Bir yılı daha geride bırakıyoruz. İçinde bulunduğumuz ay Aralık ayı. Aralık ayı deyince benim aklıma bir soğukların başlaması bir Mevlana ihtifalleri ve Şeb-i Arus ayinleri, 17 ve 25 Aralık yolsuzluk operasyonları bir de ayın sonlarına doğru 1964'te EOK komitacıları tarafından kıtır kıtır doğranan ve tarihe “Kanlı Noel” olarak geçen Kıbrıs Türkleri gelir.

İlk haftası Konya'da güneşli geçen Aralık ayı yavaş yavaş soğuk yüzünü göstermeye başladı. Dün hava çok soğuk ve puslu idi. İnsanı gama kasavete sürükleyen bir hava Konya'da hüküm sürüyordu.  Bu gün ise hava gene puslu, hafif hafif kar atıştırmakta.

Bizler sıcacık evlerimizde oturuyoruz. Çok şükür karnımız tok, sırtımız pek. Herhangi bir şikâyetimiz yok. Ama herkes bizimle aynı şartlarda yaşamıyor. Türkiye'ye sığınmış pek çok göçmen gibi Konya'da da evinden yurdundan olmuş çok sayıda soydaşımız zor şartlar altında hayatlarını sürdürmeye çalışmaktadır. Devletimiz bunların iaşesini, barınmasını sağlamaya çalışıyor; fakat bu çabalar yeterli olmuyor. Çünkü Türkiye'nin kendi vatandaşının da %25'i işsiz ve açlık sınırında hayatlarını idame ettirmeye çalışıyorlar.

Bir hafta önce işyerinden çıkıp şehre doğru seyr halinde iken bir baba-kız yol kenarında el kaldırdı. Durduk ve arabamıza aldık. Biraz sohbet ettik. Malumunuz Suriyeli... Üstlerinde yok, ayaklarında yok. Perişan bir vaziyetteler. Bize Eski Garaj istikametine gidip gitmediğimiz sordular. Biz de sizi uygun bir yerde bırakırız, dedik. Orada insani yardım kuruluşlarından biri olan Ribat'ı arıyorlarmış. Bu aileye yemek için fiş vermişler. Adamın ifadesi aynen şöyle: “Bizler, açız, aç! Yiyecek sıcak bir aşa ve ekmeğe muhtacız. Çalışmak istiyoruz, iş bulamıyoruz!”

Sevgili hayırsever Konya Halkı! Çevrenizi kollayıp gözetiniz. Sadece derneklerin faaliyeti, bu aç insanları doyurmaya, barındırmaya, üstünü başını donatmaya yetmiyor. Sizlerin de bu insanların ellerinden tutmanızı, lokmanızı paylaşmanızı tavsiye ediyorum. Bu bir insanlık görevidir. Bu insanları, belki barındırmaya yeriniz olmayabilir; ama yaptığınız aynı ve nakdi yardımlarla onların sıcacık bir çorba içmesine, karınlarının doymasına, yüzlerinin gülümsemesine, kalplerinde bir ümit ışığı doğmasına vesile olabilirsiniz.

Danimarka geçen hafta bir karar aldı: “Üzerinde 300 yürodan fazla para ve ziynet eşyası bulunan göçmenlerin eşyalarına el koyacakmış.” Bizim Türk basını bunu bir hafta gazetelere manşet, televizyonlara da ana haber yaptı. Bir hafta boyunca kafamızı ütüledi. Neymiş efendim, “Danimarka'nın yaptığı insanlık dışı bir uygulamaymış!” Tamam, düşüncenize aynen katılıyorum, sen bu uygulamanın neresinde yer alıyorsun. Muslüman bir ülkenin vatandaşının, hem de soydaşının Danimarka da ne iş var? Bu insanlar neden Müslüman ülkelere değil de elin “gâvuruna” el açmak mecburiyetinde kalıyor? Biz öncelikle Müslüman ülkeleri ve Müslüman Türk halkını sorgulamayız. Onlar nerede? Neden Müslümanlar Ensar gibi olamıyorlar?

Görüşlerinden etkilendiğimiz, insanlık ve merhamet sevgisi dünyayı kuşatan, kendisini Kur'an'ın bir kölesi ve Hz. Peygamberin ayağının tozu olarak kabul eden Hz. Mevlana'nın ihtifalinin yapıldığı bu günlerde onun görüşlerinden ve merhamet duygularından feyz alan Sevgili Konyalılar! Yerel ve merkezi yöneticiler! Ege Denizinde batan göçmen gemilerinden, -tabii ki bunlara gemi demek yerinde olursa-, boğulan biçarelerden hepimiz suçluyuz. Onların vebali bizlerin üzerinedir. Bu insanlara gücümüz nispetinde yardım elimizi uzatmalı, yardım dernekleri kurmalı, onları belli bir yerde konteynerler inşa ederek iskân etmeliyiz. Onları kurda kuşa yem etmemeliyiz. 

Bizler nasıl Mevlana'ya olan sevgimizden dolayı onun türbesini ziyaret edip, törenlerine koşuyorsak fikirlerinden istifade edip, merhamet pınarlarından kana kana içelim. Yunus Emre'nin dediği gibi “Sevelim sevilelim”. Bu Hazreti pirin de parolasıdır. O tüm insanları sevmiştir, herkese kucak açmıştır. Bizler de onun yolundan gidelim. Muhtacîni ve biçareleri koruyup, kollayıp gözetelim.

