Akören, hikayeleriyle de zengin

Akören Tarihi’ni kaleme alan Araştırmacı-Yazar Muzaffer Tulukcu, Akören’in bilinmeyen yönlerini anlatmayı sürdürüyor. Bu kapsamda, Akören’in hikayelerini anlatan Tulukcu, şirin ilçenin bu alanda da ne kadar zengin olduğuna dikkat çekiyor.

FOTO ALTI: 1950, Ali İhsan Ersoy Van’ da asker.

RAFET SÖNMEZ’İN FÖTR ŞAPKASI

1950’li yılların başında Devlet Üretme Çiftliklerinin Ankara’daki merkez atölyesinde dört Akörenli çalışmaktadırlar: Rafet Sönmez, Sait Aydemir, Halil Şahin ve H. İbrahim Yıldırım. Bir bayram arefesinde bir başka arkadaşıyla Rafet Amca için fötr şapka giymek önemli bir olaydır ama Rafet Amca’nın kafasına göre şapka bulmak bir meseledir. Çünkü Rafet Amca nadiren bulunan geniş çaplı bir kafaya sahiptir. Kızılay, Sıhhiye, Ulus tarafını ve beş on mağazayı dolaşan iki arkadaş, Rafet Amca’nın kafasına uygun bir şapkayı ancak Kızılay’da Musevi bir vatandaşın sahibi olduğu üç katlı Rehber Kollektif Şirketi mağazasında bulurlar. 115 lira maaşla çalışan Rafet Amca’nın kendine göre bulabildiği Jerva marka şapka 35 liradır. Pahalı olmasından ziyade Rafet Amca şapkanın rengini beğenmemektedir. Tezgahtar; bu büyüklükte bir şapkayı bulamayacağını, o nedenle almasını tavsiye eder. Rafet Amca tezgahtara döner: “Tamam anladık ben böyle bir şapka bulamam ama şunu unutma ki sen de böyle bir kafa bulamazsın. Dolayısıyla sen bu şapkayı satmak için kolay kolay müşteri bulamazsın. Şapkanı ağıra satma, ağıra satacak bir kişi varsa oda benim.” der. Rafet Amca aldığı bu şapkayı bir uzun müddet giyer. Daha sonra babası Ali Osman Efendi o yıllarda Konya’da şapkacılık yapan Karahüyüklü Kamil Efendi’ye küçülterek beş on yıl giyer.

FOTO ALTI: Ali Osman Mermer 2022’de de güneşin samanlıklarının arkasından doğduğunu iddia ediyor.

BERBER MUSA

1900 yılında Akören’de doğdu, 1958’de vefat etti. Kabri Akviran’da Orta Mezarlık’ta. Berberlikle uğraştığı için Berber Musa lakabıyla tanınır. Okur yazarlığı vardır. Nüktedan bir kişidir. Oğlu Mustafa Yılmaz, babası hakkında şunları söylemektedir: “Hafız; hocalık da yaptı, zamanına göre saz da çaldı, içki aleminde de bulundu. Peder olsun, Halil’in Ahmet Amca olsun, Halil İbrahim Amca olsun bunlar üçlü saç ayağı olarak bilinir, eskiler şeklinde. Bunların meclisinde bulunmayan o gün için kendini mutsuz, keyifsiz sayardı. Bir de bunlarda Hüseyin Ceylan, bugünkü lakabıyla Dalgacı Hüseyin ve eskilerden Çolak Seyit babamın grubuna daha doğrusu saz grubuna eşlik ederlerdi. Babam saz çalardı, Dalgacı Hüseyin Cura. Çolak Seyid’e de kaşık vurdururlarmış o zamanlarda.” Berber Musa; köyün namusunu koruyan, haksızlıklar karşısında ölümü göze alacak kadar mücadele eden, bütün köy halkının sevdiği, öğüt aldığı, nükteli sözleriyle güldüren ve düşündüren, zeki ve Bektaşi meşrep bir fıkra tipidir. Halkı iyi tanıdığını, onlara anlayabilecekleri şeklinde espriler yaptığını, zengin bir halk kültürüne sahip olduğunu fıkralarında görebiliriz:

 FOTO ALTI: Askerlik görevini Sarıkamış’ta yapan Halil Şahin İlk görevini Ankara’da Rafet Sönmez ve Sait Aydemir ile birlikte yapmıştı.

CENNETİN KAPISINI ARALA

Üç aylarda Ramazan dolayısıyla civar köylere hoca olarak gitmiş. O zamanlarda Konya’dan gezginci bir vaaz gelmiş. Bu gezginci vaaz; cennetin anahtarını aldı eline, bir sakladı, cemaati cennete üç gün sokmuyor, diyor. Bir gün iki gün cemaatin suratı bir karış, diyor. Dördüncü gün Hoca’ya dedim ki diyor: Hoca cennetin kapısını az arala. Hoca; hayrola hocam, diyor. Ya sen arala. Değilse demiş, aralık komazsan sen de bilmem ne alırsın, ben de bilmem ne alırım. Yani hava alırız. Dördüncü gün cennetin kapısını az araladı, diyor. Şey yağmaya başladı, bahşiş diyor. Hoca, ya hoca sen bunu daha önce niye söylemedin dört gündür, diyor.

