Yönümüzü kaybediyoruz. Ay ışığına ulaşamayıp sokak lambalarına dadanmış böceklerle aynı kaderi paylaşıyoruz. Hayata değil ölüme koşuyoruz. Şehri baştan aşağı saran gökdelenlerin, kulelerin devasa ışıklarına aldanıp denizden uzaklaşan deniz kaplumbağaları gibi can veriyoruz. Her şeyi kirlettiğimiz gibi böceğin kaybolmasına, kaplumbağanın can vermesine sebep olan ışığı da kirletiyor, kirlettiğimiz ışıkta kendimiz için parıl parıl hayatlar kurduğumuzu sanıyoruz. Oysa hem böceğin hem kaplumbağanın hem de kendimizin katili olmaktan öteye gidemiyoruz. Gösteriş, ihtişam, şatafat ışıkları bizi kendine çekiyor, Ay ışığını satıp koşuyoruz. Meğer fazla ışıkta küçülen göz bebeklerimiz değilmiş sadece, beyinlerimiz de küçülüyormuş. Düşünmeden, sorgulamadan, sonundaki karanlığı bile bile; er geç sönecek olan ışıkları, Ay ışığının vefasına tercih ediyoruz.

Kandırılıyoruz, göz göre göre kandırılıyoruz. Küçük dünyalarımız büyük oyunların pençesinde, fark edemiyoruz. Yüzümüze yüzümüze tuttukları ışıklar gözümüzü alıyor, önümüzü göremiyoruz. Işık küffarın elinde, asırlar öncesinden kurulmuş planların içinde oynatılıyoruz. Bu asırlık planların sahiplerini bozguna uğratan ecdadımıza karşı vefa göstermek şöyle dursun, yolumuza kurulan tuzaklara seve seve düşüyoruz. Küffarın hayali tıkır tıkır gerçekleşiyor, bizler küçük dünyalarımızda günübirlik kahramanlıklarla yetiniyoruz.

Tükeniyoruz, önümüze her gün taze taze, sıcak sıcak sürülen oyunlar içinde eriyerek tükeniyoruz. Kendimizi tanıyamadan, bize tanıtılan sahte benliklerimizi oynuyoruz. "Tarih bilen genç" artık hikâye, "modayı takip eden genç" var tedavülümüzde. "Fikir üreten genç" lâzım değil(!), "prezentabl, şovmen genç" nasıl da yakışır şu samimiyetsiz hallerimize. Nasıl da yanlış anlıyoruz "başarılı kadın"ı, "güçlü adam"ı. Zaten eğri oturuyoruz, bari doğru konuşalım; evlatlarımızın değil, şirketlerimizin kahramanlığını yapıyoruz.

Unutuyoruz, sapasağlam köklerimizi, görkemli dallarımızı unutuyoruz. Soğuk asfaltlara çarpa çarpa savruluyor, gün geçtikçe kuruyoruz. Can çekişiyor fıtratlarımız, biz nefsimizin çıkarlarını güdüyoruz.

İçimizde çığlık çığlığa bir vicdan, hâlâ umutlu iman... Sabaha kalmaz bu sokak lambaları, vefalı Ay ise Güneş'e devreder sırayı, yine de terk etmez semaları. O hâlde durmamalı, elinden tutup kaldırmalı yitip giden hayatları. Dinlemeli merhum Necip Fazıl'ı:

"Aman efendim, aman!

Galiba ahir zaman.

Manzarası yurdumun

Tufan gününden yaman!"