Yaşanmış Akören hikayeleri
Akören Tarihi’ni kaleme alan Araştırmacı-Yazar Muzaffer Tulukcu, Akören’in yaşanmış Akören hikayelerini kaleme aldı. İşte Muzaffer Tulukcu’nun kaleminden yaşanmış Akören hikayeleri.
FOTO ALTI: Rahim Kavas
KÖPÜRENİN AVRADINI
1970li yıllarda yaşlanan, gözü çok az gören kulağı az duyan rahmetli Arıcıların İsmail amca her zamanki gibi Yüğ'de evinin önünde oturup vakit geçirmektedir. O anda uzaktan gelen tellal sesine kulak verir, tabi ki kulağı ağır duyduğu için ne olduğunu anlayamaz. O anda kapısının önünden birinin geçmekte olduğunu ayak sesinden anlar, geçmekte olan şu anda Antalya'ya yerleşen emekli baş komiser Ahmet Kaçar’dır. Kim olduğunu anlamadığı, geçmekte olana seslenir.
- Ulen oğlum ne diyor tellal !
Onun üzerine Ahmet Kaçar , yaklaşır .
- İsmail emmi Rusya'dan bir heyet gelmiş, yaşlıların hepsini götüreceklermiş.
-Oğlum götürüp ne yapacaklarmış?
- Sabun yapacaklarmış. İsmail emmi sabun yapacaklarmış.
-Götürürlerse götürsünler len Köpürenin av . köpürenin av .........
( Kaynak Mustafa Sezgin )
FOTO ALTI: 1950’li 1960’lı yılların Mugallidi Çolak Seyit (Yavuz)
MEKTEPLİ VE MERKEBİ
Rahmetli S.Ali Akalın bizim ALAN köyünde imamda olmadığı için hem öğretmenlik , hem de imamlı yapmaktadır . S.Ali Akalın kendisine bir merkep bulur ve her Cumartesi okul kapanınca öğleyin merkebine biner doğru Akviran'a gider . Pazartesi günü sabah erkenden ise Akviran'dan çıkar Alan'a dersine yetişmektedir . Eskiden malüm okula mektep denirdi . Mektep kelimesinin türkülere bile konu olduğunu hepimiz biliriz . Öğretmenin her hafta bu gidiş ve gelişinden esinlenen Alanlı kadınlar geldi gene bizim mektepli , gidiyor gene bizim mektepli derler ve lakap kendiliğinden oluşur . Gene bir Cumartesi Mektepli Akviran'a gitmek için hazırlanır . Alanlı Hacı Mehmet: Öğretmen Bey koskoca köyün öğretmeni kendi kendine giderse ayıp olur bugün sizi ben uğurlayacağım diyerek , Mektepli gerek yok dur dese de Hacı Mehmet dinlemez yuları eline alır . Merkebin önünde yular elin de çekmeye başlar bir taratanda " Ey ahali duyduk duymadık demeyin bizim mektepli bu gün gidiyor , hiç merak etmeyin Pazartesi günü sabah erkenden gelecektir " diye tellal usulü Alan'a yayın yapar . Mektepli ise " Ulen Hacı beni Alan'a rezil ettin " der ve yuları kaptığı gibi Akviran'a doğru yoluna devam eder . ( Kaynak torun Lütfi Akalın )
FOTO ALTI: Saz da çalan hocalıkta yapan Berber Musa(Yılmaz)
ÇERÇİ AHMET'İN PEKMEZİ
Çerçi Ahmet Hoca Bozkır- Hadim köylerine CER'e çıkar. Gittiği köylerde Kuran okur, köylüde hocaya hediyeler verirler. Hediye'nin başında da 2 teneke pekmez vardır. Çerci Hoca bunu Fevzi Çavuş'a öğünür. Fevzi Çavuş bunu birkaç arkadaşına anlatır. Hüseyin Ceylan, Berber Musa , Çolak Seyit ve Fevzi Çavuş bir araya gelir , bir film düşünürler . Çerci hoca'nın öğle namazı için çarşıdan yukarıya doğru giderken karşılaşırlar, arkadaşlarını bir arada gören Hoca nereye gittiklerini sorar , onlarda Hamza hasta imiş oraya gidiyoruz derler , oysa istikamet hocanın Derece ağzındaki evidir . Eve varınca hanımı Üsküseli Miyase hanıma, hoca ile anlaştıklarını hoca camiden gelinceye kadar , kendilerinin pilav yapıp , pekmez katıp hoca ile beraber yiyeceklerini ve evden gitmesini söylerler . Evin hanımı gidince , dış kapıyı kilitlerler , pencereleri açarlar . Fevzi Çavuş et kıymaya, Hüseyin Ceylan pilav pişirmeye başlar , berber Musa'da pekmez gatar sofra hazırlar , yufka sular .Hoca camiden gelir bir bakar ki kapı kitli , pencereler açık , hanımına bağırır ama nafile , bir müddet sonra arkadaşları pencereden görünür , hoca şaşırır . - Ulen hanım nerede, ne yaptınız hanıma ? Arkadaşları gülmektedirler , pazarlık sürer , hocaya aşağıda yemin ettirirler . Kapıyı açarlar , hoca yalnızca pilav , pekmez değil ette pişirildiğini görünce içi gider ama nafile , arkadaşları öğünmesi değil derler , beraberce bir güzel yerler içerler .
