Başkan Kavuş süt üreticileri ile iftarda buluştu Başkan Kavuş süt üreticileri ile iftarda buluştu

Akören’i zor yıllar ayakta tuttu-3

Araştırmacı-Yazar Muzaffer Tulukcu, Akören Tarihi’ni kaleme almayı sürdürüyor. Akören’de yaşanan sıkıntılara, zorlu dönemlere dikkat çeken Tulukcu, bu zorluklara Akören halkının nasıl göğüs gerdiğini anlatıyor.

FOTO ALTI: 1927 yılında diplomalara yapıştırılmak için fotoğraf çekimi yolculuğunu. 2005 yılında bize anlatan E. Komser Nazım Tulukcu.

YOKLUK ÇEKTİLER

1925'li yıllardan sonra gün gün, yıl yıl düzelme olsa da 1940'l yıllarda 1950'li yıllara göre değişim fazla olmadı, bunda 1942 kıtlığı ve girmesek de ikinci cihan harbinin etkisi vardı. 1920'li yıllar öncesi savaşlar ve kıtlıklar derdi ile yıkıl makta olan devlet gerçeği nedeniyle toplumun ve yöneticilerin kafasını kaldıracak halleri yoktu.

FOTO ALTI: Bir çift kundura ayakkabısının sahibi olmak için bir hafta susuz kırında çöğen söken Hasan Ali Çetin. Askerde Adnan Menderes Rahmetli’ye korumalık yapmıştı.

Bu nedenledir ki o yılları yaşayanlar, hele hele çocuklarına karşı sorumlulukları olan ebeveynler çok sıkıntı ve yokluk çektiler. Özellikle bu dönemin ecdadını minnet ve rahmetle anmak şimdiki Akörenlilerin üzerine bir borçtur.

FOTO ALTI: Zor yılları bize aktaran Abdurrahman Çağlar.

O yıllarda çocuk veya yeni yetişmekte olan gençler, büyüyüp şartlarını düzelttikleri zaman ayrı bir ıstırap yaşadılar. "Keşke şimdi anam-babam veya ebem dedem yaşasalardı da, bu günleri görselerdi! Onları hastanelere, özel doktorlara götürseydim. Arabama bindirseydim de yalnızca Konya'yı değil, İstanbul'ları gezdirseydim, onları uçakla mübarek topraklara gönderseydim, onlara ballar-kaymaklar, kebaplar yedirseydim. Şu kaloriferli evimin köşesinde köşe taşı gibi otursalardı, onlara hürmetler etseydim. Keşke kabirlerini bilseydim de başlarına taşlarını diktirebilseydim.” Türü hayalleri olan birçok Akörenli, büyüklerinin sağ olduğu yıllarda dertlerine çare olamamanın üzüntülerini hâlâ yaşamakta ve ayrı bir hüzne bürünmektedirler.

FOTO ALTI: Zor yılların adamı M. Ali Çağlar. Akşehir’de Ofis Müdürü olarak görev yapmıştı.

Hastanelerin kapısından girmeye cesaret edemeyenler, oraların amiri olmuş, binmek için bisikleti bile olmayanlar lüks arabaların sahibi olmuş, küçük bir soruna çare birkaç lirayı bulamayanların cüzdanları büyük paralarla dolmuş, sobalı kiralık evlerin aybaşı geldi mi kirasını ödeyebilmek için kara kara düşünenler, sıcacık hem de lüks apartman dairelerinde veya villalarda oturmaya başlamıştı. Akören'den Konya'ya zor gelebilenler. Dönüşte Akören'e hediye olarak götüreceği dört şehir ekmeği, yarım kilo ak helva ve iki kilo pırasanın hesabını iyice yapmak isteyenler, helvayı teneke teneke alabilecek duruma gelmişlerdi ama ne hasta olan annesine ne yoksulluktan 30 yamalı pantolon giyen babasına, ne de yakınlarına bilmedikleri muz meyvesini artık ikram etme imkanı yoktu. Onlar görevlerini yapmış ve gitmişti.

FOTO ALTI: Zor yıllara tahammül eden Halil Harmancı. Vakıflar Bankası Genel Müdürü olduğu dönemde Dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün huzurunda.

Onlar ancak, bir film şeridi gibi eskilerde yaşanmış birçok biçare olayları içinde ince bir sızı ve gözleri dolarak hatırlamaktadırlar. Dünya telaşesine dalsalar da bazı olaylar, bazı maddeler, bazı sözler, bazı isimler onları o günlere götürmektedir.

FOTO ALTI: Pamukcu Han Akörenliler başta olmak üzere Bozkırlılar, Hadimliler ve çevre köylülere yüzlerce yıl hizmet etti.

