Esnaf bir babanın çocuğu olan ve ilkokul yıllarından itibaren okul saatleri dışında babanın bakkal dükkanında çalışarak hayatı o yıllarda öğrenmeye başlayan Okkalar İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Okka, yaşadıkları zorlukların kendilerini perçinlediğini anlattı. Ülkenin bulunduğu şartların ve ailenin imkansızlıklarının okumayı zorlaştırmasına rağmen, çalışarak ve azmederek üniversite eğitimini tamamlayan Okka, üniversiteden sonra alanıyla ilgili başladığı sektörlerde, kendini geliştirmeyi bildi. Kısa sürede inşaat sektöründe kendi işini kurarak, koyduğu hedefler doğrultusunda çalışmalar yürüten Okka, bugün sektörde Konya’nın önemli bir markasını ortaya çıkardı. Yaşanan bu zorlu serüveni anlatan Okka, “Abim ve ben ilkokulda çalışmaya başladık. Okulun dışındaki saatlerde hep dükkanımızda çalışıyorduk. Akşamları da ders çalışıyorduk. Benim ilk dönemlerimde elektrik de yoktu. Gaz lambasında başladık bu işe” diyor.

Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?

1950 Konya Botsa doğumluyum. İnşaat mühendisiyim. İlkokula Konya merkezde 19 Mayıs İlkokulu’nda başladım. Gazi Lisesi’nde okuduktan sonra Ortadoğu Teknik Üniversitesi’ne başladım orada 2 yıl devam ettim ancak anarşi nedeniyle okulu bırakıp Konya’da Mühendislik Mimarlık Akademisi’ne girdim, buradan da mezun oldum.

İş hayatına ne zaman başladınız?

Üniversiteden sonra asistan teklifi yapıldı bana. Ama atamalarımız uzayınca piyasaya çıktım. Biz esnaflıktan geliyoruz. Babamız bakkallık yapıyordu, biz hem çalıştık hem okuduk. Dolayısı ile esnaflık bana daha uygun geldi. 1975 yılında piyasa girdim ve çalışmaya başladık. Okul mezuniyetinden sonra staj yaptığım firmalar hep resmi işler yapıyordu. Dolayısı ile ben de ilk işe başladığımda resmi işler yapıyordum. Ancak sonrasında yap-sat yapmaya başladık ve bu şekilde de devam ediyoruz.

İnşaat sektöründe Okkalar Konya’da önemli bir marka. Çocuklarınız da bu marka çatısında devam ediyorlar. Bu konuda neler söylersiniz?

Biz büyük bir aileyiz. Çocuklarımızın dışında abilerimiz yeğenlerimiz büyük bir aileyiz. Abilerimiz bize yol gösteriyordu. Büyük oğlum Elektrik Elektronik Yüksek Mühendisi, küçük oğlum da Avukat. Büyük oğlum hep inşaat içindeydi, küçük oğlum da 2 yıl avukatlık yaptıktan sonra inşaat sektöründe devam etti. Çocuklarım zaten hep inşaat sektörünün içinde büyüdüler

Bugünlere gelene kadar büyük zorluklar yaşadınız. Hem çalıştınız hem okudunuz. O günün zorluklarından bahseder misiniz?

Abim ve ben ilkokulda çalışmaya başladık. Okulun dışındaki saatlerde hep dükkanımızda çalışıyorduk. Akşamları da ders çalışıyorduk. Benim ilk dönemlerimde elektrik de yoktu. Gaz lambasında başladık bu işe. İlkokulu bitirirken sınavla bitirdik. Ortaokulu bitirirken de sınav yapıldı, lise bitirince de sınav yaptılar. Çok ciddi bir eğitim vardı. Bizde elektronik aygıtlar yoktu. Hesap makinesi, telefon yoktu. Biz hesapları elle yapıyorduk. Zekayı çalıştırmak durumundaydık. Buna mecburduk. Kendimizi yetiştirmek zorundaydık. Her şeyi kendimizden veriyorduk. Ciddi yarışlar vardı ve bu yarışı kazanmak için öğrenmek gerekiyordu. Şimdiki gibi test sınavları yoktu, yazılıydı sınavlar. O yüzden mecbur çalışmak durumundaydınız.

Anarşi nedeniyle üniversite eğitiminizi bırakıp Konya’da devam etmişsiniz. Günümüzde böyle bir ortam yok. O günleri nasıl anlatırsınız?

Konya’dan aldığı güçle liderliğe! Konya’dan aldığı güçle liderliğe!

