Akören’i zor yıllar ayakta tuttu

Akören Tarihi’ni kaleme alan Araştırmacı-Yazar Muzaffer Tulukcu, Akören’in yaşadığı zor dönemlerle ilgili önemli detaylar paylaştı.

FOTO ALT: 1940’lı yılların kıyafeti çok şeyleri anlatıyor. Mustafa Şeref Yavuz ve (Çolak) Seyit Yavuz.

SEFALET DİZBOYUYDU

Dünya kurulduğundan beri insanoğlu geçim derdi için hep mücadele etmiş, uğraş vermiştir. Yemek, barınmak, korunmak, ısınmak, örtünmek gibi ihtiyaçları için çalışmış mücadele etmiştir. Zaman ilerledikçe insanoğlunun ihtiyaçları tür ve miktar olarak artmıştır. Bu paralelde meslek türleri ve ihtisaslaşma gelişmiştir. 1950'ler öncesinde Anadolu'da hayat çok zordu. Yurdun dört bir köşesinde olduğu gibi Akören'de de geçim derdi insanların canına tak etmişti. Hayat toprağa dayalıydı. 1843-1853-1873 kıtlıklarına göre tarihe 1303 KAHTI olarak bilinen 1887 kıtlığı daha da sert geçmişti. Yıkılmaya adım adım yaklaşan Osmanlı,1877-78 Rus Harbi, 1912 Balkan Harbi, 1914-18 1. Cihan Harbi, 1920 -22 İstiklal Harbi ve son olarak 1939-45 yıllarında yapılan 2. Cihan Harbi devletin ve halkın belini bükmüş, birçok şehit ailesi yalnız, çocukları yetim kalmış, sefalet ve yokluk dizboyu ilerlemişti. Kaput bezi, gazyağı ve ekmek satışları bile karne ile verilmeye başlamıştı. Karaborsaya düşmüş tenekesi 30 lira olan bir teneke gazyağını almak kaç yiğidin harcı ki alabilsin! Vatandaş da devlet de fevkalade zordaydı. Devlet belirli hizmetlerin yapılabilmesi için yeni yeni vergilere başvurmuştu. Şu anda 80 yaş üstü büyüklerimizin hatırladığı 1942 kıtlığı zaten olağanüstü sıkıntıda olan Anadolu'nun üstüne bir kâbus gibi çökmüştü.   

FOTO ALTI: Gazocağı, Kalbur, Gözer günlük ihtiyaç aletleriydi.

Dünyadaki gelişmelere Türkiye'nin ayak uydurması imkansız gibiydi. Matbaanın keşfedilmesi yanıbaşımızdaki Avrupa'yı değiştirmiş, dünyada ilmin ve teknolojinin başdöndürücü şekildeki yükselişi bir anda Avrupa'daki ülkeler dışında olanları kasıp kavurmuştu. Motor ve elektriğin keşfi ile dünya fersah fersah ileriye gitmişti. Bu sayede tarım, ulaşım ve iletişim araçları gelişmişti. Telefon ve radyo dünyaya ayrı bir biçim vermeye başlamıştı. Artık ülkeler işgal edilerek değil, teknoloji ile sömürülmeye başlanmıştı.

FOTO ALTI: İdare, yıllardır kullanılmayınca pas tuttu.