" KAVAS " DİYE BİRİ ..
Henüz yaza yeni giriliyordu. Bir vesile ile Akören'e gittim. Tabi küçüklüğümden beri bu gidişler bana hep heyecan verir. Önceleri bu heyecanımın karşılığını mutlaka görürdüm. Fakat son yıllarda her Akören yolculuğumun sonunda, beni ilk karşılayan hep hüzün olmuştur. Bir zamanlar hayat fışkıran, avlularından taze ekmek kokuları gelen ve insanlarıyla, hayvanlarıyla yaşamaktan zevk alan koskocaman ilçenin sokaklarında dolaşmak artık insana ızdırap vermektedir. Bu gelişimde de aynı yürek burkuntuları ile bir defa daha sarsıldım. İnsana hüzün veren bu duygularımı içime atıp şöyle bir dolaşayım diye düşündüm. Ayaklarken " Koca çeşme " nin yanına geldiğimde, güney doğuya doğru uzanan sokağa bakınca içim bir tuhaf oldu. Viranelerle dolmuş olan şu sokak acaba bir zamanlar, " ayakkabıcı Tahir " emminin, azametinden ve kalın kaşlarından dolayı unutamadığım " Kapçı Mahmut " amcanın , daha düne kadar buralardan geçen " İskenderin Sinan " eniştemin ve daha nicelerinin dolaşırken hayat verdiği o koca sokak mıydı ? İnanmak gelmiyor içimden. Acı ama gerçek. Oynadığım sokaklar , bayram gezerken içinde yemekler yediğim evler . Birer, birer viran olup gitmekte ve ben hiç bir şey yapamamaktayım. Allah’ım sen bize güç ve akıl ver. Bu viranelerin arasından Belen tepesine doğru yürüdüm . " Yavru " gilin köşeye gelince , artık yıkılmaya yüz tutmuş bu evin duvarındaki tabela gözüme çarptı . " RAHIM KAVAS SOKAĞI " . Bir anda gözümün önüne merhum Rahim abi geliverdi . Dünyada çok ender rastlanabilecek insanlardan biriydi . Herhangi bir yere girmesiyle birlikte oranın neşeye boğulmaması mümkün değildi . Bugün yaygın olarak kullanılan deyişiyle , etrafına daima pozitif enerji yayan , çok sevimli bir kişiliği vardı . Akören ' in dağından , tepesinden her yerinden taa Almanyaların fabrikalarına varıncaya kadar dolu , dolu bir ömür yaşamış , memleketine hizmetleri geçmiş , çobanlıktan patronluğa kadar birçok işleri yapmış , eniyle boyuyla tam bir Akörenli idi . Kendisiyle yaşadığımız , bazen de onun bizlere aktardığı bir çok hatıra bugünkü gibi hafızam da durmaktadır . Şimdi bunlardan birini sizlerle paylaşmak istiyorum . ( Kaynak Ahmet Naci Ertaş )
FOTO ALTI: Saz da çalan hocalıkta yapan Berber Musa(Yılmaz)
OTOBÜS PARASI
1938-39li yıllarda Konya'dan Akören'e otobüs yolculuğu ücreti 10 kuruştu. Gastanbullu rahmetlik bir seferinde Konya'daki Eski Garaj'a varır. Otobüs ücreti 10 kuruşu çok görür. 5 kuruş olmasını ister. Tomas Ahmet'in 10 kuruşta ısrar etmesi üzerine 2 gün Suluhan'da günlüğü 10 kuruştan kalmak zorunda kalır . Tekrar 3.gün otobüsün başına varır. Tomas Ahmet bak 20 kuruş zarar ettin, benim dediğime geldin der. Bu küçük olay o yıllarda insanların ne derece sıkıntı içinde olduğunu gösterir. 10 kuruş otobüs parası bile vermek zor idi.
