Bir dönem Türkiye’nin en büyük traktörünü satın aldığı için gündem olan çiftçi İsmail Tunca, Türkiye’nin farklı bölgelerinde tarım ve hayvancılık alanında profesyonel üretim metotları uygulayarak alanında örnek oluyor. Makine Yüksek Mühendisi olan, aynı zamanda endüstri, enerji sistemleri ve mimarlık alanlarında yüksek lisans yapan, ayrıca enerji sistemleri mühendisliği alalında da doktorasına devam eden İsmail Tunca, mesleki anlamda ise kendisini çiftçi olarak tanımlıyor. Tunca, yaptığı tarımsal faaliyetlerde ise sıradanın dışına çıktığı için çiftçiliğe farklı bir profil kazandırıyor.

‘BEDENEN YERLEŞSEK DE ZİHNİMİZ GÖÇEBE’

Türkiye’nin ticari anlamda kökleri eskilere sağlam bir şekilde dayanan şirketler itibariyle kısır bir yapıya sahip olduğunu, tarım ve hayvancılık alanlarında da aynı bakış açısının yer aldığını söyleyen İsmail Tunca, “Göçebe bir kültüre sahip olduğumuz için birikimlerimiz sığ kalıyor. Bedenen her ne kadar yerleşik hayata geçmiş olsak da zihinlerimiz halen göçebe. Şirketlerimiz hep kısa vadeli şirketler. Türkiye’de 200 yıllık şirketlerin sayısı bir elin parmak sayısını geçmiyor.

Bir tarım makinesi alıyoruz, sahibi makine mühendisi, sahada o makineyi kullandıktan sonra kendisine bilgi veriyoruz. Problemli olan yerleri anlattığımızda bunu kabul etmiyor, kullanım hatası diyebiliyor. Çünkü kendisini geliştirmeye ihtiyaç duymuyor. Halbuki sahada, tarlada çalışan çiftçiler olarak, bu işin içindeki uygulayıcılar olarak kendisine ücretsiz danışmanlık hizmeti veriyoruz. Teşekkürü hak ettiğimiz eleştirilerimiz büyük bir dirençle karşılık buluyor. İşte benim anlatmak istediğim zihinlerimizin göçebe olması kavramının alt metninde yatan gerçeklik de bu” ifadelerini kullandı.

‘KENDİMİ GELİŞTİRMEK İÇİN DERS NOTLARINI TAKİP EDİYORUM’

Tarım üzerine lisans eğitimi almamış olsa da bu alanda kafasına takılan her türlü konuyu öğrenebilmek için gayret gösterdiğini dile getiren Tunca, “Türkiye dijitalleşmeye başladı. Ben tarım alanında Ankara Üniversitesi’nin açık ders notlarını takip ediyorum. Hayvancılık, tarım, gıda üretimi, tarla bitkileri ve benzeri konularda aklıma takılan en küçük bir şey olursa, burayı açıp bilgi ediniyorum. Basmakalıp bilgilerin beni yanlış yönlendirmesine izin vermiyorum. Sıyrılmaya ve vasatın üstüne çıkmaya çalışıyorum. Ben Türk tarımının bugün bu halde olmasına üzülüyorum. Bugün tarımın çok daha iyi noktalarda olması gerektiğine inanıyorum” dedi.

YONCA İHRACATIMIZ İYİ AMA DEĞERSİZ!

Kendisinin Türkiye’nin farklı bölgelerinde farklı tarımsal ve hayvancılık faaliyetleri yürüttüğünü, bu anlamda da Türkiye genelindeki sektör bazındaki sorunları iyi bildiğini söyleyen İsmail Tunca, “Bir örnek verecek olursak, Türkiye’de yoncada oldukça büyük bir ihracat var. Bunun nedeni, bizim yetiştirdiğimiz yoncanın çok kaliteli olması değil, Türkiye’de döviz kurlarının çok yüksek olması. Yabancılar açısından bakıldığında bizden almak çok daha makul. Çünkü onlara çok daha hesaplı bir şekilde ulaşmış oluyor.

Ben üretimimi Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yapıyorum. Bismil Ovası’nda insanlar tarlada 365 gün çalışıyor. Kaba yem üretimi için bu bölgede yıllık 50-70 bin dönüm arasındaki bir araziyi işliyorum. İşlediğim arazide buğday eken çiftçilerin buğday hasat edildikten sonra geride kalan sap ve posalarını alıp balyalıyorum.

Saman balyasının bir yerden başka bir yere taşınmasındaki en büyük problem nakliye. Biz yoğun bir şekilde Malatya, Gaziantep ile İzmir bölgesine buradan balyaları götürüyoruz. Konya ise kendi yağında kavrulabiliyor.

Yıllık 10 bin ton balya üretimi yapıp teslim etme kapasitesine sahibiz. Rakam olarak çok büyük gibi gelse de kulağa, bunun karşılığı 10 bin hayvan demek. Bizim diğerlerinden farkımız, kurumsallığımız. İşimizi ciddi bir şekilde yaptığımız için güven duygusu oluştu. Kaba yem kelimesinin aslında marka tescili de bize ait. Bu işi hem teknik, hem teknolojik, hem de bilgi ve birikimimizle mükemmeliyetçi bir yaklaşımla gerçekleştirmeye çalışıyoruz.

