” der.

Bu kanun 1927'de kabul edilmiş bir kanun, iki üç sene önce kaldırıldı. Kaçıncısı olduğunu hatırlayamadığım bir yargı paketi içinde Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'ndaki yemin değiştirildi.  Daha sonra kanun tamamıyla değişti. Şahit yerine tanık deniyor artık. Bu bölümün adı da önceden “şahadet”di şimdi“tanık” oldu ve şahit yeminini icra ederken şimdi ne diyor? Dikkat buyurunuz:

“Namusum, şerefim ve kutsal saydığım bütün inanç ve değerlerim üzerine yemin ediyorum. demekle yemin eda edilmiş sayılır” haline getirildi.

Bu değişiklik hangi hükümet döneminde yapıldı? CHP döneminde mi? Hayır. Bilemediniz!

Yani Türkiye'de Lafzatullah düşmanlığı eski bir şey değil! Şimdi, elân yürüyen bir şey.

1924 Anayasasındaki reis-i cumhurun yemininden Allah adına yemini kaldıran kim CHP!

1927 yılında çıkan Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunundaki yemin metnindeki Allah lafzını kaldıran kim; AKP.

Şimdi en son meclis anayasa uzlaşma komisyonunda partilerin tekliflerine bir bakalım. En calibi dikkat teklif, cinsiyet kimliği ile alakalı kısımlar. Homoseksüelliğin Türkiye'de hakim bir unsur olarak yerleşmesi için Türkiye'de anayasal bir düzenleme teklif ediliyor. Kim teklif ediyor? BDP. Bunu kim destekliyor? CHP!

Başbakanın “Demokrasi Paketi” olarak takdim ettiği paketin içinde ne vardı hatırlayın.  “Ayrımcılıkla Mücadele Üst Kurulu' kurulacak. Bu kurulun teşkiline müteallik kanun taslağını tetkik edeniniz var mı? Bu kanun taslağında cinsiyet; kadın, erkek ve homoseksüellik olarak tanımlanıyor. Homoseksüelliğe karşı yapılacak en küçük bir eleştiri, ayrımcılık kabul ediliyor ve büyük müeyyidelerle karşılaşıyor. Bu kanun taslağını tamamını anlatacak değilim. Daha ne fecaatler var!

Şimdi görülüyor ki hastalıklı cinsel yönelimlere hoşgörü mevzuunda mevcut siyasi anlayış ile onun alternatifi olarak takdim edilmeye çalışılan anlayış arasında hiç bir fark yok.

Türkiye'de siyaset yapmasına müsaade edilmiş siyasi kamplardan hangisi “biz Türkiye'nin ilk anayasasına döneceğiz. İşi aslına rücu ettireceğiz diyor?.. .Hiç birisi.

İlk Anayasa ne diyor?  Bir daha hatırlayalım: Kanunlar ve mevzuat çıkarılırken “ahkam-ı fıkhiyye ve hukukiye ile adab ve muamelat esas ittihaz kılınır”! Nereden, nereye? 

Türk Milleti mevzuatımızdan,  Anayasamızdan Allah adına yemini kaldıranlarla son kanun değişikliklerinde Allah lafzını kaldıranlardan hesap sormayacak mı?

Hesap soracaktır! Çünkü İslâm itikadına göre Allah'ın ismi dışında başka bir şeye yemin eden i'tikaden İslam dairesinden çıkarır. Yani bir Müslüman “Allah'ın adı” dışında bir şeye yemin edemez. 'Kutsal değerlerim adına' dediğin zaman sen zaten müşrikliği kabul ediyorsun. “Kutsal değerler!”! Baba-oğul-kutsal ruh! Lât, Menat, Uzza! Yoksa; insan hakları ,demokrasi, serbest piyasa mı?!

Türkiye'de çok büyük bir siyasi boşluk var. Türkiye'de milliyet düşmanı bir Milliyetçilik, İslam düşmanı bir İslamcılık gürbüzleştirildi ve bugün bu sefil hale geldik. Milletimiz dün Geziciler mi? AKP'liler mi? Derken,  bugün Fethullahçılar mı,  AKP'liler mi tercihine icbar ediliyor. Yarın Kılıçdaroğlu mu, Sarıgül mü? safhasına geleceğimiz kesin!

Millet sahte davalarla meşgul edilerek Türkiye'nin haritadan silinmesi, bizim milli vasfımızın ayaklar altına alınması işi hızlandırıldı.  

Bizi hastalıklardan bir hastalığa razı edenlere ne zaman bir ders vereceğiz? Türk Milleti “kerhen” oy vermeye daha ne kadar devam edecek? Bir hastalıktan diğerine koşmaya daha ne kadar devam edeceğiz?