Dünya asfalt, taksi, otobüs ve diğer ulaşım araçları ile tanışırken, Akörenli hâlâ at ve öküz arabasına mahkumdu. O günkü Akörenli pulluğu ile 45 gün ekin eker, karakış ve bahar sonrası 45 günden az olmamak kaydı ile harman ile uğraşırdı. 90 günü aşkın sabah-akşam süren bu olağanüstü çalışma ile karnını bile zor doyuruyordu. Bir dönüm tarladan 5-6 havay ürün alınır, zaten. Bunun 1-1,5 havayı da tohumdu. At ve öküzleri iyi olanın bile tarlayı ikilemesi, nadas yapması mümkün değildi. Güz oldu mu leğen leğen bulgurlar kaynatılır. Un yapabilmek için su değirmeni olan Kayasu'nun yolu tutulurdu. 1920'lerin ortasına gelinceye kadar soba bile bilinmiyordu. Her evin Çardak Sekisi adı verilen bir odası olurdu. Özellikle yatak odası olarak kullanılan odanın ikinci kapısı ahıra açılırdı. Kışın açık bırakılan bu kapıdan ahırdaki hayvanların sıcaklığı gelir, ayrıca bu kapının önüne 3-5 koyun ve keçinin odanın bir köşesinde yatabilmesi için kesik duvarlarla çevrili bir bölüm yapılır. Bu bölümdeki hayvanların ısısı da Çardak Sekisi’nde yatan Akörenli’nin üşümemesi için önemsenirdi. Ahırdan ve 3-5 hayvanın kesik duvar arkasından elde edilecek 3-5 derece ısıya muhtaç Anadolu insanı bu sıkıntıları çok çekti. Demire bağlı sac üretimi artıp Akören. Evlerinde de soba çoğalıncaya kadar kışın ısınmak bile büyük sorundu. Dağlardan kesilen büyük büyük ağaçlar evin dip sediri veya gerisinde bulunan ocakta yakılarak ısınılırdı. Özellikle karakış için 90 adet büyük kütük her eve gerekli idi. Hatta bu yüzden şu tekerleme dillerde dolaşırdı:

 * 90 kütük dağdan

İki kürük yağ davardan

İki kup pekmez bağdan

Kış gelirse gelsin Mevlådan. "

FOTO ALTI: Gaz lambası.

Dolayısıyla yazın harmanla uğraşırken ancak güzün odun kesme ve getirmeye zaman bulunabilirdi. Çoğu zaman kar yağar, oduna gidebilmek için merkepler için çığır açılırdı. Hal böyle olunca da dağlardaki odunlar yavaş yavaş tükenmekte önceleri birkaç kilometreden odun getirilirken sonraları evinden çıkan Akörenli merkebi ile 8-10 km. mesafede olan Ahmet Öldügü Dere, Yalaklı, Çatırık gibi uzak yerlere ulaşması gerekirdi. Odun yüzünden çevre köylülerle burası sizindi, bizimdi münakaşaları ve kavgası da eksik olmazdı. İlk yıllarda Karahüyüklü ve Maylı komşularımızla niza olurken, sonraki yıllarda bu sorun Akkise ile yaşanmaya başlamıştı. Dağlardaki yok olmanın bir başka sebebi ise ova köylerinin kereste ve odun ihtiyaçlarının dağlarımızdan karşılanmasıydı. Son anlattıklarımızdan şu neticeyi çıkarabiliriz.

Başkan Pekyatırmacı: Ramazan ayı dertlerin deva bulduğu bir aydır Başkan Pekyatırmacı: Ramazan ayı dertlerin deva bulduğu bir aydır

FOTO ALTI: Bir zamanlar ekin işlemek için biçer döver değil oraklar vardı.

Daha çok odunun yanmasına vesile olan ocakların yerine soba Akören'e 20 yıl önce gelseydi. Avrupa da olduğu gibi taş kömürü Türkiye'de daha önce kullanılmış olsaydı Akören’in ormanları bugün daha sık, tavşan ve kekliği daha çok olurdu.

FOTO ALTI: Akören’de pulluk tüm toprakları arşınlardı.

1950'ler öncesi 30 40 dönüm tarlası olan varlıklı sayılırdı. Biraz daha fazla tarlası olan hizmetkar tutardı. Güya zengin olan bu Akörenliler mevsim sonu geldiği zaman hizmetkara vermesi gereken bir göynek, bir don ve 70-110 lira parayı verebilmek için kırk ölçer bir biçerdi.

FOTO ALTI: Kıtlık yıllarında günlük zaruri ihtiyaç maddeleri karneye bağlanmıştı.

Söz ettiğimiz bu konularla ilgili o yılların daha iyi anlaşılması için yazımızın sonunda birkaç yaşanmış Akören hikayelerinden söz edeceğiz

FOTO ALTI: 1950’li yıllar ve öncesi. Önemli ulaşım aracı öküz arabası.