***

Makalemin başında da belirttiğim gibi 17 ve 25 Aralık yolsuzlukları da benim aklımdan hiç çıkmıyor. 17 Aralık'ta yapılan yolsuzluk operasyonlarında zan altında kalan bakanların istifa etmek yerine hatta birisinin “ ben başbakanın talimatından başka bir şey yapmadım” diyerek sabık başbakanı da olaya dâhil eden birinin sonradan 180 derece çark ederek istifa ettiği partisinden milletvekilliğine devam etti. 17 Aralık ihtifalleri ile bu olay kapatıldı ve kamuoyundan düşürüldü.

Dinimizin ön önemli rüknü “kalem gibi dosdoğru” olmaktır. İhtifallerde hep peşinde koştuğumuz, önünde saygıyla eğildiğimiz Hz. Mevlana'nın fikirleri de doğruluk ve sadakat üzerinedir. “Hamdım, piştim, yandım” derken Hz. Mevlana Allah'a duyduğu aşkla tüm insanlığı kucaklamakta,  “Bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değildir” diyerek insanları ümit-var olmağa çağırmaktadır. Yani Allah'ın yardımından, merhametinden, affından asla ümidimizi kesmememizi vurgulamaktadır. Bunun da şartları vardır. Bunların içinde en önemlisi, olmazsa olmazı, her fiilde, amelde tam bir samimiyet, sadakat ve dosdoğru hareket etmektir. Bu bakanları ve yolsuzluğa karışanları destekleyen biçarelere Hz. Mevlana'nın fikirlerinden hisse-mend olmalarını tavsiye ediyorum.

***

Hiç unutamadığım, hatırladıkça içimden öfke volkanlarının taştığı bir olay da yine Aralık ayı içinde gerçekleşen ve tarihe “Kanlı Noel” olarak geçen Kıbrıs Türklerinin 1963'te EOK katilleri tarafından insafsızca katledilmeleridir.

İsviçre'nin Zürih kentinde Türkiye, Yunanistan ve Birleşik krallık temsilcileri bir araya gelerek Kıbrıs anayasasını hazırlamışlar 16 Ağustos 1960'da Ada'da iki toplumun egemenlik esasına dayanan Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuştu. Cumhurbaşkanı seçilen III. Makarios 1961 yılında mevcut anayasa ile Kıbrıs'ın yönetilemeyeceğini iddia etmeye başladı. Kasım 1963'te Kıbrıs Türklerinin bağımsızlık haklarını yok sayan 16 maddelik bir değişik teklifini Birleşmiş Milletlere sundu. Akritas planı adı verilen bu prensipler çerçevesinde Adada gerginliği artıran yayınlar Aralık ayı boyunca devam etti. Türk tarafına bu değişikliği kabul edilmesi için baskı ve şiddet uygulamaya başladı. 

20 Aralık 1963 gecesi Lefkoşa'nın Tahtakale semtinde otomobillere açılan ateş sonucunda Halil Zeki ve Cemaliye Emirali öldürüldü. İlk başta 30 köy, toplamda ise 103 köy saldırıya maruz kaldı. Kaymaklı semti abluka altına alındı, Kanlı dere bölgesinde Türklere karşı saldırılar düzenlendi. Larnaka ve Tuzla da Türk evlerine ateş açıldı ve 9 kişi öldürüldü. Bu bölgedeki 13 Türk köyünün sakinleri 23 Aralık gününden itibaren daha büyük Türk köylerine göç etmişlerdir.

21-22 Aralık'ta Ayvasıl'da Türklere saldırılar düzenlendi. 12 kişinin öldüğü bildirilen saldırılar Ocak ayına kadar c devam etmiş, 13 Ocak'a kadar devam eden kazılarda 21 kişinin cesedi bulunup Lefkoşe Tekkesi bahçesine defnedilmiştir.

Hıristiyanların Noel olarak kutladıkları 24 Aralık'ta Kumsal semtine yapılan saldırılarda 11 kişi öldürülmüştür. Bunlardan dördü, garantör Devlet Türkiye'nin gönderdiği Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alay'ında görevli Tabib Binbaşı Nihat İlhan'ın ailesiydi. İlhan'ın evinin banyo küvetinde eşi Mürüvvet İlhan ve çocukları Murat, Kutsi ve Hakan feci şekilde katledilmişti. Baskının yapıldığı ev daha sonraları Barbarlık Müzesi olarak ziyarete açılmıştır.

İşte batının iç yüzü bu. Benim Aralık ayında hissettiklerim bunlar! Kendilerini medeni sayan batının ne kadar merhametli olduğu ortada! Bunun için Danimarka'nın yaptıklarını yadırgamayalım. Onların tiyniyeti bu. Bunun için onlardan merhamet dilenmek yerine Mevlana'nın dediği gibi gelin birlik olalım, güçlerimiz birleştirelim, bileğimizi kimse bükemesin. Biz Türk-İslam dünyası olarak kırk yamalı bohçaya dönmezsek, kimse bizim ümüğümüze çökemez.