FOTO ALTI: Ayşe Özertaş, 2000’li yıllarda Akören hikayelerini derlemişti.

EMEKLİ ÖĞRETMEN BEKİR UYSAL’IN ELMASUN HATIRASI

Benim öğretmenlik yaptığım ilk yıllarda yaşadığım bir olay: Okuldan yeni mezun oldum. Okul öncesi ailemden ve okuldan almış olduğum terbiyem eseri olarak büyüklere saygı, küçüklere sevgi gösterip yolda kalmışlara yardım etmemizi tavsiye ederlerdi. Bu nasihatlara uyarak öğretmeni bulunduğum Elmasun (Güneybağ) kasabasının okul lojmanında ikamet ediyordum. Karaman’a bağlı Yerköprü, Dağduraya köylerinin arabaları ile Hadim’e bağlı bazı köylerin arabaları Karaman’a giderken Elmasun okulunun önünden geçerlerdi. Ekim ayının sonlarında evimde yatarken gecenin geç saatlerinde bir araba gelip okulun önünde durdu. Ayın ışığı da gündüz gibiydi. Geçen araba açık bir kamyon. Arabanın kasası eşya dolu. Eşyanın üzerinde yirmi beş otuz kadar adam var. Aradan birisi indi. Bir müddet pencereden baktım ve evden çıkıp yanına vardım. Adama sen ne duruyorsun, diye sordum. Adam bana, sabahleyin buranın arabasıyla Konya’ya gideceğim, dedi. Peki senin misafir olacağın bir yerin yok mu, diye sordum. Yok, dedi. Öyleyse gel benim misafirim ol, dedim. Adam bana, sen öğretmen misin, dedi. Ben de, evet cevabını verdim. Adam da, sen iyi kalpli bir adamsın, ben senin misafirin olmayayım, ben verem hastasıyım, dedi. Ben de, arkadaş, hem hastasın hem de bu soğukta kalıyorsun, gel, dedim. Adamı eve getirip sobayı yaktım.  Buraya kadar adamın yüzüne bakmamıştım. Adamın yüzüne bakınca ben de korktum. Çünkü adam o kadar zayıflamış, gözler çukurlaşmış, şakaklar çıkmış, alnı kırışmış. Kendi kendime, sabaha kadar ölürse ben ne yaparım, dedim. Karnın aç mı diye sordum. Açım ama perhizim, benim yiyebileceğim var mı acaba, dedi. Bulunandan yedirdim sabahleyin Konya’ya gönderdim. Verem hastanesine yatmış. Babasına, Elmasun’a git, Akviranlı Bekir Öğretmen var, onu ziyaret et, benim selamımı söyle. O olmasaydı ben soğuktan ölecektim, demiş. Fakat babası benim yanıma gelemedi. Bir sene sonra yine ekim ayının sonunda köyün arabası Konya’dan geldi. Birisi inip okulun bahçesine girdi. Bekir Hoca’m, diye seslendi. Ben de buyrun diyerek evime davet ettim. Kendi kendime, bu kim ki, diye düşünüp dururken adam da gülüyordu. Beni tanıdın mı hocam, dedi. Tanıyamadığımı söyledim. Sen geçen sene gecenin yarısında şordan bir hasta getirdin mi, dedi. Evet getirdim dedim. Ben işte o hastayım deyince şaşırıp kaldım. Ben o gün senden korkmuştum, bu adam ölecek, diye. Sen şimdi çok iyi olmuşsun. O zaman tahminim kırk kilogram filandın şimdi ise altmış yetmiş kilogram varsın, geçmiş olsun, diye kucakladım. Bir gece kaldı, Karaman’dan gelen arabayla gönderdim. Adam Hadim’in çakıllar köyündenmiş. İki gün sonra babası benim ziyaretime geldi. Cumhuriyet Bayramı tatilinden de faydalanarak beni Çakıllar’a davet etti. Üç gün bağlarda gezip dolaştık. Küçük bir köy. Beni gıyaben hepsi tanımış. Hoş geldin Bekir Hoca, diye büyük küçük hepsi elime geldiler.

FOTO ALTI: Halil İbrahim Yıldırım Ankara’da Rafet Sönmez ile aynı yerde görev yapmıştı.