Güneydoğu Anadolu’nun balyası, Türkiye’nin en iyi balyasıdır. Tüm tarım ürünlerinde nem önemlidir. İçindeki su miktarı ne kadar fazlaysa o saman balyası daha uzun ömürlü olur. Bunda da bakteriler ve enzimlerin etkileşimi önemlidir. Çürükçül bakteriler tabiatın dengesini sağlayan bakterilerdir. Bunların çalışabilmesi için enzimlere ihtiyacı vardır. Enzimler bu bakterilerin kolay iş yapmasını sağlar. Ancak enzimler, yüzde 15 nemin altında çalışmaz. Doğal olarak bir ürün yüzde 15’in altında neme sahipse bozulmaz. Ama kilosu da daha az olur. Yani biri 500 kilo gelecekse, diğeri 550 kilo gelir. Bundan dolayı saman balyası satılırken daha ağır olması üreticilerimizin tercihi oluyor” dedi.

CİHANBEYLİ’DE YENİ BİR METOT DENEYECEK

Cihanbeyli’de bu yıl 100 dönüm üzerinde bir arazide yonca ekimi yaparak bir deney gerçekleştireceklerini söyleyen çiftçi İsmail Tunca, “Deneyip, gözlemleyerek bu alandaki problemleri tespit etmeye ve bunları aşmaya çalışacağız. Hedefimiz de 10 bin ton olan kapasitemizin tamamını kendimizin üretebilmesi. Kaliteli, nem oranı belli, tüm özellikleri belli ürünler üretmek, yoncanın adeta kimliğini çıkararak daha nitelikli ürünler ortaya koymak da hedeflerimiz arasında.

Buğday sapı tarafında ise ürünlerin kalitesini anlamak çok daha kolaydır. Buğday balyasının maliyetleri yüksektir. Bunu en aza indirmek için tırmığı biraz daha aşağıya indirip içine toprak alıyorlar. Toprak balyayla aynı renkte olduğu için ayırt edilemeyebilir. Ama bu kul hakkıdır. Biz mühendisliğimize ve ticari tecrübelerimize güvenerek doğru yolu kısa zamanda bulduk. İşin bütün püf noktalarını biliyoruz, bunu da şeffaf bir şekilde paylaşıyoruz. Bazı yerlerde koyun ezmiştir ve ister istemez balyanın içine toprak karışır. Biz bunu da müşterilerimize daha az maliyetle yansıtıyoruz” diye konuştu.

‘BİZDE HAYVANCILIK DÜZ MANTIKLA YAPILIYOR’

Tarımın yanında hayvancılık alanında da faaliyetler yürüttüklerini ifade eden Tunca, “Kendimize ait bir hayvancılık tesisimiz olmamakla birlikte bu alanda dünya çapında önemli araştırmalar yaparak, hayvancılığın maksimum verimle nasıl yapılabileceği konusunda kendimizi geliştirdik. Bunu bir üst seviyeye daha taşıyarak, en verimli hayvan ırklarının Türkiye’de de var olabilmesi için ticari girişimler ve birtakım faaliyetler yürütmeye başladık. Bizim Macaristan’da paydaşımız olan bir şirketimiz var. Birkaç ülkeden Türkiye’ye canlı hayvan getirilmesine müsaade ediliyor. Biz İzmir bölgesindeki müşterilerimize süt ırkı Fransız küçükbaş hayvan getiriyoruz. Aslında küçükbaş zor derler ama tam aksine büyükbaşın derdi büyük olur. Küçükbaşta da verimlilik çok önemlidir. Dediğim gibi kıl çadır mantığı bizde hakim. Bazı şeylerde insanların bakış açılarını değiştiremiyorsunuz. Koyun denilince akla sadece bir ırk geliyor. Biz, Türkiye’de olmayan koyun ırklarını getirip daha çok süt verimi elde ettirmeye çalışıyoruz” dedi.

YERLİSİ 40 LİTRE, YABANCISI 300 LİTRE SÜT VERİYOR

Yerli koyunculukta girdi maliyetleriyle çıktı maliyetleri başabaş devam ettiğini ve yerli üreticinin para kazanmadığını söyleyen İsmail Tunca, “Üreticimiz, çobanlığını kendisi yaparak, yemi kendisi üreterek para kazandığını sayıyor. Ama Avrupa’da farklı ırkları farklı dölleme yöntemleriyle uzun yılların verdiği çalışmalar sonucunda en verimli olanı bulmuş. Fransız orijinal koyunu sütçü bir ırktır mesela. Döl verimi çok yüksektir. 8 ayda bir doğum yapar, kuzu verimi 5’in üstüne çıkıyor. Süt verimi olarak baktığımız zaman yerli koyunda süt neredeyse sıfıra yakındır, yani çok fazla süt verimi olmaz. Laktasyon dediğimiz bir doğum dönemidir. Bu dönemde yerli ırkta 40 litre, bizim dışarıdan getirdiğimiz ırkta ise 300 litre süt alınıyor. Fiyat verimlilik açısından bakıldığında yerli ırkın bin lira olduğu yerde Avrupa’dan getirdiğimiz 2 bin liraysa, bunu üreticiye söylediğimizde yerli olanı daha ucuz olduğu için tercih ediyor. Halbuki süt verimliliği itibariyle ve doğum oranlarına bakıldığında fiyat olarak ucuz olanın daha pahalı olduğu da ortaya çıkmış oluyor. Bunu üreticilerimize anlattığımız zaman ikna oluyorlar” diyerek sözlerini tamamladı.

RASİM ATALAY

Editör: TE Bilişim