Kademenin en iyi doktoru

FOTO ALTI: AZİZ GÖK

Araştırmacı-Yazar Muzaffer Tulukcu, memleketi Akören’in tarihini kaleme alıyor. Bu kapsamda, Akören’e büyük hizmetleri bulunan Mustafa Avcu’yu anlatan Tulukcu, Avcu’nun memleketine olan düşkünlüğüne dikkat çekiyor.

FOTO ALTI: Mustafa Avcı Hanımı Halime Avcı İle

MUSTAFA AVCU

Son demlerinde daha çok Hacıbabagilin kahvesinde görürdünüz onu. Aşkla, tutkuyla okşin ya da okey oynardı. Ama kafası hep dinç, sözleri hep diri, bakışları daima genç! Hele bakışları: keskin bir bıçak gibi, ışıltılı ve derin…  Ona neden “Avcu” soy ismi verildiğini bilmiyoruz; ama avcılıkla fazla bir ilgisi olmamasına rağmen kaderin bir cilvesi olarak kardeşi ile ava giderken motosikletten düşmesi neticesinde sağ bacağında bir sakatlık oluşmuş, bu nedenle uzunca bir süre elinde bir bastonla ve hafif aksayarak yürümek zorunda kalmıştı. Buna rağmen atik ve seri yürüyüşünden hiçbir şey kaybetmemişti. Bir türlü vazgeçemediği sigara, bıyıklarını sarartmış olsa da yüzü Akören coğrafyasının en güzel renklerini yansıtıyordu. Buğdaysı ve hafif kavruk tenini, üstten epey dökülmüş, her telinde cefanın izlerini yansıtan kır saçları süslüyordu.  O sadece kademenin değil Akören’de tüm sokakların takdirini kazanmış biriydi. Çünkü kademenin rakipsiz, biricik ve tabi ki en iyi doktoru idi.

FOTO ALTI: Komutan Recep Koral (Tahratcı), Durmuş Ali Çoban, İsmail Yoncalık, Oturanlar: Mustafa Avcı, İsmail Ceylan.

Her yerde olduğu gibi Akören’de de anneler çocuklarını ninnilerle büyütürken bir yandan çocukları için dua dua besteler yapmış “uyusun da büyüsün” derken Allah’tan onun koca adam olmasını, doktor olmasını, paşa olmasını dilemiştir. Ancak gönlünde yatan esas aslan çocuğunun doktor olmasıdır. Çünkü çok sevdiği bir yakını, belki anası belki babası, basit bir hastalık yüzünden doktor yüzü göremeden genç yaşta vefat etmiş veya şurasına yıllardır geçmeyen bir ağrı saplanmış, çektiği acılar hayatı zindan etmiş; lakin ne doktor ne hastane yüzü görmüştür. İşte bu yüzden dizinde salladığı ve ninniler dizdiği yavrusu büyüyüp doktor olacak; hastalığına şifa bulacak, sevdiklerini tedavi edecek, insanlar basit sebeplerle ölmeyecektir. Ama bir de Allah’ın takdiri vardır. Doktor olsun diye büyütülen çocuklardan kimi esnaf, kimi rençber, kimi memur, kimi başka bir şey olurken çok azı doktor olabilmiştir.

FOTO ALTI: Avcı son yılları

Kademenin çınarlarından Mustafa Avcı -Akören’deki adıyla Avcu- “Ben doktor olacağım derken” bunu yüreğinin her zerresinde hissederek söylüyordu ama bu ideali haykıran çocuk, zamanın imansızlıklarına yenilerek sağlık memur oldu. Köy Enstitüsü Sağlık Bölümünü bu niyetle tercih etmiş, okulu bitirip hastaneye gönderildiği zaman doktor olma şartları değiştirilerek tıp fakültesi okuma zorunluluğu getirilince bu hayali suya düşmüş ve sağlık memurluğuyla yetinmek zorunda kalmıştı. Öyle derin bir aşkla arzuluyordu ki doktor olmayı, bu işin diplomadan öte bir tutku olduğunu fark etti. Azimle ve büyük bir dikkatle bir doktorun sahip olması gereken tüm bilgileri öğrendi. Çalıştığı hastane veya sağlık ocaklarında üstün gözlem gücü ve merakı sayesinde tedaviye dair her şeyi öğrenmeye çalıştı.  Doktorlardan ve hemşirelerden elinden geldiğince istifade etti. Yeri geldi araştırdı, soruşturdu, okudu.  Ve sonunda kağıt üzerinde sağlık memuru ama pratikte doktor olan bir adam çıktı karşımıza. 

