Bana özgürlük adına ne yapmak isterdin diye sorsalar plansız yaşayabilmek isterdim derim. Neden bilmiyorum yaptığım her işte hep bir adım sonrasını planlarken buluyorum kendimi. Yaşantımızın hayatımızı şekillendirirken aldığımız kararlarda büyük etkisi oluyor. Ben plan yapmayı bir savunma mekanizması olarak görüyorum. Başka bir insana sorsanız eğlenceli birkaç saat geçirmek için planlar kuruyordur belki de. Ölçüp tartmadan, hesapsız, gelişigüzel yaşamak bile psikolojik açıdan bir rahatlık sağlıyor. İnsanın iç dünyasıyla dış dünyasını eşitleyebilmesi demek mutluluğun kendiliğinden hayatına zuhur etmesi demektir. İşte bahsettiğim bu dengeyi sağlamaya çalışan ve kendini tanımayı amaçlayan insanlara olan ihtiyacımızdan bahsetmek istiyorum sizlere. Gazetelerin üçüncü sayfalarında, haberlerin son dakikalarında gördüğümüz akıl almaz şiddet olayları, işkence, hırsızlık vb olaylara karışan insanlara denk geldiğimde bu tarz insanların düşünmekten uzak olduğunu, saldırgan yapılarının altında boş bir bellek olduğunu düşünmüşümdür hep. Yaşam standartlarının yetersizliğinden doğan hak arayışları, sosyal kültürel sınıflandırmalardan kaynaklanan eşitliği sağlama çabası, ırk-dil-din ayrımcılığı sebebiyle işlenen suçlar ise insan ihtiyacının karşılanmamasından dolayı ortaya çıkıyor. Oysa ki toplum olarak eşit haklara sahip bireyler olsak suç oranlarının fark edilir şekilde azalacağına, toplumda huzurun hüküm süreceğine inancım sonsuz. Ancak buna zemin hazırlayacak bir sistemde yaşamıyoruz. Sistemimiz çok savurgan şekilde ilerlemeye devam ediyor. Bunun önüne geçilmesini istemeyenler bir yana, önüne geçmek isteyenlerinde çıkarcılığı işin içine girince aşılamayacak bir sorun haline geliyor. Hayatı, basit çözümleri olan zorlu denklemlere çeviren yine bizleriz.

İnsan yetiştirildiği toplumda doğumundan ölümüne kadar bazı bilgilerle donatılır. Gülünçtür toplumun bize kazandırdığı duygularla toplumu sevmemeyi öğreniriz zamanla. Kolektif olan her zaman faydacılık üzerine kuruludur. Azınlık içinde yer almak ise genele bakıldığı zaman kolay olandan vazgeçmektir. Demem o ki ortaklaşa hareket etmekten kasıt, çıkar üzerine kurulu bir düzendir. Bu platformda varlığını gösteremeyenlerin azınlığa itilmesi kaçınılmazdır. Azınlığın haklarını savunmak için piyasaya çıkan kişilerde yine azınlığın sırtından geçinir. “Ezen-ezilen ilişkisinde, ezilenin düzene olan tepkisi, o düzene olan karşıtlığı, aslında doğrudan düzenin kendisine değildir. Ezilenin düzendeki konumunadır. Ezilen, ezen konumuna geçmeyi amaçlar. Ezilen, ezen konumuna geçmeyi, özgürleşme olarak algılar. Birçok durumda, ezilmenin acısını çıkarmak için ezen olmak gerektiğini düşünür. Bu bağlamda kısır bir döngü oluşur, kişiler değişir, ama düzen değişmez, ezen-ezilen ilişkisi baki kalır” Düzenin değişmesinden çok, sistemdeki yerinin değişmesi için çaba sarf eden insanların aslında hiçbir yere varamayacağını özetleyen Paulo Freire durumu çok güzel özetlemiştir. Birey olarak haklarımızı gözetirken başkalarının yerine göz dikmekten ziyade değerlerimizi göz önünde bulundurarak hareket etmemiz gerekir. Bunu hayatımızın bütün aşamalarında dengeli bir şekilde koruyabilirsek hayatı eşitleriz.