AKVİRAN İLKOKULU 1927

(Amcam Rahmetli Nazım Tulukcu anlatımıyla 2005 / İzmit)

Okulların kapanmasına 20 gün gibi az bir zaman var. Diplomalara yapıştırılmak üzere vesikalık fotoğraf ihtiyacı için son sınıf öğrencileri olarak hepimizi, önce Nüfus Daire’sine götürüp yere oturttular. Tek tek kontrol edildi, yarımızın nüfus cüzdanları henüz çıkmamış. Olmayanların nüfus cüzdanların tek-tek çıkardılar

FOTO ALTI: Zor yılların ısınma aracı özellikle kahvelerin pişirildiği mangallar artık müzelik oldu.

  Plan yapıldı. Hafta sonu sınıfçak Konya’ya gidilecek ve diplomalar için vesikalık fotoğraflar çektirilecek. Heyecanlıyız, sevinçliyiz ömrümüzde ilk defa şehir göreceğiz. Öğretmenimiz hafta içerisinde at arabası ile Konya’ya gitti. Bizde sınıfçak, cumartesi günü sabah erkenden Akören’den yola çıktık. Eksile üzerinden yürüyerek, zaman zaman koşarak Pamukçu’yu geçince sağ tarafa yönelip Demirlihan (Meram Hobi Bahçeleri yanı), Hasanköy üzerinden Konya’ya vardık. Öğretmenimiz bizi karşıladı, tek tek fotoğraflarımızı çektirdi. O akşam Han’da yattık. Ertesi gün (Pazar) tekrar aynı yol üzerinden Akören’e vardık. Maraton yarışının 42 195 m olduğunu düşünürsek, Hasanköy üzerinden 50 km olan Konya’ya Akörenli İlkokul 5. Sınıf öğrencilerinin yalnızca diplomalara yapıştırılmak üzerine fotoğraf çektirmek için yürüyerek-koşarak gidip gelmeleri! gibi birçok örnek olduğu hepimizin malumu. Daha dün diyeceğimiz Akviran Ortaokulu’nun açıldığı 1957 ve sonrasında 4 km olan Orhaniye’den öğrencilerin Pazar hariç her gün Akören’e yürüyerek gidip geldikleri bir gerçek 

Diplomalara yapıştırılmak için ilkokul 5. Sınıf öğrencilerinin fotoğraf çektirmeleri için Konya’ya yürüyerek gidip gelmeleri, Orhaniyeli Ortaokul öğrencilerinin 4 km her gün Akören’e gitmeleri ve dönmeleri

Bugün ise okul servis araçları çocuk servis araçları kapının önünde ola ki servis 5-10 dakika geç kalırsa öğrencinin annesi, babası veya dedesinin cep telefonu servisçiye nerde kaldığını sorar. Ola ki okul 300-500 m yakında ise, aynı kişiler çocuğunun elinden tutar, çantasını da kendi omuzuna atar ve çocuğu okuluna götürür ve sonrada getirir. Dolayısıyla o yıllarda hayat şartlarının nedenli zor olduğu anlaşılacaktır.

FOTO ALTI: Uzun yıllar geçimini Hizmetkarlıktan sağlayan Abbas Uğuz ve Karayollarından emekli oğlu Ahmet Uğuz.

1947 YILBAŞI

(Rahmetli Yağcının Abdurrahman Çağların 2004 yılı anlatımı)

O yıllarda okullarda 3 dönem eğitim görülür dolayısıyla iki sefer tatil olurdu, bunun birincisi yılbaşına denk gelirdi. 1947 yılbaşında Konya'da okuyan Halil Harmancı ve M. Ali Çağlar Akören'e izine gelirler. M. Ali Çağlar Sanat Mektebi 1. Sınıfta, Halil Harmancı ise Karma Ortaokulu'nda okumaktadır. (Erkek Ortaokulu)

Aynı gün akşam 15 cm kar yağar ve kar kalkmadan tatil biter. O günkü büyüklerin sözü üzerine Abdurrahman amca, iki öğrenciyi alıp 3 merkep ile yola çıkıp çocukları Konya'ya okullarına teslim etmeye karar verir. Akşam erkenden yatarlar birkaç saat sonra kalkarlar, çıkarlar yola hemen daha Akören'i yeni çıkarken şu andaki karakolun yanına geldiklerinde çocukların çıkıveren çarıklarını amcamız tekrar giydirir bağlar, kapalı olan hava açılınca çamur ve kar donmaya başlar. Ay ışığında Çatören'e gelirler.

FOTO ALTI: Hizmetkarlıkla hayatını kazanan Kazım Çamlı ve Hanımı İkbal Çamlı.