Yıllarca Akören’in hem sağlık memuru, hem doktoru, hem acil servisi, hem eczanesi, hem sünnetçisi, hem dişçisi olan Avcu 1922 Mart’ında Akören’de doğdu. İlkokulu doğduğu köyde okudu. 1938’de Konya Sanat Okulu’na kayıt olduysa da maddi imkansızlıklar yüzünden buradaki tahsilini yarım bırakmak zorunda kaldı. 1941’de Çifteler Köy Enstitüsü’nü kazanarak burada 3 yıl okudu. O zamanki yasal düzenleme gereği Köy Enstitüsü Sağlık Bölümünden mezun olanların hastanede birtakım uygulamalara ve eğitimlere katılarak yapılan sınavda başarılı olmaları durumunda doktor olmaları mümkün olduğundan, sağlık bölümünü tercih etti. Ama daha önce de söylediğimiz gibi yasal düzenlemeye gidilip doktor olma şartları değiştirilince hedefine ulaşamadı ve sağlık memuru olarak göreve başladı.1945’te Çumra-Apa Köyleri Grubu sağlık memuru olarak başladığı görevini 1948’ten itibaren Kastamonu- Küre-İmranlar Köyleri Sağlık Grubu olarak devam ettirdi. 1955’te vatani hizmetini Malatya’da yaptı. Askerlik dönüşü (1956’dan itibaren) memleketine gelerek emekli oluncaya kadar görevine Akören’de devam etti.

FOTO ALTI: Mustafa Avcı (Avcu) hasta yatağında kızı Neriman İncekara ile.

İlla aslını astarını merak ederseniz hadi ondan da kısaca bahsedelim: Rahmetli Kösmüklü Sülalesinden ömrü rençberlikle geçen Havuşun Osman’ın oğlu. Beş kardeşin en büyüğü.  İki kardeşi hayatta.  Kendisinin dört kız bir oğlan olmak üzere beş çocuğu var ve çocuklarının hepsi hayatta. 1922’de teşrif ettiği dünya arenasından 2007’de 85 yaşında iken el çekip dar-ı bekaya irtihal eylemiş. 

