YOK SAYILAN AMA YOK OLMAYAN KLASİK EDEBİYATIMIZ

Abone Ol

Geçtiğimiz hafta Konya Aydınlar Ocağı Salı Sohbetleri’nde konuşmacımız Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nden divan edebiyatında ülkemizin önde gelen isimlerinden Dr. Ömer Demirbağ idi. Hocamız eskilerin deyimiyle ağyarına mani efradına cami bir anlatımla klasik edebiyatımızın hikâyesini bizimle paylaştı.

Zengin bir hazine üzerinde oturan fakir ev sahipleri olduğumuz gerçeğini söz konusu sohbette bir kez daha anladık. Lise yıllarında aruz kalıpları gözümüzde büyütülerek divan edebiyatından nasıl uzaklaştırıldığımız hatırladık. Bu edebiyatın günümüzde büyük çoğunluk için bir mana ifade etmediği sözlerinden etkilendik.

Türk milletinin İslam ile tanışmasından sonra başlayan klasik edebiyatımız, 12-13 yüzyıllarda emekleme dönemini yaşarken, özellikle 14.-15. ve 16. yüzyıllarda en olgun çağını yaşamıştır.17,18, 19. Yüzyıllarda her ne kadar arada bir Şeyh Galip gibi bir deha çıksada da etkisi azalmıştır.

20.yüzyılda da divan edebiyatımız hak ettiği yeri alamamıştır. Batılı şiir anlayışının ve her biri yanan sönen bir ışık gibi olan Birinci Yeni, İkinci Yeni vb. gibi hiçbir derinliği olmayan akımların gölgesinde kalmıştır.

Buna rağmen her ne kadar birileri yok saymak istese de klasik edebiyatımız,” güneşe karşı gözünü kapayan kimse yalnız kendine gece yapar” sözünde olduğu gibi günümüzde de ışıkları ile yolumuzu aydınlatmaya devam etmektedir.

Günümüzde 284 kadar şairin divanı olduğunu ifade edersek bu meşalenin bugün de yanmaya devam ettiği düşüncesine siz de katılacaksınız.

Belki de en büyük sorunumuz klasik edebiyatımıza ön yargılı bakmamızdır. Çok ağır, ağdalı bir ifadeye sahip olduğu ve geçmişte kaldığı şeklindeki yaygın inançtır.

Klasik edebiyatımızı anlayabilmek için bir birikime ve altyapıya ihtiyaç vardır. Kelime dağarcığı 300-500 ile sınırlı bir nesil için bir gazeli anlamak çok zor olsa gerek.

Bütün bunlara karşın,İngiltere için William Shakespeare, Almanya için Johann Wolfgang von Goethe ne ise bizim içinde Fuzuli, Baki, Nabi, Şeyh Galip  o olmalıdır.

Yerine geldi bir anekdot paylaşalım.

Kanuni önceden tebrik, takdir ettiği ve destek verdiği Baki’yi kendini eleştirmesi üzerine Bursa’ya sürgün eder. Ama göz-kulak olmaya devam eder. Etrafındakiler bu duruma anlam veremezler.

Padişaha,”Efendim hem sürgün ediyorsunuz hem de yardım ediyorsunuz neden? ”Diye sorarlar.

Cevap müthiş: “Bakınız! Balkanlar bugün bizim ama yarın elimizden çıkabilir.Ama Baki’nin ismi kıyamete kadar yaşayacaktır.”

Eski şiirin rüzgârını yakalayabilmek için ne yapılmalıdır? Öncelikle bizim birikim ve altyapı olarak onun seviyesine çıkmamız gerekir.

Klasik edebiyatımızı sevdirecek çalışmalar yapılmalı. Okullarda da divan şiirine ilgiyi artıracak arttıracak etkinlikler yapılmalı. Şiir yazma ve ezberleme yarışmaları tertip edilmeli.

Divan edebiyatı konusunda kamuoyunu aydınlatmada öncü olan Hayati İnanç ve Ömer Demirbağ gibi üstatlara buradan teşekkür ederken, hocalarımıza bu konuda daha fazla imkân sağlanmalı….

Bundan bir asır önce avamından havasına kadar meramını beyitlerle anlatabilen bir nesilden, isteğini değil bir beyitle düzgün bir cümle ile anlatamayan bir kuşak haline geldiğimiz gerçeğini göz önünde bulundurmak suretiyle yeni adımlar atmalıyız.

Klasik edebiyatımız konusunda bir yazı değil onlarca yazı yazılsa yine azdır. Amacımız bir farkındalık oluşturmaktır.

Yazımıza son verirken, Üstat Ömer Demirbağ Hoca’nın gazelinden iki beyitle yazımızı noktalayalım.

“Yâ Rab benim her müşkülüm lutfunla sen âsân buyur

İnsân yarattın zâhirim hem bâtınım insân buyur

 

Yâ Rab zayıf bir halkayım düştüm yuvarlanmaktayım

Lutfet elim tut kalkayım hem ye’si yer yeksân buyur”

 

Selam ve dua  ile..