Makale başlığı, ünlü Çek yazar Milan Kundera’nın “Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği” isminden mülhem. Değineceğimiz konuya uygunluğu bakımından böyle bir başlık atmayı münasip gördük. Yöneticiliğin ilkeleri ve cilvelerini zaman zaman makalelerimizde, ele alıyoruz.. Bu makalemizde de yaşanılan olayların ışığında, dersler çıkarmaya çalışacağız.

Askerlik yapanlar çok iyi bilir: bölük-takım ip gibi dosdoğru sıralanır ve aldıkları komutla, birlikte hareket eder. Yönetimin de çalışanları belli bir görev-faaliyet-hedef-amaç doğrultusunda hizalandırma ve eşgüdümlü hareket ettirme neticesine matuf, rehber-talimat hazırlama ve eğitim, talimle, etikle, donanımla içselleştirme ve gerçekleştirme görevi vardır.

Bu görevi yerine getirmediğinde ne olur? Her yapılan işte: herkes kendi kafasına göre hareket eder, işlerin yönetici tarafından kendince düzeltilmesi için yönetici fazladan zaman harcar ki bu, yönetici ve çalışan için hem zaman kaybı olur hem de bıktırdığı için motivasyon kaybına yol açar. İnsanlar bu işyerinden fırsatını bulduğunda kaçmak ister. İşyerinde verimsizlik, huzursuzluk artar ; yönetici faturayı çalışanlara kesmek ister ve işin esasını bilmeyenlerce de bu savı kabul görebilir.

Kabul etmek lazımdır ki, günümüzde dikey hiyerarşi ve kollektif sorumluluk artık işlevsel değildir. Olaylar, konular artık çok farklılaşmış ve uzmanlık gerektirmektedir ve üstelik bu yapıyla hantallıktan ve yavaşlıktan kurtulabilmek mümkün değildir. Dolayısıyla, hızlı ve etkin bir çözüm olan yatay hiyerarşiye ve takım sorumluluğuna geçmek gerekir yani; bir bilemedin en fazla iki kademe, işin yürütülmesinde, karar verilmesinde yeterli olmalıdır. Ancak bu takdirde, eğer yukarıda bahsettiğimiz gibi hizalandırma (alignment) yapılırsa işyerindeki oluşan verimsizlik ve uyumsuzluğun önüne geçilmiş olur.

Bir diğer önemli ve bu hafta üzerinde durmak istediğim husus da, bir kaza incelemesi nedeniyle vakıf olduğum bir çıkarsamadır. Yöneticinin belki ilk bilmesi, öğrenmesi, araştırması gereken kendi işi ilgili kanuni yükümlülüklerdir. Bunları en ince noktasına kadar bilmek, uygulamak ve nezaret etmekle yükümlüdür. “Ben yazdım”, “ben söyledim” demek sorumluluktan kurtarmaz; amir yetkisiyle engel olma, men etme de basiretli bir yönetici olarak beklenir. Böyle yapıldığında belki kimse “iyi yapıyorsun” da demez, sizi “takdir de etmez”, “ödül de vermez” ve hatta karşınıza bir çok kimseyi de alırsınız.

Tüm bunların öğrenmesi ve uygulanması olayların ardından gelirse, yandı gülüm keten helva. Bu safhada olaylar, görevliler tarafından geriye doğru: duygu değil akılla, yasayla birlikte ele alınır ve öylece değerlendirilir. Gerçekten, bu takdirde mızrak çuvala sığdırılamaz. Bu sefer, kümülatif olarak zaman içerisinde ihmal edilen önemsenmeyen hatalar toplanır ve karşılanamaz bir maliyet olarak fatura kesilir. Zaman içerisinde kazanıldığı sanılan herşeyi, yaşanılan bir kaza, çok fazlasıyla bir anda alır götürür. Zira, hayatın tekrarı ve yerine konması mümkün değildir. Deyim yerindeyse her şeyden önce “bize bir şey olmaz” düşüncesi derhal terk edilmeli, “olacağı varsa olur” anlayışına geçilmelidir.