Yerli ve milli kavramı son günlerde dilimizden düşmüyor.

Çok değerli bir ülkü ama gerçekten manasını bilerek mi sahipleniyoruz belli değil.

Yani yerli ve milli kavramını gerçekten içselleştirebildik mi?  Yaşam biçimimiz haline getirebildik mi?

Üretim ve tüketim kültürümüzün bir parçası haline getirebildik mi? Daha çok yolumuz var.

Sahiplenenler kadar, eleştirenler de aynı; Yerli ve milli kavramını sadece eleştirme sebebi, itibarsızlaştırma mantığı ve ruh haletine dayanıyor.

Aslında yerli ve milli üretim düşüncesi toplum içinde kültürel temelleri olan davranışlar haline gelmeli.

Yoksa ;

Yerelde üretilip de milli olmayan onca ürüne yerli ve milli dediğimiz gibi,   ülkede üretilmeyip de milli olabilecek ürünlere de yabancı ürün gözüyle bakabiliriz.

Zaten üreticilerimizin birçoğu da ürünlerinin tanıtımında bu zihinsel karışıklığı yeterince kullanıyor, istismar ediyor.

Ürünlerinin tanıtımında ve reklamlarında yerli ve milli kavramını çok kolay kullanıyorlar.

Ne patent, ne ürün, ne tasarım, ne üretim teknolojisi yerli ve milli olmayan ürünler pazarda yer buluyor. Yerli ve milli diye piyasadan pay devşirmeye çalışıyorlar.

Para da kazanıyorlar ama bir türlü kendi teknolojisine geçme konusunda yeterli gayreti göstermiyorlar.

Öyle ürünler gördük ki; 1970’lerde üretime başlanan uzun süre de ülkemizde üretilen kuş serisi otomobillerle yıllarca övündük. Adı Türkçe olunca yerli ve milli sandık. Milletin meclisinin çıkardığı gümrük kanunları ile onları zenginleştiren duvarlar bile ördük.

İthal ikame ile sanayiyi geliştirme politikasının bir parçası olarak başlanan bu sistem daha sonra asıl politika haline geldi. Hatta Anadolu’nun her yanına böyle yayıldı ve bir üretim kültürü haline getirildi.
Koca koca holdingler oldular ama ülkemize stratejik bir ürün,  marka kazandıramadılar.

En iyi yerli, yerli mercedes, yerli marka gibi sloganlarla milletin bu yönde kültürel uyanışının önü kesildi.  1930’larda her konuda uyanmaya başlayan hatta içinden Uçak yapan insanlar çıkaran bir millet yeniden uyuşturulma yoluna sokulmaya çalışılıyordu.

Yerli ve milli  diye diye  toprağımızda üretilen  tohumlar, tarım ürünleri, hayvancılıkta kullanılan yemlerin büyük kısmı   GDO’lu  ve yabancı kaynaklı hale geldi.

Kopya, taklit,  kolaycılık toplum olarak her yanımıza işlediği için kendimize ait tasarlanmış patenti bize ait projelere bile inanmaz olduk. Öyle ki 1970’li yıllarda ve 1980’li yıllara geldiğimizde sadece üretmiyor değildik,   üretebileceğimize inanmıyorduk.  Kumaşı Bursa’da Akfil firmasında üretilen  kot pantolon Amerikan  malı diye milletimize pazarlanıyordu. Kendimize inancımızı kaybetmiştik.

Son zamanlarda yaptığımız birçok güzel ürünlerde sonradan ortaya çıkan aksaklıklar da bunların izleri hala yaşıyor.

Yerli İHA yapıyoruz kamerasını kullanamıyoruz.  Çünkü bizim tasarımımız değil, kullanamıyoruz.

Helikopter ihraç ediyoruz motoru bize ait değil. Tank yapıyoruz motoru bize ait değil. Hiç olmazsa tasarımı ve patenti bize ait olabilirdi.

Bütün bu gelişmeleri bizleri uyandırıyor. Çok şükür kötü komşu insanı mal sahibi yapar misali hepsinin bize ait tasarımı, malzemesi üretimi olan ürünlerimiz peş peşe ortaya çıkıyor.

Gururlanıyoruz.  Neydi yanlış olan?

Milli ürün tasarlama, milli patent, milli üretim kültürünü toplumca tamamen içselleştiremedik.

