Filozof; ne yaptığı, ne yapıldığı, neden olduğu, nasıl olduğu ya da ne olduğu üzerinde düşünen, sevgi ve erdem anlamlarını içeren gerçeği arayan, kendisinin ve toplumun düşünce ve hayal sınırlarını sorgulayan ,yeni ufuklara yelken açan,keşif ruhlu, bilgiyi arayan,bilge kişidir.

Ulusal ve uluslar arası veya zaman ve mekan ötesi hayatımızı etkileyen bu tip insanların aslında yerel düzeyde olanları da var.


İçinde bulunduğu çevrede bilge kişiliği ile topluma ışık olmuşlar, çevrelerini pozitif anlamda etkilemişlerdir.

Bunlardan birisi de Silifke Işıklı Köyünde halen yaşayan Saraç lakaplı Ali Rıza Can. 
Üç kuşak Saraçlık mesleği yapmış.  Dedesi saraçlığı Karaman’da bir Rum ustadan öğrenmiş.
Babası ve oğul olarak kendisi üç kuşak bu mesleği icra etmiş. Çocuklarına da öğretmiş ama onları okutmuş. Dokuz çocuğun hepsini okutmak için uğraşmış ama okumakta gözü olmayanlara çok da ısrarcı olmamış. Zamanının kıt kaynakları ile üniversiteye kadar okumak isteyen çocuklarını da okutmuş.


Çocukluğumda ben de dedemi merakla izlerdim. Deriyi dikişi, desenleri oturtması, derinin terbiyesi, gerdirilmesi hepsi hobi düzeyinde de olsa ilgi alanıma girmişti.  Hiç olmazsa mantığını çözdüm diyebilirim.

Saraç aynı zamanda iyi bir kundura ustası.  Her iki meslekte yetiştirdiği ustalar var.
Aslında öğrenmek varmış. Günümüzde iyi bir kundura markası çıkarmak için böyle bir birikimden faydalanmak gerekiyordu. Belki de bu yerelden evrensele bir mesleğin de icra edilmesi olacaktı.

Aslında en büyük dayım, en iyi çırağı bu konuda dedeme İstanbul’a gidelim diye önermiş. Köyünde kalmak dedemin kendi tercihi.


Saraçlık ve günümüzde kaybolmaya yüz tutmuş bir meslek. Otomobillerin olmadığı, ulaşımın daha çok hayvanlarla yapıldığı zamanlarda, binek hayvan için Eğer, semer gibi insanın oturabileceği ve yük taşıyabileceği araçları imal ederdi saraçlar. Bunun yanında deri ve deri mamulleri çanta, ayakkabı, körüklü çizme gibi kunduracılık ürünleri ile insanların da ihtiyacını karşılarlardı. Günümüzde işi kunduracılık azalsa da tamirci şeklinde varlığını devam ettiriyor.
Ayakkabıcılık günümüzde endüstriyel bir meslek olarak artık modanın en eski ve yeni bir unsuru olarak yaşamını devam ettiriyor.

Önemli bir zanaattı saraçlık. İçerisinde estetiklik içerirdi. Müşterinin şan şöhreti, unvanı ya da görünmek istediği, kendini ifade etmek istediği ruh halini sosyal ve meslek hayatını yansıtabilmeliydi. Onun için saraçların ruhları genişti, bu onlara saygınlık de kazandırıyordu. Güzel bir atın alımlı ve heybetli bir eğeri neleri ifade etmezdi ki.... Güzel giyimli ve özel işlemeli heybetli bir eğer üzerindeki şahsın etki alanını daha insanların bulunduğu alana girerken hissettirirdi..Orada bulunanlar farklı karşılardı. İzzet ikram daha heyecanlı ikram edilirdi. Madden ya da manen, ama önemli biriydi muhakkak.

Hun imparatorluğundan beri nasıl at en seçkini oluyorsa atın koşum elemanları da bir o kadar heybeti yansıtırdı.
Bunun için eğeri yapan kadar yaptıranında kültür  ve sosyal düzeyi, konumu farklı olurdu. Herkes kaliteyi isteyemezdi. Fakir de olsa güzel bir eğeri isteyebilecek kadar beklentisi yüksek olan kültür düzeyi , görgüsü becerisi olan insanları da atlamamak gerekiyor.Ya da önemli bir sosyal gurubu temsil ediyor olabilirdi. Ayaklarındaki kundura , çantası, eğeri, koşumun aksesuarının görünümü, atın sahibini kesin önemli bir insan olarak gösterirdi.

