Gazeteciliğin bilgisayar başında değil bizzat sahada; bazen haberin peşinde hatta bazen haberin önünde koşarak yapıldığı yıllarda medya mensubu olmanın dayanılmaz zorlukların yanında hiçbir şeye değişilmeyecek keyfi ve mutluluğu da vardı. Yaşamayan bilmez derler ya, işte öyle…

Meslekteki ilk hocam Ahmet Polat Toptan Gıdacılar Sitesinin arka bloklarındaki yazıhanede sıfır mesleki bilgime rağmen ‘yazılı ve sözlü imtihanlardan geçirerek’ bendenizi Anadolu’da Bugün gazetesinin kadrosuna aldığında basın sektöründe selam alıp verdiğimiz kimsemiz yoktu. Öyle hemen habere çıkmak da mümkün değildi. Evvela ofis içindeki hal ve hareketlerinizle güven verecek ve hakkınızda “Kurumu temsil edebilir kıvama geldi” düşüncesi hâkim olacaktı. Bizim de vaktimiz tamam olup haber programlarının yolu açıldığında adeta bambaşka bir dünya ile de tanışmış olduk.

İllaki takım elbiseli ve hatta kravatlı, her gün sinekkaydı traşlı orta yaşlarda bir gazeteci vardı ki her programda “İhsan Bey aşağı İhsan Bey yukarı” misali herkes ona yakınlık gösteriyordu. Bir omuzunda bavul tipi deri çantası, diğer omuzunda makaralı ses kayıt cihazı beline kadar sarkan bu adamın boynunda da iki fotoğraf makinası birden asılı olurdu. Biz bir makinayı zor bulurken İhsan ağabey acaba neden iki makinayla birden fotoğraf çekiyordu ki? Meğer bir makinada siyah beyaz film, diğerinde de dia, yani pozitif film takılı olurmuş. Tercüman’ın tiraj rekorları kırdığı devirde Konya bürosunu yöneten İhsan Kayseri benden önceki dönemde Anadolu’da Bugün gazetesindeymiş de biz yetişememişiz.

Devrin İmparator lakaplı Konya Valisi Kemal Katıtaş bir gün şehrin üst düzey bürokratlarıyla beraber taşra incelemesine çıkmıştı. Konya’nın günlük yayın yapan beş yerel gazetesi ve yaygın medya temsilcilerinin katılımıyla kalabalık bir gazeteci grubu da ziyareti takip edecekti. Fakat bize tahsis edilen minibüs “Çabalama kaptan ben gidemem” der gibiydi. Karapınar’ın, o gün halktan gelen talep üzerine ismi değiştirilerek Yeşilyurt’a bağlanan Kıçıkışla köyüne saptığımızda şosede oluşan toz bulutu arabamızın içine doluverdi. İhsan Kayseri takım elbisesine yapışan tozlardan kurtulmaya çalışırken “Yavaş git kaptan, bu toz bizi öldürecek” diye bağırdı. “Programa geç kalırız ama” diyenlere de “Bana bırakın” diye karşılık verdi.

Program köyün okulundaydı ve heyet, sınıfın sıralarında ikram edilen ayranı yarılamıştı. İmparator Vali de geciktiğimizin farkındaydı. “Arkadaşlar neden geç kaldınız?” diye sorduğunda İhsan Kayseri kapıda belirdi ve “Sayın Valim bize tahsis edilen minibüsten inip yürüsek ondan daha çabuk gelirdik. Üstelik kafilenin bütün tozunu da biz yuttuk. Mecburen yavaşladık, toz dağıldı da öyle gelebildik” diye cevap verdi.

Bu sözler üzerine Katıtaş İl Basın Müdürü merhum İbrahim Yıldırım’a dönerek “Gazeteciler programın olduğu yere herkesten önce varmalı İbrahim Bey, bir daha onlara araba tahsis ederken hassasiyet gösterin” ikazında bulundu. Ardından Vali Bey “Gazetecilerin ayranını da ikram edin de beraber çıkalım” diyerek, bizim gecikmemizle doğan akışı düzeltti. Okuldan ayrıldığımızda bizi yalıtımı düzgün, motoru güçlü ve daha konforlu bir minibüs bekliyordu. Sorun adeta jet hızıyla çözülmüştü.

Gün oldu, bizim de bünyesinde yer aldığımız Konya Postası kadro “iki kişi hariç” tamamen yenilendi. Kısa bir süre sonra da İhsan Kayseri aramıza katıldı. Her an enerjik, özgüveni güçlü, ciddiyetinin yanında bir o kadar da neşeli bir insandı. En önemli farkı ise Konya kültürüne her yönüyle çok hâkim olmasıydı. Koyunoğlu Müzesinin bodrum katı o yıllarda konferans salonu olarak dizayn edilmiş ve her cumartesi program yapılırdı. Bir programda etrafındaki hanımlar mutfak bilgilerini anlatırken İhsan ağabey “Hanımlar, size bir şey sorayım; süzme yoğurt neyle ezilir?” Yeni nesil bilmeyecektir elbette, o yıllarda blender diye bir alet hayatımıza henüz dâhil olmamıştı ve süzme yoğurda su katarak akışkanlık kazandırma işlemine de “yoğurdu ezmek ya da çırpmak” denirdi. Hanımlardan biri soruya jet hızıyla “Yoğurt kaşıkla ezilir” diye karşılık verince İhsan Ağabey “Olur mu hiç hanımefendi, yoğurdu çırpmak için çatal kullanmak icap eder” diye karşılık vermişti. Blenderdaki mantığın ilkel hali çatal olmalı değil mi?