FOTO ALTI: Akören’nin Seceresi (DALGACI) Hüseyin Ceylan
BIRAK ŞU BALIĞI ABİ! ..
Malum rahmetli Kavas bir dönem koyu CHP’li idi , 1973 Genel seçim süreci başlamış , Propaganda faaliyetleri çok yoğun biçimde devam etmektedir . Bunun bir gereği olarak akşamları kahve toplantıları aralıksız sürmekte ve bu toplantılara katılacak guruplar kahvelere götürülmektedir. Böyle günlerden birinde propagandayı dinleyenlerin kalabalık görünmesini sağlamak için topluca arabalara binerek Muhacir pazarında bir kahve toplantısına grup halinde katıldık. İlk konuşmacı, adaylardan Em. Hakim Talat Aldağ Talat bey kürsüye geldi ve konuşmasına başladı. Öyle bir başladı ki, on beş gündür her yerde yaptığı konuşmanın aynısını burada da tekrarlıyordu. " Sevgili hemşerilerim, atalarımız ne demiş . Büyük balık küçük balığı yutar. Yani ... " diye konuşmasını sürdürmek isterken, artık bilmem kaçıncı defadır aynı lafları duymaktan bıkan Kavas ayağa fırlayarak- " Bak abi şu balığı bi bırak abi. Bak bu balıktan başımıza gelmeyen kalmadı. İller oylarını çoğaltırken bu balık bizde oy bırakmadı “, diyerek toplantının başlamadan bitmesini sağlamış ve halkın siyasetten ne beklediğini orada basit bir şekilde göstermiştir. Merhumun daha nice hatıralarını paylaşmak dileğiyle.
HASTA ZİYARETİ
Akviran'ın köylerinden birinde ( MAY ) , hasta ziyaretine giden ve hastaya kuru soğan götüren bir kadın ziyaret sonrası evine dönerken tanıdığı bir başka kadına rastlar ve " nereye gidiyorsun diye sorar " , " hasta ziyaretine gidiyorum diyen kadına bende hastanın yanından geliyorum ama hasta pek iyi değil diyerek aralarında karşılıklı konuşmalar geçtikten sonra , hasta yanından gelen kadın ziyarete gitmekte olan kadına sorar Hastaya ne götürüyorsun ? Hasta ziyaretine giden kadın portakal götürüyorum diye cevap verince , hastanın yanından gelen kadını konuşmaya başlar ; Gaç gaç hiçbir şey götürme! hastadan ümit yok ; benim nar gibi soğanı yemedi ki senin portakalı yese ....
( Kaynak A.Kadir Karaburun )
FOTO ALTI: Akören’in milli dünür başı Fevzi Çavuş (Ertaş)
TURP VE ÇAY
Zorlu bir kış günü dağda mahsur kalan Akviranlı çoban tipiye yakalanır ve soluğu en yakınında bulunan May ( Kayasu Kasabası ) köyünde alır . Bir ahbabının evine varır , mahsur kaldığını , kendini köye zor attığını ve o gece misafir olacağını söyler . Ahbabı içeri alır , sobayı yakar ve cimriliği ile tanınan köylü çobana sorar Ahbap turp mu yoksa cay mi içelim . Hem aç, hem de soğuktan yorgun ve bitkin olan çoban cevap verir . Arkadaş önce turp yiyelim üzerine de çay içeriz.
( Kaynak A.Kadir Karaburun )
FOTO ALTI: Çerçi Ahmet Ersoy ve hanımı Hatıp’ın kızı Hatice
DOMUZ
Tekke köyünde nohut tarlalarına ve bahçelere musallat olan domuzlar için bir çukur kazılır, üzerine yaprak ve bitkilerle kapatılarak tuzak hazırlanır. Ertesi günü çukura bir domuz düşer. Köylünün biri gelir bakar ki çukura bir domuz düşmüş, eline uzun bir sopa alır ve yukardan domuza vurmaya başlar , bir yandan da söylenir , Bahçeleri telef eden sen değil misin , nohutları yiyen sen değil misin , şimdi seni ne yapayım ? Derken ayağı kayar ve kendini çukurda domuzun yanında bulur. Domuz ile yüz yüze gelen köylü başlar, domuza yalvarmaya ; Ne olur bir şey yapma , bir evlek yerim var sana nohut ekivereyim .