Bizim topraklarımızda üretileni bizim sandık…

TOGG yerli ve milli otomobilimiz; milli tasarım milli irade sergileyince bile birçok insan bunu kabullenmekte güçlük çekti. Bir kısmı da muhalif zihni yapıdan kabullenmek istemedi. Hatta tasarımında başlarda kopyacılık şüphesi oluştuysa da,  çok şükür bu otomobili başından işi sıkı tuttuk tasarımından üretimine patentlerin sahibi olduk. Her an makam mevki sahibi olmak isteyen bir yönetici ve bürokratın hırsına kurban olabilir mi?  Olabilir, çok dikkatli olmak lazım. Patent sahibi olmak için harcadığımız enerjinin çok daha fazlasını korumak için harcamalıyız.

Bir ürünün yerli ve milli olabilmesi için tamamen tarafımızdan tasarlanıp, projelendirilip, üretilirse bütün işlemler yurt dışında yapılsa bile bu ürün yerli ve millidir.  Çünkü burada ürünün hakları ve standartlarını belirleyen ve o standartlara göre ürettiren biz oluyoruz.

Mesela  I Phone    tamamen  Amerika dışında değişik  ülkelerde üretilmesine rağmen Amerikan malı.

Bunun gibi birçok ürün Amerikan Avrupa malı ürünler Çin’de Kore’de üretiliyor. Bizde üretilen Renault, Bosch, Fiat, Honda, Mercedes, Man, Siemens  gibi binlerce marka bizde üretilmesine rağmen  yabancı ürünlerdir. Yerli üretim ama milli değildir.

Burada önemli olan iradenin sahibi olmaktır. Yani  marifet; ürünün tasarımı,  projelendirilmesi, ürettirilmesi, standardının ortaya konması ve o standartlara uygun ürettirici olmaktır.

Sadece sanayide değil.Üniversitelerimiz,  sanatçılarımız,  zanaatkârlarımız hepimiz kendi özgün tasarımımıza yeni yeni geçiyoruz.

Dünyada bugün sistemin  değiştirildiği, kuralların yeniden yazıldığı şu dönemlerde her alanda kendi irademizi ortaya koyarak küresel düzeyde lokomotif  ürünlerin kaşifi olmalıyız.

Sadece  ürünler değil ;

Lokomotif özelliği olan stratejik politikalar, teknolojiler,  bakış açıları geliştirmeliyiz. Yeni gelişimlere göre pozisyon almalıyız.

Çağımızda önde ve önder olacak güçler için veri, verinin analizi,  uygulama iradesi önemli olacaktır.

İnsansız hava araçları, deniz araçları, askeri malzemeler, motor teknolojisi, tarım ve daha birçok alan bu konuda son zamanlarda gösterdiğimiz en güçlü stratejik adımımızdır.

Yeşil enerji, elektrikli otomobil, elektrikli tarım aletleri, enerjinin depolama sistemleri ülkemizi gelişen dünyada çok çok önlere çekecek.  Bir sonraki teknolojinin mucidi oluncaya kadar uğraşmalıyız.

Çağın gelişen yönünün kaptanı olmak için rotayı çizen güç olmak lazım.

Aynı zamanda politik iklim,  küresel ekonomide oyun kurucu olmak, olayları bu düzeyde algılamak lazım. İlkokuldan üniversiteye, mahalleden kentlerin merkezine kadar toplumun her seviyesinde gelişim algısını zihinlerimize doğru yerleştirmeliyiz. Tabi ki vahşi kapitalizmin insanı yok sayan yönü ile değil, insanı insanlık makamına oturtarak.  Öyle olmalı ki; toplumsal bilincimizi de bu yeni rotanın uygulayıcı  bir devletin  vatandaşı olarak yetiştirmeliyiz.

Gözünün gördüğüne, kulağının duyduğuna inanan  kültürel yapıya sahip vatandaş, toplum hatta sanayici yapısından; analiz eden, muhakeme eden, tasarlayan, öngören bir bilince ulaşmış bir kültürel  yapıya dönüşerek bunu başarabiliriz. Liyakate inanmış verimliliği ana felsefe yapmış insan kaynağının değerini anlamış bir bilinç ile neler yapılmaz.

Ülkemiz şu an itibari ile bu yönde açılımlar yapmakta.  Dünyadaki gelişmeler de bunu destekliyor.