"Ey insanlar! Allah'a muhtaç olan sizsiniz, ama O hiç kimseye, hiçbir şeye muhtaç değildir ve O övülmeye çok layıktır. O isterse, sizi alıp yerinize yepyeni bir millet getirebilir. Bu Allah için, güç değildir." (Fatır Suresi 15-17)

 Kimi zaman gergin, kimi zaman anlayışlı, ama bol AMAIı dost meclislerinde serdettiğimiz öngörülerimizin, imanımızın; tarihi bir olgu olarak teyit ediliyor oluşuna şahit oluyorum. 'Allah kimselere mecbur ve muhtaç değildir.' Bir tek kişi, millet, grup üzerinden davayı ikâme etme çaresizliği; aklı gördüğü ihtimallerin uzağına gidemeyen aciz kullara mahsustur. (Normal bir bilgisayarın 0-1 sistemi ile, kuantum bilgisayarın sonsuz sayı ihtimalli sistemi kıyaslanabilir mi? - Teşbihte hata olmasın.-) O'nun kendisi gibi aşkın ve sonsuz seçenekleri vardır. Lâyık olmayandan emaneti çeker alır, lâyık olana emanet eder. Dinini tekrar tekrar ikâme eder. Sözde 'Allah her şeye kadir' der, işe gelince; 'falan olmazsa kim, Böyle olmazsa nasıl? deriz. Kendi gücümüze ve imkanlarımıza iman etmişizdir aslında. Kendi ürettiğimiz ya da birileri tarafından bizim için üretilen çözüm! kafesine. Oysa Allah her seferinde sadece kendisine kulluk yapmaya kararlı bir grubu, türlü engellerle, işkence ve zorluklarla, her türlü mahrumiyetle, pişirir, olgunlaştırır, tâki kendisinden başkalarının korkularını içlerinden çeker alır, insanlığa önder haline getirir.

Bir zamanlar, israiloğullarına verdiği hilafet (insanlığa hak, adalet ve merhametle önderlik etme) emanetini gözetmeyince, onlardan çekip alıp; "Siz, insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyar ve Allah’a inanırsınız..." (Âl-imran 110) dediği, Kureyşli bir Peygamber' in ümmetine vermişti. (Zamanın Yahudileri, O'nu da defalarca öldürmeye kastetmişlerdi.) Bu Kureyşli Peygamber, 'Arap'ın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap'a üstünlüğü yoktur. Üstünlük saygıyla Allah'ın sınırlarına en iyi riayet etmektedir (takvadadır)." düsturunu ümmet bilincinin en başına koyuyordu.

Zaman geçti, Allah'ın dini tanınmaz hale gelmiş, pek çok batıl din ve anlayışın bulanıklığında Müslümanlar insanlığa hak ile yön verme yeteneğini ve cesaretini (önderlik) kaybetmişti. Medeniyet, İslam'ın dışındaki her anlayışta aranır olmuştu. Bu kompleksli hal, yeni bir topluluğun gönderileceğinin de müjdecisi idi aslında. Bir gün Filistin'de bir grup çıktı. "Ey iman edenler! İçinizden kim (ve hangi kesim) dininden (haklı ve hayırlı çizgisinden) geri döner (irtidat eder)se, Allah (yerlerine) Kendisinin onları sevdiği, onların da Kendisini sevdiği; mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı ise ’güçlü ve onurlu’ olan, Allah yolunda cihad edip (çaba harcayan) ve (gerçekleri savunmak hususunda hiçbir) kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk (ve ekip) getirir. İşte bu Allah’ın bir (ikramı ve) fazlıdır ki, onu dilediğine verir. Allah (rahmetiyle Vâsi) geniş ve kuşatıcıdır, Alîm’dir." ayetini yankılandırdı. Kur'an'ın mutrafin (zenginlik ve iktidar şımarıkları) diye tanımladığı güçlü görünen azınlık dışında Doğulu batılı, Amerikalı Avrupalı Asyalı, Yahudi Hristiyan topyekun bir insanlık, zulmetin karanlığından nurun aydınlığına göğsünü açtı. Putlaştırılan her şey, herkes paramparça yerlere serildi. Ne kadar aciz, ne zelil, acınası ve güçsüz oldukları apaçık görüldü. Örümceğin ağı gibi zayıf tuzakları işe yaramadı. Yenilgi ve çaresizliklerini kinlerinden öldürdükleri çocuk sayısı örtemediği gibi kendilerini ele vermişler, baltayı taşa vurmuşlardı bu sefer. İnsanoğlunun Ezeli düşmanının vekilleri, onun adına mallarında evlatlarında ortak olsa, atlıları ve yayalarıyla üzerlerine yürüse, ihlaslı kullara etki edemiyor, onlar her asırda İslam çağrısını tazeliyorlardı. 600 yıllık bir  Müslüman- Türk asrı geçti. Ve yüz yıllık bir fetret devri. Şimdi yeni bir çağ açılıyor. Dünya gönlünü açmış hazır, kapılarını kapamış. (Dünyanın gönlü halklar. Kapıları inat eden yönetimler. Ve onlar istemese de Nûr tamamlanacak.) Bu sefer ne Afganistan,ne Çeçenistan... gibi olacak.   Daha fazla gecikmeden bu çağrıya koşan uyanışa omuz veren milletler, İslam asrında var olacak.

Mekke'nin fethinden sonra Müslüman olanlara, geç kaldıkları, Muhacir ve Ensar gibi canları ve malları ile tüm varlıklarını ortaya koymadıkları için "tülekâ" denmişti. Mekke'nin şereflisi Ebû Süfyan: tülekâ! Tarihi iyi okumalı. Fiten ve melahim hadislerini. Hele Kur'an'ı!

Selam ile...