Tarla tapanı az olan ve günün geçerli mesleklerinden birisini yapmayanların işi daha zordu. Onlar çobanlık, bekçilik yapabilmek için çok özel uğraş verirlerdi. Bunların dışında daha gariban kesim ya dağlarda meşe ardıç kömürü yakar ya amelelik veya hizmetkarlık yapar ya da Akören'in muhtelif yerlerinden helva yapımında kullanılan çöğenleri büyük emekle söküp satardı. Bir kısım Akörenli ise pamuk çapası için bir, bir buçuk aylığına Ege'nin yolunu tutardı.

FOTO ALTI: At veya öküzü olmayanlar onların yerini tutmasa da Merkepleri ile işlerini görürlerdi.

1920'li yıllar sonrası yavaş yavaş gelişen marangozluk, tenekecilik, terzilik, dağanacılık, demircilik gibi meslekleri olanlar durumları daha iyi gibi görünse de, vatandaşın alım gücü olmadığı için o mesleği icra edenlerde ilave olarak çiftçilik ile mutlaka uğraşırlardı. Değilse karınlarını doyurmaları mümkün değildi.

FOTO ALTI: Akören çevresindeki 20 civarındaki değirmenden biri Detse Değirmeni.

1950'li yıllar öncesi bir amelenin günlüğü 1 liraydı. Herkesi de ameleliğe kabul etmezlerdi. Hele hele ana bir kerpiçi hanaya fırlatamayanların ustaların gözüne girmesi mümkün değildi. Zaten inşaatta fazla yapılmazdı. Tanesi 15 lira civarında olan kapıdan ve 12-13 lira olan pencereden bir ev için ihtiyaç olan kadar olanını yaptırıp inşaata kalkabilmek herkesin harcı değildi.

FOTO ALTI: 1934 Akviran İlkokulu Öğretmen Muazzez Tuygan ve ayağı çıplak okul önlüğü bile olmayan öğrenciler Akören’in zor yılları bi, ösre çok şeyleri hatırlatıyor. Bu öğrencilerden birçok öğretmen ve pilot General Devlet Bakanı, Abdullah Tenekeci gibi değerler çıkmıştı.

Elma, portakal, incir nadiren bulunur, sandıklarda hasta olanların imdadına yetişmesi için saklanırdı. Mayın söğüt elmasını kahvaltıda yiyebilmek uğruna Sağırın Ali Koçak Amcanın, Hocanın Hüseyin'e ekin işlemeye gittiği gibi örnekler gayet doğaldı. Hemen dibimizde olan May'da elma yetişirken Akören'de de yetişir diyemeyen kaderine razı bir Akörenli vardı.

FOTO ALTI: At arabaları müzelik olmaya başladı.

 Çatı ve kiremit bilinmez, o yıllarda bugüne göre daha iyi akan dereler boşu boşuna akıp giderdi, en azından bir kavak ekelim denmezdi. Hazır büyük yılların ağaçları balta ve nacaklarla birçok uğraşla olabildiği kadar kereste haline getirilebilirdi. Elektrik yoktu ki hizar olsun, 1940 yıllarda bile oturacak sıra bulunamadığı veya imal edilemeyecek biçare, biraz düşünce eksikliği nedeniyle bazı çocuklar 1-2 yıl sonra okula başlayabilmeleri gayet doğaldı, Hilim Çağdaş gibi geç gitme yerine gidemediği için değişik meslek arayışlarında bulunanda eksik değildi

FOTO ALTI: Çukurçimen’de 5 su değirmeni vardı. Tekke’de 1, Kayasu’da (May) 12, Çukurcimen Değirmencilerinden Baba M. Ali Değirmenci Oğlu İsmail Değirmencin Dayı Süleyman Uğur.