Hatunsaray'a doğru devam ederken Atgediği mevkiine geldiklerinde kalabalık kurt sürüsünün uzaktan ulumalarını duyarlar. Yakınlarında beliren iki köpek acı acı havlamaktadırlar. Bir müddet sonra Çatören tarafından gelen bir köpek de diğerlerine katılır. Son köpeğin de gelmesi ile köpekler kararlılık gösterince, kurtlar Çomaklar tarafına ilerler görünmez olurlar. Bu arada çocuklar korkarlar ama, Abdurrahman amcamız" onlar tilkiydi, uzun kuyruklarını görmediniz mi?" diye olayı geçiştirir. Hatunsaray'a gelirler. Sabah derken Bayat'ın aşağı eğilirler. Bugünkü kavşakta petrol civarına geldiklerinde ortalık aydınlanmaya başlar.

Belden öbür tarafta kar yoktur. Lodos esmeye başlar. Pamukçu Hanı'na gelirler. Hanın güneyinde yükleri indirirler. Ortalık erimeye başlamıştır. Kahvaltıya otururlar, arkasından biraz dirsek keyfi dinlenirler. Baktı ki çocuklar uyumaya başlıyor, hemen Abdurrahman amca onları kaldırır. Heybeleri yüklerler. "Yolun iki bölümü bitti, geriye biri kaldı, kısa sürede varırız " hesabı yaparlar. Ama evdeki hesap çarşıya uymaz. Çünkü hava yumuşayınca güneş ve lodosun tesiri ile çamur yumuşamaya başlar

O yıllarda Pamukçu Hanı'ndan 500 m. sonra sağa dönülür. Demirlihan üzerinden, Hasanköy’den, Hacıkaymak’ın hanından sonra Konya'ya girilirdi. (Hacıkayma’ın Hanı-şu anda Kalfalar Camisi’nin olduğu yerdeydi)

Merkepler çamura batıp çıkmaktadırlar. Biraz ilerledikçe at arabalarının çamura battığını, at arabalarını bırakıp, eşya ve otlarını alarak yollarına devam eden yolculara rastlarlar. Esas yolculuk yeni başlamıştır. Çamura batan merkeplerin üzerindeki heybeleri alıp 50-100 m. ileriye koyup, geri gelip merkepleri sürüye sürüye eşyaların yanına getirmeyi tekrar ede ede yolculuğa devam etmeye umutları kalmaz ama başka çareleri yoktur. Zor şer ikindi vakti demiryoluna gelirler.

Şimdiki Ak Cami ile Nurullahların camisi arası göbet halinde ve çok çamurludur fakat göbetin batı tarafında 50 cm. yüksekliğinde 3 m. genişliğinde Belediye veya halk tarafından yapılan bir kaldırım vardı, kaldırımı takiben devam ederler. Bizim yolcularda ve hayvanlarda kaba nefes ve yorgunluk hat safhadadır. Akşam ezanında Mevlana'nın önüne varırlar. O tarihte Mevlana Türbesi’nin 500 m. kadar yakınında rahmetli İdris Öncel'in evinde oturmaktadırlar. Yüklerini indirip ahıra götürürler. Eşyaları içeri alırlar, sobayı yakarlar, azıktaki Üsküse katmeri ile karınlarını doyurmaya başlarlar. Rahmetli Zehra yenge iki kez gelir, memleketten havadis sormaya, ama yolcular yorgun mu yorgun, kuru yerde uyuyakalırlar. Zehra yenge "kalkın yerinize yatın" dese de, duyacak halleri yoktur. Köyden gelen meşe odununu giderken tekrar sobaya doldurur. Vay o uykunun tadına, yorgunluktan açıkta uyur kalırlar. Abdurrahman amca bir uyanır, sabah ezanları okunmaktadır. Çocukları kaldırır, kahvaltıyı hazırlar, çocuklar okula gidince tekrar yatar, öğleden sonra çarşıya çıkar o yıllarda köye giderken en büyük hediye 2 kilo pırasa ile şehir ekmeğini alır. Ertesi günü (3.gün) sabah erken çıkar, Akören'e yönelir. İki gün önceki çamur deryası kaybolmuştur. Hayvanların yükü yok, yollar kurumuş olduğu için belin başına gelir. Köy tarafında da kar erimiş hayvanların semerlerini kontrol eden Abdurrahman amca kendisi önde, merkepler arkada koşarak Karaağaç'a, biraz yürüyüşten sonra tekrar koşu derken Hatunsaray'a öğle namazından çıkılırken gelir. Çatören'e kadar biraz çamur olsa da yürümeye engel değil, gün inmeden köye geri döner. 16 saatlik sıkıntılı bir yolculuk ile Konya'ya gelerek okullarına devam eden çocuklar, onların okuyup kurtulmaları için fedakarlık eden büyüklerimiz. O şartlarda okuyan M. Ali Çağlar rahmetli, TMO Ajans Müdürlüğü yaptı. Halil Harmancı ise Vakıflar Genel Müdürlüğüne kadar yükseldi. Sanırız çekilen bu sıkıntılar bizleri daha çok kamçılıyor.

