Amerika Birleşik Devletleri'nde seçim heyecanı yaşanıyor(muş)...

Pek umurumuzda olmasa da tam olarak bize ne diyemiyoruz. İster istemez markajımız altına alıyor ve uzaktan da olsa takip ediyoruz Amerika Birleşik Devletleri'ndeki seçim sürecini...

Başkanlık sisteminde seçimin nasıl yapıldığını da merak ediyorduk. Türkiye'de Başkanlık Sistemi gelir mi gelmez mi, olursa Amerika'daki gibi bir yöntemle mi olur bilmiyoruz ama Başkanlık Sistemi gündemimizde uzunca bir süre yer edinince ABD'deki Başkanlık seçimi de daha çok dikkatimizi çekmeye başladı. 

Hani en azından Başkanlık Sistemi'nde seçim nasıl yapılıyormuş, kimlere oy veriliyormuş, vatandaş kimi başkan seçeceğini neye göre ve nasıl belirliyormuş, fikir sahibi olalım istiyoruz. 

ABD'de başkan olmak için yarışan iki aday var. Biri Trump, dünyanın sayılı zenginlerinden...

Diğeri de Hilary Clinton. Siyasi tecrübesi olan bir isim. Daha önce Amerika Dışişleri Bakanlığı ve Bll Clinton'un Başkanlığı döneminde firstlady olarak gördük onu. 

Adayların başkanlık koltuğuna giden süreçte sokaktaki vatandaşın kullandığı oyun doğrudan bir etkisi olmuyor. Başkanın direkt olarak kendisine oy verilmiyor. Seçiciler Kurulu adını verdikleri bir kurul var. Vatandaş bu kurula girecek olan isimleri belirlemek için sandık başına gidiyor. 

Sonra bu Seçiciler Kurulu üyeleri de başkanı belirlemek için sandık başına gidiyor. 'İleri demokrasi' dedikleri şey bu olsa gerek...

Gittiği her yere 'demokrasi!' götüren, demokrasinin yer yüzüne hakim olması için çalışan ABD'den de böyle demokratik bir seçim beklenirdi zaten...

Bizim derdimiz kimin başkan seçildiği değil aslında. Başkan adaylarının seçim propagandalarına baktığımız birbirileri ile gavurluk yarışına girdiklerini anlayabiliyoruz. 

Dost görünümlü bir düşman olan ABD'nin geçmişten bugüne hiçbir dostluğunu görmedik Türkiye olarak. 

Hep dost göründü, hep kalleşlik yaptı, sonra yanlışlıkla olmuştur dedi. Özür dileme erdemini de gösterdi, hakkını yemeyelim şimdi demokratik ABD'yi...

Seçim propagandalarına baktığımız zaman okların bize döndüğünü anlayabiliyoruz. Belki de bizimle ilgili fikirlerini paylaşırken sadece seçim dönemlerinde bu kadar şeffaf davranıyor ve fikirlerini kendi halklarına açık yüreklilikle sunabiliyorlar. 

Dost görünümlü düşmanımız ABD'nin başına kim geçerse geçsin, sonuç değişmeyecek. Bir dönem Obama ile ilgili de Müslüman olduğu yönünde algı operasyonları yapılmış, bizden yana bir sempati oluşması için çaba harcanmıştı da, sonrasında ABD demokrasisini sınırımıza kadar getirmişti. 

ABD başkanlarının seçim yarışının başladığı Şubat ayından bu yana yaptıkları seçim çalışmalarındaki propagandalarda hep kan gördük, vahşet gördük...

Dünyayı kendisinin eyaleti gibi gören ABD'nin sorunu artık ABD'nin dışında kalan coğrafyalar olmuş. Hedefinde ise Türkiye'yi de içine alan Ortadoğu coğrafyası var. Buralarda şimdiye kadar demokrasi mücadelesi kapsamında ne kadar büyük mücadeleler verdiklerine hep birlikte şahitlik etti. 

Demokrat ABD, şimdiye kadar demokrasi tohumlarını serpiştirdiği topraklardan petrol gibi lüzumsuz şeyleri aldı gitti. Demokrasi ile birlikte kan fışkırdı o topraklardan. Zulüm büyüdü. Bir yetimin minik bedeninde vücut buldu demokrasi. 

Türkiye'yi de defalarca aldattı demokratik ABD... İşte 15 Temmuz olayları... Bağrına bastığı FETÖ lideri Fethullah Gülen'i 'demokrasi adına' ne de güzel koruyor. 

Yeni dönemde de değişen bir şey olmayacak. Düzeni bir değiştirmediğimiz sürece demokrasi işgaliyesi kaldığı yerden devam edecek. Ama yanlış anlaşılmasın, samimi duygular ve iyi niyetlerle...