Günümüzde popüler tüketim kültürünün medya vasıtasıyla kitlelere dayatıldığı bilinen bir gerçektir. Özellikle Türkiye gibi “gelişmekte” olan ülkelerde tüketim kültürü hem ahlaki ve hem de toplumsal yıkımlara yol açmaktadır. İnsanlarımız tüketimi deyim yerinde ise “putlaştırmakta” ve ” Tüketiyorsam o halde varım ve insanım!” Anlayışının kurbanı olmaktadır. Bu durum kapitalizmin yeni sürümünün tuzağına düşme sonucunu doğurmaktadır.
İlk olarak Amerika’da 1952’den bu yana Noel’in başlangıç sezonu kabul edilen “Black Friday” gününde başlamış ve yüzde 80’lere varan indirim kampanyaları ile devam eden tüketim çılgınlığı bir salgın hastalık gibi birçok yere yayılmıştır.
İnsanların tüketim duygusunu canlı tutmak amacıyla Sevgililer Günü, Babalar Günü ve Anneler Günü gibi günler pazarlama taktiği olarak her zaman işe yaramaktadır. Söz konusu günler ve Muhteşem Cuma günleri bizi sözüm ona indirimlerle tanıştırmakta ama ihtiyacımız olmayanları da satın aldırarak sırtımıza ek yük olarak bindirmektedir. Belimiz bükülmekte, kesemiz delik deşik olmaktadır.
Bugün dünya büyük bir Pazar haline gelmekte ve acımasız bir rekabetin bir girdabında yuvarlanmakta mal ve hizmet alanında görünmeyen bir ticari savaşta yaşanmaktadır. Savaş yalnız ticari alanda değil milli kültür ve ahlaki değerler sahasında da görünmektedir.
Büyük balık küçük balığı yutmaktadır. Ekonomik ve siyasi alanda güçlü olan ülkeler kendi değerlerini ve kültürlerini korunmasız, her türlü etkiye açık, ekonomik ve siyasi olarak zayıf ülkelerin üzerine boca etmektedir.
Böylece kendi toplumuna ve değerlerine yabancı, başka ülke marka ve kültürlerine âşık bir gençlik ortaya çıkmaktadır.
Öyle ki, toplumlar kendi öncü tarihi şahsiyetlerini, kahramanlarını unutmakla kalmayıp, başka ülkelerinin kahramanlarını bir idol halinde sahiplenmektedir.
Bir Cezayirli gencin Fransızların ulusal kahramanı “De Gaullele”için saf ettiği şu söz ibret vericidir :”De Gaulle’ün ayakkabısı bütün İslam dünyasına bedeldir.“ Herhâlde celladına âşık olmak böyle bir şey.
Bu örnekler çoğaltılabilir. İnsanımızın dinlediği müzikler, izlediği diziler, takip ettiği sosyal medya hesapları, hayran olduğu sporcular ve nice alanlar bizim içler acısı durumumuzu göstermektedir.
Soru şu: Beyaz bayrak çekip teslim mi olacağız, yoksa direnerek, bilinçlenerek var mı olacağız?
Direnerek var olabilmek için önce fıtrata dönmek gerekir. Zihniyetimizi değiştirmek gerekir.
Bir Filistinli yazarın dediği gibi : “Bir uçağı düşüremem. Ama pilotun zihniyetini değiştirebilirim.”
Bizde önce düşüncemizi değiştirmekle ve fıtrat ayarlarına dönmek ile işe başlamalıyız.
Neler yapabiliriz?
1.İhtiyaç ve istek ayrımını iyi yapmalıyız.
2.İndirim tuzaklarına düşüp” bir alana bir bedava kampanyasına” oltasına takılmamalıyız.
3. Marka çılgınlığından vazgeçmeliyiz.
4. Ahi geleneğinden gelen bir toplum olarak kaliteli ürünler üretmeliyiz.
5. Yerli ve milli markalar oluşturmalıyız.
6.”Minimalist Yaşam tarzını” öncelemeliyiz. Minimalist yaşam tarzı, kullanmadığınız birçok eşya ile yaşamak yerine kullandığınız az ama kaliteli eşyalarla hayatınızı devam ettirmemizdir. Daha az uğruna daha az değil, daha çok uğruna daha aza sahip olmaktır.
7.”Diderot Etkisi”nden kurtulmalıyız.”Diderot Etkisi” ya da “Satın Alma Sarmalı” ne demek? “Bir tüketicinin varoluşuna yeni bir mülkün dâhil edilmesi, çoğu zaman sarmal bir tüketim süreciyle sonuçlanır. Başka bir deyişle, bir yeni ürünün satın alınması genellikle başka bir ürünün satın alınmasına yol açar.
İşte! Konu ile ilgili gündelik hayatta hepimizin yaşadığı birkaç örnek.
· Misafirlik, bayram ya da bir düğün için kendimize yeni bir kıyafet alırız ve ardından ona uyan ayakkabıları elde edebilmek içinde alelacele ayakkabıcıya koşarız.
· Eskimiş nevresim takımını yeniledik diye bütün yatak odası takımını da değiştirmeye karar veririz.
· Yeni bir telefon aldıktan sonra normalde ihtiyaç duymadığımız yeni kılıflar, koruma ekranları ve aksesuarlar alırız.
· Üniversiteye girdikten sonra bu yeni başlangıcın coşkusuyla yeni bilgisayar, kıyafetler, ayakkabı, telefon, defter ve kalem alırız.
İşin gerçeği bizim bir ayakkabıya ihtiyacımız yoktur. Ama yeni kıyafet bizi ayakkabıya doğru yönlendirebilir.
Yeri gelmişken Fransız Filozofu Diderot’un hikayesine de bir göz atalım.Diderot’a arkadaşı yeni güzel ve şık bir sabahlık hediye eder. Güzel sabahlığı giyen Diderot, evin içindeki eşyaların sabahlığa uymadığını görünce evin içindeki tüm eşyalarını teker teker değiştirir ve bir sürü borç altına girer. Büyük bir pişmanlık yaşar. Sonra da meşhur makalesini yazar: “ Eski Sabahlığım için Pişmanlık”.
8.İsraftan ve gösterişten kaçınmalıyız. Allah’ın her şeyin bize emanet olarak verdiğini unutmamalıyız.
9.Para yönetimini öğrenmeliyiz.
Sonuç olarak, eski eşyalarımızın efendisi iken yenilerin kölesi olmamak için önce zihinlerimizi değiştirmeliyiz. Hayatımızı da İslam’ın tüketim ahlakı ölçülerine göre şekillendirmeliyiz. Müslümanlar olarak da orta yolu benimsemeliyiz.
“Eli sıkı olma; büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır ve çaresiz kalırsın.” (İsrâ, 17/29)
“Canının çektiği her şeyi yemen israftır.” (İbn Mâce, Et’ıme, 51)
Selam ve dua ile.
Düzeltme: Geçen haftaki yazımızda’ Bozkır Sarıoğlan Zeki –Gülistan Bütüner İmam Hatip Ortaokulu’nun ismi sehven (Bozkır-Sarıoğlan Zeki –Gülistan İmam Hatip Ortaokulu) eksik yazılmıştır. Düzeltiyor ve ilgililerden özür diliyoruz.