Akören’i zor yıllar ayakta tuttu-2

Araştırmacı-Yazar Muzaffer Tulukcu, Akören Tarihi’ni kaleme almayı sürdürüyor. Tulukcu, Akören’in dönemsel olarak yaşadığı zorluklara ışık tutuyor.

FOTO ALTI: Akören’de Dağ Çayı içilir. Bugünkü çay bilinmezdi. Kahve Değirmeni ağaların evinde de eksik olmazdı.

KİBRİT İŞİ KOLAYLAŞTIRDI

Ateş yakmak bile sorundu, evde önceden yakılan ateşten köz bırakılmadıysa veya söndüyse, hemen komşuya koşulur, getirilen köz üflenerek, pilavın altı, çamaşırın altı ateşlenirdi. “Ateş komşusu" ifadesi buradan gelir, bu ifade komşuluğun ne derece yakın olduğunun en güzel ifadesiydi. Dağ başında ateş yakılma ihtiyacı veya sigara tüttürülme ihtiyacı için çakmak taşı ve gav her zaman hazırda bulunurdu. Sonrasında kibrit işi kolaylaştırdı.

FOTO ALTI: Lüküsler her evde bulunmazdı çünkü ağa işiydi. Adı üzerinde lükstü. Ama idare her evde bulunurdu. O gariban işiydi.

Ramazan yaklaşınca oruç gününün tespiti veya bayramın ne gün başlayacağını bilebilmek için rahmetli Böcünün Amad'ın (Ahmet Tangur) babası Mehmet Efendi sabah namazı ile Konya'ya gönderilir, iyi yürüyen ve iyi koşan rahmetlinin akşama dönmesi dört gözle beklenir, gelen habere göre hareket edilirdi. Telefon, radyo, televizyon, takvim yok ki bayramın ne gün olduğu bilinsin. Yokluk ve kıtlık yıllarının hatırasıdır. Ofisler yapılsa da, devlet ithal ve halkının zaruri ihtiyacını karşılama imkanı olsa da, o yılların alışkanlığıdır ki hâlâ Akören'de bazı büyüklerimiz var ki yeni ürünü tarladan evine getirmeden, ambarındaki bir yıl önceden kalma buğdayını satmaya kıyamadığını biliriz. Tarıma dayalı hayat olduğu için tarla çok kıymetliydi, "Tarlasını satan vatanını satar" sözü muteberdi. Tarlanın bir çızısı çok kıymetli, "An kakma" konusu en sıkıntılı işlerden birisiydi. Bu konuyla ilgili birçok akraba ve kardeşlerin kavga ettiğini hepimiz biliriz. Rahmetli Eşref Akarsu gibi bazı hemşehrilerimizin Akören'i terk edip Boruktolu gibi yerleri yurt tutması sebeplerinden birisinin de "An kakma" olduğu bir gerçekti. Eskinin bu alışkanlığından mıdır bilinmez, dönümü birkaç bin lira olan bir veya birkaç dönüm tarlanın bölüşülmesi ile ilgili aynı atanın varisleri arasındaki bazı küs ve dargınlıkların sürdüğünü hepimiz biliriz.

FOTO ALTI: Lastikten yapılan yemeni (Çerkez Lastiği) Akörenli için önemliydi. Son zamanlarda Haşim Akyol ticaretini yaptığı için Akören’de Haşim Lastiği de denirdi.

Soycaklı Hilim, Hacı Arab, Çolağın Kazımın babası gibi garibanların geçim kaynağı olan kömür yakma için günlerce dağlarda yatılırdı. Kara ardıç kömürünü demirciler, meşe kömürünü ise terziler alırdı. Doğulu, Dağ Sarnıcı, Abdurrahman Sarnıcı'ndan elde edilen kömürler. Koyuncunun M. Ali, Gökosman’ın Hasan Hüseyin. Haşımın Bilal, Sakallının Murat, Deli İsmail, Süleyman Tulce gibi arabacılık yapanlarca Konya'ya götürülür, Omar'ın hanında konaklanır, hancının aracılığı ile ormancılara rüşvet verildikten sonra ihtiyaç sahiplerine satılır, 5-10 lira elde edilirdi. Çevreye göre demirciliğe paralel olarak arabacılık ancak 1940'lardan sonra gelişti. Yalnızca Akören'den değil Karakülah’ın Abdullah, Çakırın M. Ali gibi bazı rahmetliler hayatlarını kazanabilmek için Sobran'dan aldığı zeğereği Konya'ya, Karahüyük'ten yükledikleri buğdayı veya Akören'den yükledikleri herhangi bir eşyayı Çumra'ya toz-çamur, sıcak-soğuk demeden götürmek zorundaydılar. Tarla-tapanı olmayanların yaptıkları işlerden birisi de çöğen sökme işiydi. Omuzuna heybe ve kazmasını alan yoksul zümre çöğen bulabilmek için Kavak kırı, Süleymaniye'nin arazisi gibi uzak yerlere gitmek zorundaydılar. Son zamanlar da mezarlıklarımızda bulunanlar çöğenler bile sökülmüştü. Başta Topal Arif dahil zamanın bakkalları aldıkları çöğen köklerini çoğalınca Konya'ya götürüp satarlardı. Çoğen’in girdiği helvanın tadı da, şekli de farklıydı. Ola ki herhangi bir sebeple Konya'ya giden büyükler imkan bulur da Akören'e dönerken iki şehrekmeği ile iki kilo pırasa, hele hele yarım kilo ak helva ile dönerse, en büyük hediye nasip olanları fazlası ile memnun ederdi.