Bugün Akören'e gidip gelmek tabii ki çok kolay. O günleri yaşamayanlar, bugünün kıymetini bilemezler.

AĞA BİZİ HİZMETKARLIKTAN YILDIRAMAYACAKSIN

Çatkafanın İsmail rahmetli Gökosmangil'e hizmetkar durmuş, sabah-akşam çalışıp bir yılda 70 lira ve kaputtan bir don, bir göynek alacak şekilde pazarlık etmişti.

Epeyce tarlası olan Mustafa amca yağışlar yeterli olmadığı için üründe kıt olunca hizmetkarımın parasını veremem korkusuyla onu zora sokup kendiliğinden işi bırakmasını istiyordu. Kovmak ayıp olurdu. Bunu anlayan İsmail amca, abisi Yusuf’a varıp:

 - Ulen aga, bunlar beni işten çıkarmak için gece gündüz durdukları yok. Deyince, biçare olan iki kardeş ertesi günü sabah erken ağanın karşısına dikilir. Çatkafanın Yusuf:

 -“Ağa biz bir gün birimiz, diğer günde birimiz gelip 70 lira ile don-ğömleği hakedecegiz.” sözü üzerine ağa sükut ettiği için anlaşma perçinlendi.

Anlaşmayı tam yerine getiren iki kardeş don, gömlek ve 70 lirayı hakederek muratlarına erdiler.

FOTO ALTI: Akören’in zor yıllarını eskilerin unutması mümkün değil. Ankara’dan, Konya’dan sılayı rahim yapmak için Akören’e gelen Ömer Aşık, Yahya Tokmak, Ali Aşık, Ali Osman Erdemir, Mehmet Karakaya ve Ali Karaburun Ev sahibi Lömenin Mustafa Akcan’ın hakiki bal ikramı bahanesi ile biraraya gelip hatıraları anlatıp ecdada rahmet okudular.

HASAN ALİ ÇETİN'İN İLK İSKARPİNİ

1950'li yıllara kadar çarık ve lastik ayakkabı dışında o günkü adıyla iskarpin denen kundura ayakkabısı giyebilen Akörenli sayısı çok azdı.  Yıl 1951. O yıllarda manifatura, bakkaliye işi ile uğraşan Demirci Koca Abdurrahim'ın büyük oğlu Halil İbrahim Soydemir kendine mal almaya gittiğinde bir iskarpin getirmişti. Ne yazık ki Soydemir bir hafta kadar denemesine rağmen ayakkabı sıktığı için gıcır gıcır olan yeni ayakkabısını bir türlü giyememişti. Bunun üzerine o tarihte 16 yaşlarında olan Hasan Ali Çetin'i çağırarak

 -“Bak Hasan Ali ağam şu iskarpini bir hafta önce 20 liraya almıştım. Ayağımı sıktığı için giyemedim, sana 17 liraya vereyim, parasını da kazan öde” dedi.

   42 numara olan ayakkabı Hasan Ali Çetin'in ayağına tam olmuştu. Fiyat ve ödemesi de cazipti ama cepte bir kuruş para da yoktu, ama iskarpinden vazgeçmesi de mümkün değildi. Onları alıp evine götürdü ve yatağının başucuna koyarak bir hayalle uyudu. Çalışması gerekiyordu, değilse ayakkabı borcunu nasıl ödeyecekti. Tek çaresi dağlara gidip helva yapımında kullanılan çöğen sökmekti. Heybesini ve kazmasını alıp merkebine bindi. Kavakkırı’nın yolunu tuttu, çalıştı, terledi ve evine döndü. Aynı işe bir hafta devam etti. Elde ettiği çöğenileri kilosu 25 kuruştan Tat Ahmed'e satarak 17 lira olan iskarpinin borcunu ödedi.  Sıra gelmişti kundurasını giyip kasalak kasalak atmaya… H. Ali Çetin de onu yaptı.  Bu olaydan da anlaşılacağı gibi o yıllarda bir hafta çalışan bir ayakkabı alabiliyordu. Bugün ise Akören'de bir gün amelelik yapan bir kişi en az 30 lira kazanır. Bu para ile bugün bir ayakkabı alabilir ve üzerine de bir öğün karnını doyurur ve kahve içebilir. İşte 1950'ler ve öncesi Akören'de ve Anadolu'nun her yerinde hayat bu denli zor ve acımasızdı.

İşte o gün bulunamayan bu nimetleri, şimdi insanımız bol olduğu ve kolayca alabildiği ve ulaşabildiği için kolayca da israf ediyor, değerini bilmiyor. Geçmişi düşünüp ibret almalı, şu anda yaşadığımız imkan ve nimetlere de bol bol şükretmeliyiz.

MUZAFFER TULUKÇU 

Editör: TE Bilişim