Ne zamandan beri düşünüyordum, beyaz kelebekler hakkında bir yazı yazayım diye. Bir türlü fırsat bulamıyordum. Hemen önüme acil olan başka bir konu çıkıyor, onu gündeme getiriyordum. Nasip bugüne imiş.

Kelebekler, tabiatta bin bir rengi üzerinde bulunduran nadide canlılardır. Her biri insanların göz ve gönül zevkine hitap eder.

Kırlarda omzumuza bir kelebek konduğu zaman kendimizi mutlu hissederiz. Bir taşın üzerine ya da bir çiçeğe konduğunda ya tutmaya çalışır ya da uzaktan kanatlarındaki renk cümbüşünü seyre dalarız.

Kelebeklerin kendileri zaten nadide canlılardır. Tabiatta ender bulunurlar. Bir de bunların beyaz olanı vardır ki o daha çok nadidedir. Her zaman ve her yerde bulmak pek mümkün değildir.

Selçuk üniversitesi Tıp Fakültesi çalışanlarından bahsediyorum. Her yerde hastane var; ama Selçuk Tıp gibi temizliğe, düzen ve tertibe verdiği önem parmak ısırtacak nitelikte. Ben özel hastanelerde bile böyle temizlik görmedim.

Babam İsmail Altaş yaklaşık 8 ay kadar hastanede yattı. Bazen evde istirahat etti, bazen hastanede geçti günlerimiz. Şu anda evde çok şükür! Nefrostomilerinden kurtuldu. Bir tek sondası kaldı. Ama insan her duruma alışıyor. Sonda ile yaşamını idame ettiriyor.

Babam ilk rahatsızlandığında Numune Hastanesine yatırmıştık. Bir talihsizlik oldu ve 2015 yılını Haziran başında Selçuk Tıp'a naklettirdik. Üroloji Sevisinde Doç. Dr. Kadir Ceylan'ın hastası olarak tedavi altına alındı. Çok şükür Kadir Bey, babamın ameliyatı riskli olmasına rağmen tecrübesine güvenerek başarılı bir operasyon yaptı. Hastalık etrafa fazla yayılmadı. Babam hastaneye nakledildiğinde iki böbreği de iflas etmiş durumda idi. Uyguladığı tedaviyle börekleri tekrar çalışır vaziyete getirdi. Ama babamı esas hayata bağlayan olay ise doktor, hemşire ve hastabakıcıların hastalara olan yaklaşımları idi. Her sabah vizitte önce asistanlar, sora da hocalar hastaları ziyaret ediyorlar, tek tek ilgilenerek hallerini hatırlarını soruyorlar, onları ümitlendirecek, hayata tutunacak sözler söylüyorlar acil şifalar diliyorlardı. Sadece bizim doktor değil diğer hastaların doktorları da aynı şekilde hareket ediyorlardı. Günde iki defa ziyaret saati vardı. Her ziyaretten sonra mutlaka yerler paspaslanırdı. Sabah ve gece vakti de yerler, koridorlar paspaslanırdı. Bazen duvarları çamaşır suyla sildiklerini görürdüm; fakat bunu ne kadar sıklıkla yaptıklarını bilmiyorum. Her sabah hemşireler, hastabakıcılar, “Bugün nasılsın amca? Sizi daha iyi gördüm. İnşallah daha iyi olacaksın” diye umut veriyorlardı.

Birkaç ay sonra babamı Onkoloji Servisine havale ettiler. Burada da doktorlar ve hemşireler, hasta bakıcılar ve diğer personeller son derece nazik, hastalara karşı hassas davranıyorlardı. Hemşirelerin isimlerini pek bilemiyorum ama babam en çok zahide hanımın kendisinden kan almasını ya da onun iğne yapmasını istiyordu. Çünkü damarını daha rahat buluyordu. Diğer doktorların isimlerini pek bilemediğim için burada zikredemiyorum. Babamın doktoru İrem Hanım çok cana yakın birisi. Babamla her karşılaştığında ya da her ziyaret ettiğimizde “İsmail Amca nasılsın?” diye hal hatır sorar, hastasının gönlünü alırdı. Babam da her defasında “Sizlerin sayesinde çok iyiyim. Sağ olun. Allah razı olsun!” diye mukabele eder, onlara hayır dualarda bulunurdu. Aynı şekilde hemşireler nöbet değiştiğinde veya sabah geldiğinde yüzlerinde tebessüm, “İsmail Amca nasılsın?” derlerdi.