FOTO ALTI: Ateş ve sigara yakmak için muhtar çakmağı büyük bir nimetti.

Temel ihtiyaç su temini de Akören'de büyük sorundu. 1945 yılında Akören nüfusunun 2943 hayvan sayısının 5-6 binin üstünde olduğunu düşünürsek, su ihtiyacının ne derece gerekli olduğunu anlamış oluruz. Yarımca ve Çukurçimen'den getirilen su projesinin henüz gerçekleşmediğini düşünürsek, sanırım olayın vahim olduğu anlaşılacaktır. Evlerdeki ve sokaklardaki kuyular yeterli olmayınca 1920'li yıllarda yapılan Koca Çeşme'ye evi yakın olan bir nebze olsun şanslıydı. Durduğu kuyruktan sonra sırası gelince doldurduğu Çukurçimen testisini Belenardi'na da götürmek vardı, Horazın Tepe'ye de. Evin yakınsa ikinci, üçüncü seferin sırasına erken girdiğin gibi daha az yorulmuş olurdun. Hayvanlar yaz mevsiminde çoğu kez dağlarda sarnıçlarda sulansa da, ekinden yatsı sonu gelince, yorgunluktan bitkin düşsen de Koca Çeşme'nin yolunu tutmak zorundaydı. Davar kişiği, oğlak kişiği, herkesin doğal işiydi, bekçilik, çobanlık hakkını almak hiç de kolay değildi. İmam hakkını zınarmak gibi bekçi ve çoban hakkına zıgaranlarda olurdu. (Kişiği=sırası)

FOTO ALTI: Çukurçimen’de imal edilen topraktan yapılan davgana boduç ayran ve tereyağ yapımında kullanılan turfan dışında bir zamanlar plastik, porselen, madeni hiç bir kap yoktu.

Bahar olunca pamuk çapası için Ege’ye gidecek 40 Akörenli bir araya gelir Konya İstasyonu'ndan kişi başı 7 liradan aldıkları “GIRLI BILETİ” ile kara trenden hayvanların taşındığı bir vagon kiralanır. Aydın yöresinde en az bir ay ile 45 gün arası çalışarak harçlıklarını çıkarırlardı. 1,5 ayda biriktirilen 400 lira civarındaki para ile Akören’e dönerlerdi. Cepleri Akören'dekilerden fazla para gördükleri için dönüşte, inşaat, düğün gibi önemli hizmetlerine tam olmasa da önemli bir destek sağlarlardı.

FOTO ALTI: Su kaynağı yönü ile oldukça yetersiz olduğu için özellikle Akören merkezde 30 civarında sarnıçlar Akörenlinin ve hayvanlarının su yönü ile imdat kapısı.

O yılların en büyük sorunlarından birisi da sağlıktı. Yetersiz temizlik, gıdasızlık, bilgisizlik Anadolu'nun çoğu yerinde olduğu gibi Akörenli’nin kem talihi misali toplumun üzerine çökmüştü. Bugün için sorun olmayan verem, sıtma gibi hastalıklar o yıllarda başa belaydı. Hastane, doktor, hastabakıcı, ebe, hemşire, ilaç, yatak hepsi birer büyük problemdi. Sosyal güvencesi nedir bilinmezdi. Cüzdanlar delik olunca mecbur kalmadıkça doktora gidilmezdi. Kocakarı ilaçlarından medet beklenecek kadar cahillik ve yoksulluk vardı. Konya'ya veya bir başka hastaneye gidebilmek, ulaşım aracı yokluğu nedeniyle ayrı bir dertti. Ola ki acil duruma düştüyseniz önceleri at arabası sonraları kamyon ve otobüs ile yola çıkılır, hasta bazen yolda kaybedilir, bir ağıtla Akören'e dönülürdü. Ola ki hastaneye veya doğumevine ulaştıysanız ikinci bir sıkıntı sizi hemen karşılardı. Refakatçı bulundurmak mi? O da nesi O yıllarda Konya'ya yerleşen Akörenli sayısı oldukça azdı, onlarda kendi yağı ile zor kavrulanlardı. Hastanede olan hastayı takip etmesi, ilgilenmesi, ihtiyaçlarına çare bulması hemen hemen imkansızdı, telefon yoktu ki gelişmelerden insanların hele hele Akören'de olan hasta sahibinin haberi olsun. Ola ki bir yakınınız, Eski Garaj ve civarında Akörenlilerin konakladığı hanlara gelip Akören'e hastadan haber gönderebiliyorsa o bile büyük bir nimetti.

