Yaşadığımız sıkıntıların başında büyük çoğunlukla iltimas, adam kayırma, ihtiras, entrika... bir anlamda ayıya dayı demek yatıyor. 

İşi ehline vermek yerine baltaya sap olamayacak kişilere veriyoruz. 

Suçlu olduğu halde, "sırf dostumuz, yakınımız, sırdaşımız..." diye 'Suçlu değil' diyoruz. 

Bırakın devlet görevliliğini, her meslekte bunu yapıyoruz. 

"Hemşehrim" diyerek, "candaşım" diyerek, "bunun arkası kalın" diyerek sürekli hayvana hakaret olmasın ayıların sırtını sıvazlıyoruz. 

Niçin? 

"Bugün onun işini yaparsam yarın o veya onun arkasındakiler de benim işimi yapar" diye. 

İşlerin başına bilgisiz, cahil, ukala, ne yaptığını bilmeyen insanlar geçmiş hiç umurumuzda değil...

Hani sırf Cumhuriyet'e, Mustafa Kemal'e küfretmek için Türkiye'nin geri kalmışlığını 1923'lere bağlayanlar var ya kendi pisliklerine bakmıyorlar bile.

Evet o dönemde savaştan çıkmış bir ülke, aç, açıkta ama onurlu. 

Kurulan fabrikaların başında, devlet kurumlarında, alanında ihtisas yapmış şahıslar var.

Bugünkü gibi yalınayaklılar değil! 

Cumhuriyet'in ilanında Türk ekonomisi dünyada en hızlı kalkınan 3. ekonomi iken bugün 10. büyük dünya ekonomisine girmek için bir tarafımızı yırtarcasına çalışıyoruz ama olmuyor.

Konya olarak 15 milyar dolar gibi hayali bir ihracatı hedefliyoruz ama olmayacak.

Niçin olmuyor? 

Çünkü dirayetsiz insanlara görev veriyoruz. 

Çünkü projeleri hayata geçirilmesi için her türlü yolu deneyecek cesarete sahip kişilerden yoksunuz. 

Çünkü en başta Konyalılar olarak İdare-i Maslahatçı bir yapıda yaşıyoruz. Aman böyle gelmiş böyle gider taassubu içindeyiz.

Çünkü ehveni şer politikasını terk edemiyoruz...

"Bu şahıs iyi Cumhuriyet, Atatürk, laiklik, milliyetçilik düşman, partimizi destekliyor buna en iyi kurumlarda görev verelim" zihniyeti Türkiye'yi işte bu noktaya getirdi. 

Sözde Müslümanız, ehli sünnete uymak için çırpınırız ama "İşi ehline verin" hadisi şerifini dahi hatırlamak istemeyiz.

Zihinler değişmediği sürece de yalınayaklılar dayı olarak kalmaya, gerçek dayılar da Türkiye'nin uçuruma doğru gittiğini görmeye devam edecek...

Vatandaşlar olarak da bu duruma o kadar alışmışız ki fıkraya bile konu olmuş. 

Köylüyle ayı arasında geçen şu olay aslında ayı-dayı durumuna alıştığımızın göstergesi; 

Köylünün biri, sürekli tarlasına zarar veren ve tarlayı perişan edenin ne olduğu anlamak için, bir plan yapar. Bir kuytu köşeye çekilir ve gece gündüz beklemeye karar verir. Akşam karanlığı yeni çökmüştür ki; bir hışırtı duyar ve dikkat kesilir. Bir de bakar ki kocaman bir ayı. Tarladaki ekinden koparıyor, kokluyor beğenmediklerini atıyor, beğendiklerini karnını doyuruncaya kadar yiyor. Köylü çok şaşırıyor ve emin olmak için, bir akşam daha bekliyor. Ertesi akşam yine aynı ayı, aynı şekilde geliyor ve ekinleri koparmaya başlıyor. Köylü dayanamıyor, tüfeğini doğrulttuğu gibi ayı orada vurup öldürüyor. Olay resmi makamlara intikal ediyor... Hakim duruşmada soruyor:

- Evladım! Sen av yasağı olduğunu bilmiyor musun? Bu hayvanlar koruma altında. Nasıl bu hayvanı öldürürsün? Yasalara göre; tutuklanman ve 15 yıl hapis cezası ile cezalandırılman gerekiyor.

Köylü çok şaşırıp, hakime soruyor:

- Nasıl olur hakim bey bu hayvan benim bütün tarlamı mahvetti. Hatta bana da saldırdı. Ben de onu öldürdüm!

Hakim:

- Vallahi evladım! Bu kanunu ben yazmadım. Bunu meclistekilere soracaksın ben sadece uyguluyorum.

Köylü bir kez daha şaşırır ve şöyle der:

- Bu ayının da mecliste adamı varsa pes doğrusu!