Saraçlar o günlerin adeta modacıları idi. Ne giyileceğine kullanılacağına daha çok onların önerileri yön verirdi

İşte namı diyar  Saraç;  adı Ali Rıza Can, yani dedem, Duran  ağa olarak da bilinir ama olarak da bilinir ancak herkes namı olan Saraç namı ile  çağırır. 107  yıllık biriktirdiği vizyonu ile. Zamanında Karaman'dan Kayseri'den Erzurum’dan müşterileri varmış. Silifke ve Gülnar çevresinde köy köy gezmiş.Eğer yapmış. Semer Yapmış. Bazen misafir olduğu evde ocak tamir etmiş, bahçesine bakmış. Her konuda danışılan insan da olmuş.Yapmış olduğu ayakkabıları, körüklü çizmeleri paşalar da giymiş köylü vatandaşlar  da herkesin gönlüne el emeği göz nurunu ekmiş bugün yaşayan bir tarihi vizyonu temsil ediyor.

Sadece Saraç olarak değil, bunun yanında diğer konularda da kendine has tarzlar geliştirmiş .Ziraat alanında da örnek olmuş. Türkiye'nin ilk çağlasını ilk kaysısını kendisine ait aşı ve yetiştirme tarzı ile bölgesine örnek olmuş. Bademin önemsenmediği zamanlarda badem ekerken insanların eski köye yeni adet mi getiriyorsun diye eleştiri de almış ama o yılmamış. Dağdan koca kayaları fizik kurallarının en iyi bir şekilde uygulayarak, filenkler yardımı ile  kaldıraç yaparak onlarca ton kayaları yerinden sökerek çıkarmış. Ortaya çıkan verimli toprakları alın teri ile yoğurarak, ağaçlandırmış..Hayatının her anına konsantre olmuş, kahvede geçirdiği zamanlar yok denecek kadar az.Evine gelirlerse misafirleri ile kulaktan kulağa anlatılan muhabbetler yapmış.Her işinde Saraç gibi denmiş.

Doğal hayatı çok seviyor. Zaten imar etmiş olduğu topraklardan  sekiz ay dere akıyor, bahçesinde pınar var.

Uzun yaşamı merak edenlere, doğal yaşamak, çalışmak kendini hayata bağlayabilmek diyor. Hayata pozitif bakan namı diyar saraç hayatını ihtiyacı kadar yaşamış. Hırslarından daha genç yaşında arınmış.  Yaşamındaki güzellikleri büyüterek, olumsuzlukları da küçülterek yaşamış.

Sebata dayalı sabrı ile hepimize ve çevresine örnek olmuş.


İlk okul diplomasını sonradan almasına rağmen, hem eski yazı hem de yeni yazıda okumayı çok seviyor.

Bölgenin tarihine şahit olmuş. Atatürk’ü görmüş.

Bir gün bir arkadaşım sormuştu. Kaç yaşındasın diye ?

Bir hikaye anlattı:
Bir yörük gelmiş evine ayakkabı istemiş.
Kime demiş?
Anneme.
Kaç Yaşında
120
Bir gün ayakkabıları yapmış, yörük çadırına varmış, yaşlı teyzeyi bulmuş. Ayakkabıları ayağına giydirmiş.

Teyze  20 metre yürümüş. Sonra bu ayakkabıyı yapan benden fazla yaşasın diye dua etmiş, diye anlatıyor saraç. Eğer Allah o kadının duasını kabul ederse 120 yaşına kadar yaşarım diyor.

Yaşam sevinci ile duvardaki eğeri gösteriyor,  geçenlerde başlayan hastalığı geçince aynısını yapmak istiyor.

Dün Taşucu’nda Özel Aslan Eyce Amfora müzesinde bir söyleşiye katıldım. Mersin Üniversitesi’nden
Prod Dr Ayşehan Çakıcı hocanın söyleşisine katıldım.  Katılımcılar müzeyi doldurmuş ve canlı bir katılım vardı. Binlerce yıllık amforaların arasında bir kültür sohbeti yaparken duvarda dedem Saraç’ın eğeri de asılıydı. Müzenin en güzel yerinde . Yakındaki Anadolu lisesi öğrencilerinin devam ettiği resim atölyesinden çocuklar bu fon içinde resim çalışması yapıyorlardı.

Dün, çok eski tarihler, topraktan yapılan amforalar, geleceğe umutla bakan gençler, toprağı ve doğayı çok seven insanlar ve toprağı seven Saraç’ın eseri eğer hepsi bilgece bir ortamı tamamlıyorlardı.


Bir gün Gece yarısı çalışırken sormuştum. Dede bu saate kadar neden çalışıyorsun diye?
Çalışan insan düşünen insan yaşlanmaz dedi...

Anladım ki dedem ve onun gibilerin hayatında kalbini aklını sürekli çalışır vaziyette tutan insanlar ölseler de yaşasalar da, başkalarının kalbinde muhakkak yaşıyorlar. Yaşatılıyorlar.
Saraç gibi bir vizyon altında....