   Elbise giymek hiçte kolay değildi. 1950'li yıllar öncesi 6-8 lira olan terzi dikim ücreti ile metresi 4-7 lira olan kumaş parasını bulabilmek olağanüstü bir olaydı. Bir takım elbise veya ceket birçok delikanlının damatlığı olarak tarihe geçtiği, eskilerce bu yazımızla hatırlandığı gibi, bizim bile duymadığımız bilmediğimiz olanları yadedilecektir. O yıllara ait çekilen bazı resimlere iyice bakılırsa, dikkatlice incelenirse hepimizin içini sızlatacaktır. Yaşlı yaşlı insanların yamalı yamalı elbiseler giymesi tanıdığımız bazı rahmetli simaların uzun yıllar aynı pantolonu veya ola ki varsa aynı paltosu ile dolaştığı yaşı 70-80’in üzerinde olanlar hatırlayacaklardır. 150 kuruşa malolan mintani (gömlek) veya 2-2,5 liraya malolan yeni bir pantolonu için sevincinden gece uyuyamadığını yaşı çok genç olanlar bile büyüklerine sorarlarsa, gözü yaşarabilen büyüklerimizden öğrenebileceklerdir.  Yine aynı dönemde 3-4 çocuklu birçok ailenin evinde tek bir ayakkabı olduğu için kış günü dışarı çıkmanın nöbetleşe yapıldığı bilinmektedir. Yaz günü ise aynı konu için sorun olmazdı. Çünkü çarşı pazar yalınayak dolaşmak gayet doğaldı. Nitekim daha öncede gündeme getirdiğimiz 1934 yılına ait fotoğrafı tekrar hatırlayalım. Akviran İlkokulu'nun giriş merdiveninde öğretmen Muazzez Tuygan, çoğunluğu 1926 doğumlu öğrenciler. Çoğu rahmetli olmuş ecdat, işte birkaç isim Ali Ertaş, Abdullah Erkun, Abdullah Tenekeci, Halis Harmankaya, Veyis Ersöz, Topal Arif Çetin, Mustafa Turcan, Ahmet Günay, Murat Türkoğlu, Halil Kutlu, İsmail Sarılar, Mehmet Ali Eralp, Ahmet Şafakçı, Arif Acar. Dikkatlice bakarsak bu fotoğraftaki öğrencilerin yüzde 80'inin önlüksüz olduğu, önde oturmakta olan öğrencilerin ayaklarının yalınayak olduğu görülecek. Bir de 2000'li yılları düşünelim!

O yıllarda fotoğraf çektirebilmek bile önemli bir olaydı. Siyah-beyaz olan bu fotoğrafların makinesini nereden bulacaktınız ki? O yıllara ait fotoğrafı olanların birçoğu bir vesileyle şehirlere gitme imkanı bulanlardı. Dükkanlarının önünde veya meydanlarda körüklü fotoğraf makineleri ile mesleğini sürdürenler duvara gerdikleri bezlere yazılı " İstanbul Hatırası", "Ankara Hatırası gibi yazılar artık nostaljide kaldı. 1940'lar öncesi askerlik, okul veya evlenirken çekilen fotoğraflar büyük bir nimetti. Çünkü o yıllara ait rahmetlilerin çoğunun bir başka fotoğrafı yoktu. 2001 yılından beri bize ulaşan fotoğrafların en eskileri 1926 ve daha sonraki yıllara aittir. Eğitim vesilesiyle 1940'lar sonrası Akören dışına çıkanlar ile 1960'lar sonrası çalışmak gayesi ile yurtdışına çıkanlar sonraki yılların kısmetli Akörenlileriydi. Özellikle 1940'lar, 30'lar öncesi ailesi, annesi, kardeşi veya babası vefat edenler, onlara ait bir adet fotoğraf için neler vermezler ki

FOTO ALTI: Bir zamanların minibüsü öküz arabası.

1940'lar öncesinde Akviran İlkokulu'nda eğitim öğretime başlayanların ilk fotoğrafları diplomalarındaki fotoğrafları olup, bu fotoğraf için hepsi de Konya'nın yolunu tutmak zorundalardı. Yalnızca bir fotoğraf karesi için Konya'ya yürüyerek gidip gelen bu büyüklerimizin çoğunluğunun nüfus cüzdanları da ilkokul mezuniyeti sırasında çıkarılmıştır. Sonraki yıllarda okul fotoğrafları için senenin son günlerinde yılda bir kez Konya'dan gelen bir fotografçı, o gün tüm öğrencilerin fotoğraflarını çeker giderdi. Foto Macar lakabı ile anılan rahmetli Mehmet Diri bu konuda Akören'in önemli bir eksiğini kapatmış oldu. Eski yıllarda fotoğraf stüdyolarında hazırda birkaç kravat ile birkaç ceket hazır bulunurdu. Özellikle resmi bir iş için fotoğraf çektirenler bu imkandan yararlanırdı.

DEVAM EDECEK

MUZAFFER TULUKÇU