UY KARADENİZ UŞAKLARI

Terzi Duran Aydın ve rahmetlik Tüleğin A. İhsan Ersoy, aynı tertip olup vatani görevlerini 1950’li yılların başında Van’da yaparlar. Bu vesileyle zaman zaman özellikle pazar çarşı izinlerinde Van Gölü’ne giderek serinleyip yüzmeyi öğrenirler.

Aradan geçen uzun bir zaman sonra 1965 yılıdır. Duran Aydın Dedeler Hanı’nda terzilik yapmaktadır. Bir cumartesi günü rahmetlik asker arkadaşı A. İhsan Ersoy dükkana gelir. Anlaşırlar, stadyumdaki yüzme havuzuna gitmeye karar verirler. Duran Aydın bisikletine biner, canciğer arkadaşları Ali Tülceyi de A. İhsan Ersoy’un motosikletinin arkasına bindirirler. Varırlar havuza. Mayolarını giyip havuza girerler.

FOTO ALTI: Öğretmen Bekir Özuysal.

Duran Aydın tedbirli, A. İhsan Ersoy ise cesaretlidir. Duran Aydın usuldan ayaklarını sarkıtıp soğuk suya kendini alıştırmakta Ali Tülce de onları izlemektedir. Heyt, geldi Karadeniz uşakları, çekilin diyen A. İhsan Ersoy, kırk yıllık yüzücüler gibi bir atlayış yapar. Bir batar, bir çıkar, bir batar derken ortada vahim bir durum olduğu belli olmuştur. O anda tramplende olan bir yüzücü Duran Aydın’a seslenir. Duran Aydın’ın, merak etme o seni saralamaz ifadesiyle yukarıdan atlayan yüzücü, kazazede A. İhsan Ersoy’u dışarı çıkartır. Yutulan su çıkartıldıktan sonra diğer iki kişi hiç havuza girmeden evlerinin yolunu tutarlar. Havuzdaki diğer yüzenler ve güneşleneler bunlar nasıl Karadeniz uşağı diye düşünürler. Meraklansalar da yapacak bir şey yoktur.

FOTO ALTI: Sait Aydemir, Rafet Sönmez’in Ankara’da mesai arkadaşıydı.

GÜNEŞ NEREDEN DOĞAR

1956 veya 1957’li yıllar. Baş öğretmen rahmetli Mustafa Çetin derse girer ve öğrencilere sorular sormaya başlar. Öğrencilere değişik genel kültür soruları sormaktadır. Arka sıralarda oturan bir öğrenciye sorar: “Mermer, Güneş Söyle bakayım Ali Osman nereden doğar?” Ali Osman Mermer cevap verir: “Bizim samanlığın arkasından doğar öğretmenim.”

FOTO ALTI: Berber Musa 57 yaşında vefat etmişti.

KOMŞULARIMIZ

1971-1972’li yıllar. Akören Ortaokulu, ders coğrafya. Öğretmen Songül Hanım sözlüye kaldırdığı öğrenciye seslenir: “Komşularımızı say.” Öğrenci Saymaya başlar: “Doğuda Üsküse (Orhaniye), Güneyde Karahüyük ve alan, Kuzeyde Eksile, batıda da May (Kayasu).” Öğretmen müdahale eder: “O komşular değil oğlum, öbür komşuları sayacaksın.” Öğrenci tekrar saymaya başlar: “Arkamızda Doksan Ahmetgil, yanımızda Püsküllügil, öbür yanımızda Kösmüklügil, karşımızda Apanlar.” Öğretmen, öğrencinin mahalle komşularını saydığını duyunca iyice sinirlenir:” Oğlum kendi komşularını değil Türkiye’nin komşularını sayacaksın.” Öğrenci gayet sakin bir tavırla cevap verir: “Hocam, o komşuları hiç görmedik ki, nereden bileyim.”

FOTO ALTI: İbrahim Karaoğlu ve Nüktedan Rafet Sönmez.

OVALARIMIZ

Yine Akören Ortaokulu, ders yine coğrafya. Tahtada sözlü imtihan olan öğrenciye öğretmen seslenir: “Ovalarımızı say.” Öğrenci başlar saymaya: “Bir Konya Ovası, iki At Ovası …” Öğretmen müdahale eder: “Oğlum At Ovası’nı da nerden çıkardın böyle bir ova var mı?” Sınıfta bulunan diğer öğrenciler söze karışır ve cevap verirler: “Var hocam. Orta Sivri’nin arkasında, Ahmet öldüğü derenin yanında bir çukur var. İşte orası At Ovası.”

FOTO ALTI: 1964 Ali Tülce Van’da askerlik yapan Duran Aydın ve Halil Özkan.

FOTO ALTI: Mehmet Koçak, Süleyman Gültaş ve Ali Osman Mermer.

FOTO ALTI: Mustafa Özuysal ve Karasınır’da öğretmenlik yapan Bekir Özuysal emeklilik yılları Akören’de.

MUZAFFER TULUKÇU 

Editör: TE Bilişim