FOTO ALTI: Kibrit sayesinde 1950’lerden sonra Akören’de ateş yakmak kolaylaştı.

Biçare getirilip Konya'da hastane veya doğumevinde yatan hasta bir süre sonra vefat ederse, görevli imam eşliğince ilgililerce Musalla Mezarlığı'na defnedilirdi. Bunlardan çok azı Konya'da bulunan yakınlarınca, imkanlar nispetince nadiren Akören'e götürülebilirdi. Bu nedenledir ki özellikle 1950'ler hatta 1960'lar öncesi Konya'da hastanede ve doğumevinde vefat eden rahmetli Akörenlilerimiz,

FOTO ALTI: Akören’e ilk gazocağı 1945 yılında vapurla ile mübarek topraklara giden Topal Hafız (Mehmet Özkan) tarafından Hac dönüşü getirilmişti.

"Bir garip öldü diyeler

Üç günden sonra duyalar

Soğuk su ile yuyalar

Ben bir garip bencileyin misali, sahipsiz mevtanın vefatından bir süre sonra acı haberi Akören'e ulaşırdı. Ola ki o yıllarda Konya'da bir yakını olanlar veya tevafuken o gün orada olanların takibi ile kabir yeri belli olur, o aylarda veya o yıl olmasa da sonraki yıllarda kabir taşları dikilirdi. Aksi durumda olan hemşehrilerimizin gömülü olduğu yerleri belli olmadığı için yakınlarının içinde bir sızı olarak kalmıştır. Hepimizin malumu Musalla Mezarlığında Akörenlilerin mezarları genelde birarada ve belli bir yerdedir. Bunun sebebi 1950'ler öncesi, imkansızlık nedeniyle Akören'e götürülemeyen Akörenli rahmetlilerin gömüldüğü mevkii sonraki yıllarda Konya'da yaşayan ve vefat eden Akörenliler için tercih konusu olmuştur.

FOTO ALTI: Konya Devlet Hastanesi ve Doğumevi ölüp cenazesi doğduğu topraklara götürülemeyen Akörenlilerin metfun bulunduğu Musalla Mezarlığı 5.Cadde kuzey tarafı sonraki yıllarda da Akörenliler’in tercihi oldu.

1939 yılında ikinci cihan harbi patlak verdi. Rahmetliler Tenekeci Tahir, Hoca’nın Hüseyin (Öğüt) ve Topal Hafız (Mehmet Özkan)’a ait at arabaları seferberlik emri ile bir onbaşının imzasıyla teslim alınmış ve savaş sonunda Akören'e dönmemişti. Bu olay Akören'i menfi yönde hayli etkiledi. Çünkü bu üç kişi ticaret ile uğraşmakta, buğday ile yapılan alışverişler nedeniyle mallarının satış karşılığında toplanan buğdaylar, haftada 1-2 sefer Konya'ya götürülür ve karşılığında alınan mallar aynı araba ile Akören'e getirilirdi. Bu arabalar aynı zamanda Akören'den-Konya'ya, Konya'dan-Akören'e yolculuk yapanlar için bir nimetti. Savaşa girilmediği halde seferberlik emri bile bir Anadolu kasabasını bu denli etkilemişti. Ola ki bir savaş çıkmış olsaydı durum daha da vahim olacaktı. 1950'li yıllara göre 1940'lı yıllar, 1940'lı yıllara göre 1930'lu yıllar. 1930'lu yıllara göre ise 1920'li yıllar daha da zordu.

Başkan Kavuş; “Biz hizmet yolunu milletimizle birlikte yürüyoruz” Başkan Kavuş; “Biz hizmet yolunu milletimizle birlikte yürüyoruz”

FOTO ALTI: Musalla Mezarlığı 5.Cade köşesinde 3 Akörenlinin kabri Kerim Embel, Sultan Embel, Mustafa Hilmi Aksoy.

FOTO ALTI: Arif Hoca’nın Hasan Tulukcu ayağında çarık ve dolağı ile çalışmaya hazır. Eşi Fadime Hanım’la.

FOTO ALTI: Şerife Demiroğlu tufran yayıyor.

FOTO ALTI: Yıl 2004 Ahmet Ataç beldanat ile saman atıyor.

 

FOTO ALTI: Goca Çeşme su deposu 1920’li yıllarda Sille’den gelen Rum ustalar tarafından yapılmıştı.

DEVAM EDECEK