Söz ola kese savaşı

Söz ola kestire başı

Söz ola Ağulu aşı

Yağ ile bal ide bir söz

Yunus'un söze biçtiği değer; gözün, kulağın önüne geçmediği zamanlarda ne kıymetli idi. O halde bir boykot kalemi açalım bu noktadan...

 Daha birkaç aylık mesele. Ne îtibarlı ağızlardan çıkan ne tehditkar sözler duyduk, savaşı kesmeyen. Ne güven verici sözler, hayal kırıklığıyla zehir eden aşları. Bir danışıklı dövüşün içinde miydik, şike mi karışmıştı oyuna! El ele, kol kola, omuz omuza işler, ama pervasız sözler duyduk düşmana. Her şey tepetaklak, bulanıktı, muhlis kullar dışındakilere dejjaliyet asrında. Kim dost, kim düşman. Dost dediklerine ihanet, düşman diyemediklerinle işbirliği. Sözün hükmünün bittiği bir zamanda mıydık? Söz, en son bakılacak alamet idi artık. Oysa Rabbül Alemîn, kalpten çıkan söz ve onu tasdik eden ameli muteber buluyordu.

Gözün seyri, sözün tesirini arttıracak alametleri temâşâ içinken, sözün tesirini söndürüyordu. Belki bu yüzden işitip itaat etmeye davet ediliyorduk. Söz iç aleme, seyir dış aleme açılan bir pencere idi. Seyir, işaretleri okumaya, işitilene şuur vermeye yarıyordu. "Kulakları vardır işitmezler, gözleri vardır görmezler." İşitmek hep öndeydi. Görmeyi öne alsak ne mi değişirdi:

1920’li yıllarda bir icat, görüntüyü ekran denen tek gözlü bir camın arkasına aktarmayı başarıyordu.  2. Dünya Savaşı görüntülerini Almanya çekip izlerken, Türkiye hâlâ radyodan dinliyordu. Kulak hırsızlığı yapan şeytanlardan (BBC) alsa da haberi henüz seyir aşamasına geçmediği için şanslıydı bir miktar. Gavurlaşma meraklısı kitleler, küresel dönüştürme odaklarının sinemalar yoluyla yaptığı tahribata, 1970’lerden itibaren evlerinin içinde maruz kalacaklardı. Yobazlıkla yaftalanan İrfan sahibi küçük bir topluluk, her yeniliğe rikkat kesilip, şeytanı suçüstü yakalasa da, Avrupa hayranlığı ve geri kalmışlık kompleksi içirilmiş büyük kitleler, sihirli kutuyu bir an evvel evlerine sokmanın hayalini kuruyorlardı. 90’lara gelindiğinde, Afganistan gibi, hâlâ camgözle tanışamayan bedbaht toplumlar da vardı. Amerika, Büyük bir âlicenaplıkla bir yandan kullanılmayan siyah beyaz televizyon yardım kampanyaları düzenliyor, elektriğe kavuşmaları için çabalıyor, bir yandan cahil Afganlıları eğ(it)mek için modern okul projelerini hayata geçiriyor, bir yandan da medenileştirme sürecine iknayı bombalarla hızlandırıyordu.

 Bizim bir camgöze gece gündüz kilitlenmemiz çeyrek asır almıştı. Bu geçen sürede, ne trajediler seyretmiştik; İran-Irak, Afganistan, Bosna, Çeçenistan, Suriye, Arakan, Keşmir, Doğu Türkistan, Karabağ Seyrediyorduk önümüze ne konursa. Artık görmenin vebâli kalkmıştı sanki üstümüzden. Sırtüstü devrilmiş kaplumbağalar gibi saatlerce elimizdeki sihirli camlardan çıkan cinlerin biri çarpıyor, öbürü bağlıyor, oyuncak ediyor olsa da.  Gündüz kuşaklarıyla oturuyor, gece kuşaklarıyla yatıyorduk. Ayağa kalkacak mecâlimiz yoktu. Erkeklerimizin geniş omuzları daralıyor, seyir aleminde oturmaktan kalçaları genişliyordu. Artık cihat ayetlerini duymayan kulakları, davranmalarını engelleyen geniş kalçaları, Filistin'de çiğnenen kutsallar, katledilen çocuklar, namusu kirletilen kadınlar, derileri yüzülen gençlere umut vermek şöyle dursun, kendi hanesindeki çoluk çocuğuna güvem vermiyor, korkutuyordu.

Telefonunuzda görüntü dosyaları mı daha fazla yer tutup, fonksiyonları durdurur, ses dosyaları mı? Televizyon başında ya da eline tutuşturulan telefonla ve sıralarda oturarak büyütülmüş, yürümeyi unutmuş, kendine faydası dokunmayan edilgen nesillerden, şimdi boğazlanan kardeşinin imdadına koşması nasıl beklenebilirdi! Dolmuştu dosyalar. Kilitlenmişti sistem.

Seyir öne geçince, sözün hükmü kalkıyordu. İnternet ve cep telefonlarının icadıyla, seyir bütün hayati fonksiyonların da önüne geçti. Televizyonsuz bir hayatı evlilik sözleşmesine madde yapmış ve uygulamış 30-40 yıllık evli çiftler de telefona yenik düşmüştük.  Seyir kültürü, insanı şeytanın vahyine açık hâle getiriyordu. Dinlemeye ve duymaya dayanan İlahi vahiy dosyaları ya çok az yer tutuyor ya hiç yer tutmuyor ya da gereksiz dosya kategorisine atılıp siliniyordu.

"Kur'an geldiği yere dönmeden kıyamet kopmaz. Şöyle ki; Kur'an, Arşın etrafında arı vızıltısı gibi bir vızıltı çıkarır. Aziz ve Celil olan Rab: 'neden böyle (adeta inler gibi) ses çıkardığını sorar. Kur'an: 'Ben Senden çıktım, şimdi yine sana döndüm. Çünkü, artık okunuyorum fakat benimle amel edilmiyor' der. İşte o zaman Kur'an kaldırılmış olur."

(Nebhanî, Huccetullahi alel Alemin s.847).

Vahyin tesirinin kalmadığı bir zamanda, benim sözümün tesiri olur mu ki?

Vahiy parça parça yükseliyorsa indiği gibi ve şu ayetler, hâlen yürürlükteyse, inananlar için devam...

"Artık onlarla ilgilenme. Bundan dolayı (çağrına uymadılar diye) sen kınanacak değilsin. Ama (alanlar için) öğüt vermeye devam et, zira öğüt inananlara fayda verir." (Zariyat 54-55)

Boykot ile kalın. Vesselam...