Bu gün yeni bir güne kavuşmanın sevincini yaşıyoruz. Aslında yaşadığımız her an için şükür etmemiz lazım geliyor; ama ne kadar şükrediyoruz ki?

Her hapşırdığımızda kalbimiz bir müddet duruyor. Tekrar çalışmaya başladığında “Elhamdülillah” diyoruz. Ne büyük nimet... Bir müddet kalbimiz duruyor, derin bir nefes alınca tekrar çalışmaya başlıyor.

Hz. Adem hapşırdığında ne yapacağını, ne diyeceğini bilememiş. Cebrail Aleyhisselam yanına gelip “Elhamdülillah” de, demiş. Yani yeniden hayata döndüğün için, sana dönme şansı verdiği için Allah'ı ulula, onu medh eyle. Hazret-i Adem “Elhamdülillah” demiş ve melekler de ona “yerhamükallah” demiş: “Allah sana merhamet etsin, acısın.” Daha sonra o da meleklere dönerek; “Yehdina ve yehdikümüllah” diye mukabele etmiş. Yani; “Allah size ve bize hidayet versin.”

Çünkü yegâne hidayet verici Cenab-ı Allah'tır. Allah'tan gayrı hiç kimsenin bir kişiyi doğru yola götürmeye gücü yetmez. O, dilerse bir şey olur.

Allah kimin kalbine hidayet bahşederse o kişi doğru yolu bulur ve Allah'ın ipine sıkıca sarılır. Kimin de kalbine mührünü vurup, karartırsa o kalbi de kimse yumuşatamaz, hidayete eriştiremez. Yolun sapıtır ve nankörlerden olur.

Bizler de Müslümanlar olarak Allah'ın kitabına ve peygamberin bildirdiklerine inanıp, hayatımıza tatbik etmemiz gerekiyor. Ama ne kadarını tatbik ediyoruz, orasını bilemiyoruz. Her halde tatbik etseydik böyle zelil durumda olmazdık.

İslam ülkelerine bir bakıyoruz. Hemen hemen hepsi batılı devletlerin emir eri durumunda. Ağabeyleri neyi emrediyorsa çekinmiyorlar. Hemen gerekeni yapıyorlar. Ağabeyleri, “filanca devleti ben terörist ilan ettim, sen de terörist ilan et. Filanca devlet, bana kafa tutuyor, onun kafasını ezmek lazım, sen de benim yanımda yer al.” Bu örnekler çoğaltılabilir.

Neticede ne oluyor biliyor musunuz? Halkı Müslüman iki devlet birbirine düşman oluyor. Ne için? Hıristiyan ağabeylerinin petrol ihtiyacını, enerji ihtiyacını karşılamak adına!

Bundan etkilenen kimler?

İşinde gücünde olan, evine ekmek götürmek derdinde olan masum ve savunmasız insanlar. Hiç kimsenin hakkında kötü düşünmeyen saf Müslümanlar, kendi soydaşlarımız, din kardeşlerimiz, kadın, çoluk, çocuk, yaşlı ve gençler. Bu gençler ki daha kalbi kirlenmeye zaman kalmamış, tertemiz, pırıl pırıl. Hayata yeni adım atmış, varlık savaşında kendilerini ispat etme derdinde. Ne tarafa çekersen o tarafa gidiyor. Henüz daha hayatı tanımaya bile fırsat bulamamış.

Sınırlarımızda bombalar patlıyor, insanlar hayatlarını kaybediyor. Birçok insan evinden yurdundan olup göçmen durumuna düşüyor, başka bir ülkede sığıntı olarak yaşıyor. Kendi varlıklarını tehlikeye atıyorlar; çünkü neyle karşılaşacaklarını bilemiyorlar. Başka bir ülkeye gidince her şeyin güllük gülistanlık olacağını zannediyorlar. Ama öyle değil. Her ülkenin kendine göre normları ve gerçekleri var. Besleyebileceği bir nüfus var. İşsizlik oranının %25 olduğu bir ülkeye bu göçmenler de eklenince %35-40'lara varan bir tablo ile karşı karşıyayız. Bunu göz ardı edemeyiz.

Göçmen durumuna düşen insanlar yerleşik düzene karşı da bir tehdit oluşturuyorlar. Çünkü bu insanlar aç, susuz ve çıplak. Barınabilecek bir yerleri, karınlarını doyuracak aşları, eve ekmek götürebilecek bir işleri yok. Biraz varlıklı insanların hanelerine, gelirlerine göz dikiyorlar. Bir kadının elinden keçisini rahatlıkla alabiliyorlar: “Şimdiye kadar sizindi. Şimdi artık bizim oldu. Biz, açız, açız!” diyorlar. Ne diyebilirsin?

Bundan birkaç ay evvel yengemin iki keçisi vardı. Yengemin iki bacağında platin olan; buna rağmen sağlam insanlardan daha fazla çalışan bir kadıncağız. Ağabeyim sanayide çalışıyor. Asgari ücretten maaş alıyor. Onun da bir kısmını daha önce birisini kıramayıp onun adına kredi çekiverdiği için kesiyorlar. Çünkü kredi çekiverdiği kişi borcunu kabul etmedi ve hepsini ağabeyimin üstüne yıktı. Asgari ücretten bir be kredi kesintisi ödüyordu o zamanlar. Şimdi bir düşünün! Yarım yamalak bir sağlıkla canla başla çalışan bir kadın keçi besliyor ve onun keçilerini otlaması için bağladığı yerden çözüp götürüyorlar. Bu hangi vicdana sığar. Yengem de çocuklar da o kadar varlıklı insanlar değiller ki. Gelip isteseler yengem canından can katıp verebilen bir insan! Kimseyi boş çevirmez.

Netice de kurulu düzeni olan da can ve mal güvenliğinden emin değil. Her an her şey olabilir.

Atalarımız, “Aç köpek, fırın yarar.” demişler. Onun için başkalarına zarar vermemeleri için bu insanları doyurmak lazım; ama nereye kadar?

Ben, bundan çok değil, beş altı sene öncesine kadar Konya'da hırsızlığın bu kadar yaygınlaştığını duymamıştım. Biz çocukken bir yere gideceğimiz zaman kapıyı kilitlemeden gidiyorduk. Kilitlersek dahi kapının eşiğinde bir çul olur, anahtarı onun altına koyar idik. Yakınlarımız gelirse kapıda kalmasın, açsın içeri girsin diye. Şimdi ne mümkün? Dışarıda postallarımızı bile bırakamıyoruz. Bir gün dışarıda kalsa ertesi gün bakmışsın ki yok.

Her gözümüzü açtığımızda üzerimize güneş doğuyor; fakat bizi ısıtmıyor. Çünkü dışarıda üzerine battaniye bile bulamayan pek çok mağdur var. Gözümüz aydınlatan güneş her daim ışıklarını saçıyor; fakat bizim gözlerimiz inatla görmemek için kapatıyor. Gerçeklerden kaçıyoruz. Bunca genç fidanları, hayatının baharında olan çiçekleri dalından koparıyoruz; sebeplere inemiyoruz. Bu sebepleri görmek, gerçeklerle yüzleşmek, aynı hataları tekrarlamamak lazım gelir.

Elhamdülillah, sağlıklıyız, afiyetteyiz. Herkesin sağlıklı ve mutlu bir hayat sürmesi dileğiyle!