KEKLİK
Akviran'dan Çumra ve Konya'ya sık sık arıza yapan eski model bir arabayla nakliyecilik yapan hemşehrimiz yolda bilet toplarken bakar , koltuğun üzerinde bir keklik kafesi , yanında sahibi , araba da yolcu az , işlerde iyi gitmeyen şoför kekliğin sahibine sorar ; Kekliğe bilet aldın mı ? yolcu karşılık verir , hiç kekliğe bilet olur mu ? dese de şoförü ikna edemez ve şoför inadına sürdürür , Arkadaş bununda iki gözü , iki kulağı , bir burnu , bir ağzı var , buda yer içer ve nefes alır onun için kekliğe de bilet alacaksın .
Kerpiç Yarımı
Tekke köyünden bir köylü, katırlara yüklemiş olduğu patates çuvallarımı satmak üzere Akören'e getirir. Kahvenin önündeki boşluğa çuvalları indirir ve patatesleri satmaya başlar. Tekke patatesi meşhur olduğu için orada bulunanlar hemen birer çuval alırlar ve satıcıya çuvallarını tarttırmak ve parasını ödemek için sıra beklemeye başlarlar. Bu karışıklık içinde kahveci de bir çuval patates alır ve kahvenin önüne koyar . Kahvede bulunan ve kendisine ait teraziyi çıkarır ve patatesleri kendisi tartacaktır. Terazi var amam kilo olmadığı için kahvenin avlu temelinden bir kerpiç yarımı alır. Terazinin kefesine kor ve başlar bir kilo hesabı ile patates tartmaya ... Kahvenin önünde kendi halinde oturan ve olayı kendi halinde seyretmekte olan rahmetli Tahsildar Halil İbrahim Bayrakçı bu durumu takip etmektedir. Kahveci tartma işini ve arkadaş ben kendim tarttım bitirince satıcıya varır çuval 18 Kilo geldi, al şu 18 kilo parasını deyince köylü itiraz eder ; Ahbap benim çuvallarım 35 kilodan aşağı gelmez . Bu hesapta bir yanlışlık var karşılığını verince , kahveci yemin billah eder . Vallahi kendi elimle tarttım. Hiç yanlışım yok çuvalların 18 kilo geldi . Ben 18 kilo parası veririm deyince köylü parayı kabul etmez. Ve bu işte bir yanlışlık olduğunu söyleyerek kahveci ile tartışmaya başlar. Bunun üzerine olayları geriden takip eden Tahsildar Halil İbrahim hemen araya girer. Köylü ile kahveciye seslenerek: Oğlum ikinizin de kabahati yok . Bütün kabahat şu kerpiç yarımını gördünüz mü? İşte bütün hesabı karıştıran o kerpiç yarımıdır.
TÖRE
Kendisine dayı derdik. Aslında dayımız değildi. Fakat sert mizaçlı ve gür ses tonu ile konuştuğundan dolayı dayı derdik. Dayı biraz boylu ve cüsseli bir yapıya sahipti. Bıyıkları yoktu. Kendisine dayı niçin bıyık koymuyorsun diye sorduğumuzda sert ve gür bir nidayla cevap verirdi: Yeğen bir Türk erkeği herhangi bir kahramanlık yapmadan bıyık bırakmaz. Töreye aykırıdır derdi. Dayı bağ ve bahçe işleri ile uğraşırdı. Bir gün bağda çalışırken, bağ komşusu olan yeğeni ile sınır konusunda tartışırlar ve yeğeni ile kavga ederler. Ağaçta asılı olan tek kırmayı (tekli av tüfeği) alan dayı yeğenine doğru tutar. Yeğeni de dayısının tüfeği atamayacağı kanaati ile tahrik edici hareketlerde bulunur. Bunun üzerine öfkesine hakim olamayan dayı silahını ateşler. Yeğeni ayağından vurur. Yeğen bir müddet sonra iyi olur ama mahkeme devam etmektedir. Akraba ve komşular dayı ile yeğeni barıştırırlar. Yeğen dayısından davacı olmaktan vazgeçer. Mahkeme devam ettiği için dayı hapiste yatmaktadır. Bir sonraki mahkemede dava anlaşma ile sonuçlanır. Dayı serbest bırakılır. Bizde; dayının hapisten çıktığını duyunca geçmiş olsun’a gittik. Dayının evine vardığımızda bizi hariciyesinde (diş odada) karşıladı. Kendisi gayet neşeliydi. Hoş sohbet ve hal hatırdan sonra müsaade alarak hariciyeden ayrıldık. Dayı bizi uğurlamak için kapının önüne kadar çıktı . O ana kadar dikkat etmemiş ve aklıma da gelmemişti. Çünkü dayım ile göz göze geldik ve manalı bakışlarımdan her halde anlamış olacak ki, bıyık altı gülmeye başlamıştı. Çünkü , dayı bıyıklarını koymuştu .