Gazetede bizim günlük meşveret saatlerimiz olurdu. Sayfa hazırlıkları tamama erip provalar beklenirken lafın beli kırılır muhabbet zirveye varırdı. Hele bir de mevsim Ramazan ise Ali Ulurasba “İhsan abi akşama İmambayıldı mı yesek, musakka mı?” diyerek lafın ucunu kanattığında o “Acıktın mı garam? Dur sana bir ekmek salması yapalım” diyerek konuya girer, sonunda da “yağı üstünüze damlatmışsınız gidiler” diyerek bitirirdi. Yalan yok, o anlatırken insan yemeğin lezzetini hisseder, yemiş kadar olurdu. Hele Bir etliekmek tarifi vardı ki, anlatılmaz yenir! “Oğlum, o etlekmek” diyerek aradan i harfini kaldırır, sonra da etinden sebzesine kadar ince ince tarif ederdi: “Domatesi gölgeden kızaranından seçeceksin, soğanı ocağın sonundan alacaksın ki sulu olsun. Bir de illaki kıl biber olacak. Şimdiki gibi blender da çekilmeyecek ve bıçakla doğranacak. Et yaylada kekik yemiş koyun kaburgasından olacak, içine de biraz kuyruk yağı katılacak ki lezzet versin. Aman ha eti kıyma makinesinde çekmeyin, kasaptan rica edin, iki satır arasında ince ince doğrasın. Fırıncıya tembih edin ve ateşten uzak, koltuk denen yerde imil mil pişirsin. Etlekmek öyle övendire gibi uzun değil, enlemesine geniş, boyu da 60 santim kadar olacak. Bıçak vurup etlekmeği yaralamayın, ney misali dürüp ve üfleye üfleye yiyin, afiyet olsun.” O anlattıkça şapırtıları duymak mümkündü.

Bendeniz şayet Türkiye vilayetlerinin yarısına seyahat etmişsem Konyaspor’u takip etmek üzeredir, yani iş amaçlıdır. İstanbul’da Raşit’in jübilesi için Galatasaray maçına gittiğimizde tribünde maç saatini beklerken tanıştığımız her gazetecinin Konya’dan ilk sorduğu İhsan Kayseri idi. Ankara’da ve daha pek çok şehirde “İhsan Kayseri’ye selam götür” diyen hiç eksik olmazdı.

İhsan ağabeyin bizimle çalıştığı dönemde de gözü hep İstanbul basınındaydı. Güneş gazetesinin Konya bürosunu açma görevini alınca aramızdan gitti. Fakat giderken spor servisinde birlikte çalıştığımız Bayram Kılınçer’i de yanında götürdü. Ziyaretine gittiğimiz bir gün veda vakti geldiğinde fısıltı halinde “Mustafa, İhsan abi beni niye yanına almadı diye aklına geldiyse söyleyeyim, bana biraz daha kıdemsiz eleman lazımdı. Sana getir götür işi yaptırmak olmazdı” diye izahta bulunmuştu. Oysa bu konudan mütevellit bir kırgınlığım yoktu zira beklenti içinde değildim. Bayram’ı götürmesi de iyi olmuş, ufku da yolu da açıldı ve yıllardır Ankara’da İHA’da görev yapıyor.

İhsan ağabey ile yıllar sonra bir de Yeni gazetede yollarımız kesişti. Ben birinci katta spor servisini yönetirken İhsan Ağabey üst katta merhum Yalçın Dikilitaş ile birlikte haber servisindeydi. Fakat benim demir alma zamanın gelmişti, beraberliğimiz uzun sürmedi.

İstanbul medyasının Anadolu’da tasarruf politikasını seçtiği bir dönemde Konya Sanayi Odasının Basın Danışmanlığı görevini üstlendi ki yanılmıyorsam o dönemde sağlık sorunları da başlamıştı. Sonraki yıllarda Hürriyet Haber Ajansı ve Anadolu Ajansı Bölge Müdürlüğünde de çalışıp emekli oldu.

Bir dönem KTV’de haftalık programlar yapıp sundu. Bir gün “Söylemedi deme, iki hafta sonraki konuğum sensin “dedi. “Dersime çalışayım, ne konuşacağız” deyince de “Ben de hazırlanmayacağım, canlı yayında aklımıza ne gelirse öyle konuşur gideriz” deyivermişti. Zaten gözleri az gördüğünden kâğıda not alması da mümkün değildi. Her şey doğaçlamaydı ve rejideki arkadaşlar bile sohbeti bitirmeye kıyamamıştı.

Bu yıllarda kitap yazmaya da ağırlık vermiş birçok eseri raflardaki yerini almıştı. Umumiyetle biyografya tarzında çalışıyordu. Bu sırada Konya’ya hizmet etmiş insanların ölüm yıldönümlerinde anma programları düzenlemeye başladı. Her hafta bir mezarlıkta bir siyasetçi, bir vali, bir kültür adamı ya da hizmet ehlinin hayatı anlatılıyor, sonra da Fatihalar gönderiliyordu. Musalla, Üçler, Hacıfettah ve daha başka mezarlıklardaki bütün adalar İhsan Kayseri’nin hafızasındaydı. Sadece merkez ile de yetinmedi. Derbent’te ve Seydişehir’de de programlar yapıldı. Sağlığı elverse Hadim’e Abdülezel Paşa’yı, Hüyük’e de İzmir Hükümet Konağına Konağı Türk Bayrağını asan onbaşı Ali Atar’ı anmaya gidecektik, ama olmadı.