Bu kadar soy ve aile bilgisinden sonra biz asıl mevzumuza dönelim. Avcu’yu kademenin as kadrosuna sokan şey nedir? Elbette ki yürüyen bir ambulans, bir can simidi, bir ilk yardım uzmanı olmasıydı. Şimdilerde Akören Hastanesi 24 saat doktorun bulunduğu, birçok müdahalenin ve tetkikin yapılabildiği bir hastane olmasına rağmen  2010’lara gelinceye kadar bu vasıfların birçoğundan mahrumdu.  Hatta hastanenin 1973’te açıldığını, ve uzun yıllar boyunca doktorun çoğu zaman bulunmadığını düşünecek olursak Akören’de iyi bir sağlık uzmanının ne anlama geldiğini daha iyi anlarız. Her türlü sağlık sorunu için Konya’ya gidilmesinin elzem olduğu ve çok az insanın devlet hastanelerinden ücretsiz yararlanabildiği o yıllarda, çoğu insanımız hastane veya doktor yüzü görmeden, görse de parası olmadığı için tedavi masraflarını karşılayamadığı için hayata gözlerini yumuyordu. Mahrumiyetin ve çaresizliğin boyutları o kadar derindi ki Akören’den acil durumlarda dahi Konya’daki bir hastaneye ulaşabilmek başlı başına bir mesele idi. İşte bu olumsuzluklar içerisinde Avcu Akören’deki tüm hastalar ve acil vakalar için akla ilk gelen isim olur adeta bir hızır gibi yetişirdi. Tabi röntgensiz, ultrasonsuz, tahlilsiz, bir teşhis ne kadar yapılabilir, bir tedavi ne kadar uygulanabilirse o kadar yapabiliyordu. Ama engin tecrübesi ve gözlem gücü sayesinde çoğu zaman isabetli teşhisler koyuyor, mümkün olan en pratik tedaviyi uygulamaya çalışıyordu. Fakr u zaruretin hat safhada olduğu insanların yalın kat bir don bulmakta zorlandıkları, çocuklarını okula çıplak ayaklarla gönderdikleri o yıllarda, Avcu hizmetlerinin karşılığında insanların gönlünden ne koparsa kabul etmiş; ücreti genellikle bir mahcup tebessüm, içten bir dua olmuştur.  Rahmetli babam eczanenin olmadığı Akören’de bakkal olmasına rağmen yıllarca ilaç da sattığı için Avcu’nun bir çok tedavisine bizzat şahit olmuşluğum vardır. Çünkü hastalarını bazen bizim dükkanda tedavi eder, hemen oracıkta tedavi için gerekli ilaçları aldırırdı.  Beş dakika içinde tüm işlem gerçekleşirdi. Evinin hariciye diye adlandırılan bağımsız bölümünü muayenehane gibi kullandığını, evine gelen hastalara burada baktığını da hatırlıyorum. İri siyah çantasını daima yanında bulundurmuş; steteskop, şırınga, otoskop ve birtakım tıbbi malzemeler ve ilaçlar bu çantadan hiç eksik olmamıştır. Gece gündüz, yaz kış, dağda bayırda, yabanda yazıda sağlık söz konusu olduğunda akla Avcu gelirdi. İğnesi ya da pansumanı olan hastalara bazen günlerce uğrar; bundan dolayı bir şikayette bulunmazdı. Çükü bilirdi ki sağlık söz konusu olunca her şey önemini yitirirdi. Çünkü bilirdi ki insan canı mukaddesti. Yine bilirdi ki bir canı kurtaran bütün insanlığı kurtarmış gibi azizdi. Bu idrakle sadece insanlara değil tüm mahlukata hizmeti büyük bir sorumluluk bilinciyle ve keyifle yürüttü. İnsanların yaralarına, dertlerine merhem olduğu kadar bir kedinin, köpeğin veya bir güvercinin derdine de merhem olmaya çalıştı.      Akören sokaklarında bir çağdaş Lokman Hekim gibi yaşadı, öyle kabul edildi. Hele biz çocukların gözünde Avcu bir zeka küpü, erişilmez bir deha idi. Yolda karşılaştığı çocukları durdurur, onlara bugünün tabiriyle söylemek gerekirse beyin yakan matematik soruları sorar, doğru cevap gelmezse –ki çoğu zaman gelmezdi- son derece pratik ve ince çözümler ortaya koyarak soruyu cevaplardı. Zaten o büyükle büyük, küçükle küçük olmayı becerebilmiş, herkesle bir şekilde güzel diyaloglar kurmayı başarabilmiş bir gönül insanı idi.

FOTO ALTI: Akören’in doktoru Avcu’ya Akören Dergisi Şiltini A. Kadir Gök taktim etmişti.

 İşin garibi 1947’de başladığı sağlık memurluğunu resmi olarak 30 yıl sürdürdükten sonra 1977’de emekli olmuş; ama vefat tarihi olan 2007’ye kadar -yani bir 30 yıl daha- bir nevi doktorluk yapmaya devam etmiştir. Bu durumda 85 yıllık ömrünün 60 yılını sağlıkçı olarak halka hizmetle ikmal etmiş, bu sürenin yaklaşık 50 yılını Akörenliye hizmete adamıştır. Onun minyon ve hafif kambur bedeninde koca bir yürek olduğunu, 7/24 halka hizmete amade yaşadığını, kademeye bir güven verdiğini söyleyerek sözlerimizi hitama erdirelim.

Avcu, bir tıp diplomasına sahip olarak resmiyette doktor unvanı alamamış olsa da yaptığı hizmetler ve gösterdiği başarılarla Akörenli ona bu diplomayı da bu unvanı da seve seve vermiştir. Daha doğrusu Avcu bunu sonuna kadar hak etmiştir. Ruhu şad olsun!

FOTO ALTI: Ayaktakiler: Mustafa Avcı, Nahiye Müdürü Belediye Başkanı Sait Aydemir, Karakol Komutanı. Oturanlar: P.T.T. Müdürü ve Marangoz Mehmet Karabüber Cumhuriyet Bayramı’nda.

Editör: TE Bilişim