Anarşinin içinde doğduk ve çok ihtilal gördük. 1960 ihtilalinde 10 yaşındaydım, ne olduğunu tam anlamıyordum belki ama görüyordum. 15-16 ayda hükümet değişiyordu. Sokakta günlük 3-5 kişi öldürülüyordu. Üniversitede hep boykot vardı. İçeriye jandarma, polis giremiyordu. Hükümetler buna müdahale edemiyordu. Bu durumda okumak da zor işti. Biz bu zor şartları geçtik. Üniversiteye girmek de zordu, mezun olmak da zordu. Şimdi test var, toto oynar gibi yapıyorlar, geçip gidiyorlar. Şuan ki eğitimi ben yürüyen merdivene benzetiyorum. Yürüyen merdivenin ilk basamağına adımı atıyorlar, merdiven onları götürüyor yukarda mezun ediyor atıyor. Diplomalı ama bilinçsiz gençlik yetişiyor. Bu da ciddi sıkıntılara neden oluyor. Gayretli, kabiliyetli olan gençlerimiz istisna. Ama bu gençlerimiz de azınlıkta. Bizim dönemimizde bu kadar kahvehane, pastane, restoran yoktu. Şimdi bir sürü ve ağzına kadar dolu. Gençlerimiz üniversiteden mezun oluyor ve işsizim diyor, kafede oturuyor. Gençlerimiz masa başı iş istiyor. Biz inşaat sektöründeyiz, ara ara personel alıyoruz. Yüzlerce mühendis-mimar başvuru yapıyor. Ama elle tutabileceğiniz 3-5 kişiyi geçmiyor. Diplomayı almış gencimiz ama mühendisliği, mimarlığı bilmiyor. Hayatın içerisinden gelmemiş. Bizim en büyük sıkıntımız bu.

Az önce önemli şeyler söylediniz. Bu anlamda gençlere neler tavsiye edersiniz?

Gençlerimiz geçmişi kesinlikle öğrenmeliler. 1960’tan buyana ülke neler yaşadı, neler çekildi, bunları öğrenmeleri gerekiyor. Üniversite mezunları nasıl çalışıyordu, gençler o dönemlerde hem okuyup hem çalışıyorlardı bunları öğrenmeleri gerekiyor. Gençlerimizin kendilerini geliştirmeleri lazım, duvarı tırmalamaları lazım. Ama maalesef bizim gençlerimiz helikoptere bineyim, direk yukarıya çıkayım istiyor. Böyle bir dünya yok. Az önce de söyledim, mühendis-mimar geliyor, şunu biliyor musun diyorum, bilmiyor. Peki bu gencimiz milletine, ülkesine nasıl faydalı olacak? Faydalı olabilmek için çalışması, gayret etmesi lazım. Şimdi okullarımız da çok gevşek. Okula giren çocuk bir şekilde mezun oluyor. Mezun olamazsa öğretmen suçlu oluyor. Aile baskısı da kalmadı. Çocuğun elinde bir telefon, akşama kadar onunla uğraşıyor. Çocuklarımız oturduğu yerden para kazanmak istiyor. Ama dünyada böyle bir şey yok.

Sizin dönemizdeki dostluklar, arkadaşlıklar, sivil toplum hayatı oldukça önemli. Bugün dahi önemli bir temel oluşturuyor bu sosyal hayat. Ancak şuan ki gençlerimiz bu tür çalışmalara çok fazla katılmıyor. Bu konuda neler söylersiniz?

Çok önemli bir konuya temas ettiniz. Gençlerimizin kendilerini geliştirmesi ve çalışması gerekiyor. Bu sosyal hayat için de geçerli. Geçmiş dönemlerde söze itibar vardı, güven vardı. Çek, senet, yazılı bir şey yoktu, söz namus demekti, sonuna kadar böyle giderdi. Bir mahallede birinin sıkıntısı varsa, o mahalle o kişinin sıkıntısını çözmek için el birliğiyle çalışırdı. Bu okulda da böyleydi, iş hayatında da böyleydi, her yerde böyleydi. Ama şuan insanlar arasında müthiş bir güvensizlik var. Güvensiz bir ortamda yaşıyoruz. Bu güveni inançla sağlayabilirsiniz, kanuni müeyyidelerle bunu sağlayamazsınız. Bizim dönemimizde Konya’da 3 tane mahkeme vardı şuan 130 tane mahkeme var ve yetmiyor durmadan mahkeme açılıyor. Demek ki insanlarda anlayış da kalktı, güven de kalktı. İşler mahkemede bitiyor, sen ne beklersin bundan? Bir haftalık, 3 günlük evliler boşanıyor. Çocuklar anasız, babasız yetişiyor, bu çocuk nasıl büyüyecek? Duygu yönünde eksik büyüyorlar çocuklar. Aile olmazsa çocuk nasıl yetişecek? Televizyon dizileri, telefondaki saçma videolarla çocuklarımız hayatını kuruyor. Bu da bizim toplumumuza ters. Kökümüzden çok koptuk. Yaşadığımızı doğru zannediyoruz ama biz kökümüzden çok uzağız.

Eklemek istedikleriniz var mı?

Gençlere şunları tavsiye ediyorum: Öncelikle ümitli olacaklar, hedef koyacaklar, hayal edecekler ve hayallerini yerine getirecekler. Söylediklerini yapacaklar, yapacaklarını söyleyecekler. Bugün söyleyip yarın söylediğini yapmazsa olmaz. Bu ülke bizim. Bizim insanımız zeki ve çalışkandır. Gençlerimizin bu zorlukların üstesinden gelmesi için Allah’tan korkmaları, aile ortamını dağıtmamaları, müsrif olmamaları ve sabırlı olmaları gerekiyor. Yeniden ayağa kalkıp yeniden biz olmalıyız.

ABDULLAH AKİF SOLAK

Editör: TE Bilişim