Babam bu gün iyi ise, yüzde yetmiş hayatını kendi halinde idame ettirebiliyorsa bu doktorların ve hemşirelerin hastaya güler yüzle yaklaşmaları sayesindedir. Babam onların konuşmalarıyla moral buluyor, ev hayatını ne kadar özlerse özlesin karşılaştığı sıcak ilgi onu mutlu ediyordu. Bu da hastalığını kısmen de olsa iyileştiriyordu.

Babamın zaman zaman enfeksiyonu yükseldiği için Enfeksiyon Servisine de yatırdılar. Bazen üç hafta yattığımız oldu. Bu zaman esnasında doktorlar, hemşireler ve hasta bakıcıları babama çok candan ilgi gösterdiler. Doktor Ayşe Hanım, Fatma Hanım, hocaları Şua Hanım ve ismin hatırlayamadığım servis doktorları topluca hastaları vizit gezerler, güven dolu sözleriyle hastaların umut ışığı olurlardı. Babam “Buradan ne zaman çıkacağız?” diye sorduğunda “Çok az kaldı İsmail amca. Biraz daha sabret. İki üç gün sonra seni taburcu edeceğiz” diyorlardı.

Biz bir iki hafta evde kalıp hastanenin yolunu boyladığımızda yine aynı güler yüzle İrem Hanım, “Koşarak gel İsmail Amca.” der takılır ve hal hatır sorar, gerekli işlemleri yaptırdıktan sonra hastaneye yatırırdı. Servisteki görevliler de “A, İsmail hoş geldin.” der, hemen yatağını hazırlamaya girişirlerdi. “Yatacaksın” dendiği zaman babam çok üzülürdü. Çünkü hastanedeki ilgi ve alaka ne kadar iyi olursa olsun illa ki kendi evindeki rahatlığı bulamazdı. Bir de annemden ayrı kalmaya dayanamazdı.

Babamın iki sözünden birisi: “Burada çok iyi bakılıyoruz. Allah devletimize zeval vermesin” olurdu.

Babam yaklaşık bir aydır evde. Şimdi her hangi bir sıkıntısı yok. Hava iyi olduğu zaman dışarı çıkıp 750 metre yürüyüş yapabiliyor. Abdestini annem aldırıyor ve namazlarını kılıp Kur'an'ını okuyabiliyor. Cuma günleri camiye gidebiliyor.

Ben, babam hasta olup hastaneye yatıncaya kadar doktorların bu kadar yoğun ve fedâkâr çalıştığını bilmiyordum. Hele İrem Hanım'ın küçücük çocuğunu Hastaneye getirecek kadar fedakârlıkta bulunabileceğini tahmin etmiyordum. Neticede küçük bir çocuk! Ne kadar dezenfekte edilirse edilsin mikrop üremeye müsait bir ortama bırak çocukların getirilmesi yetişkinlerin bile gelmesi son derce riskli.

Hastanede sağladığı temizlik, güvenlik, düzen ve tertipten dolayı Tıp Fakültesi eski Dekanı Prof. Dr. Oktay Sarı ve Selçuk Üniversitesi Hastanesini bu kadar benzersiz kılan doktor, hemşire ve diğer çalışanlara tebrikler ve sonsuz teşekkürler. Yeni dekan Prof. Dr. Serdar Göktaş'ın da aynı özveri ile çalışacağına inanıyor görevinde başarılar diliyorum.

Allah devletimize zeval vermesin, milli birlik ve beraberliğimizi bozmasın. Amin!