Yayla yay sözcüğünden türetilmiştir.(Atalay. 1998) Eski Türkçede ‘’yay’’ yaz mevsimi olarak kullanılırdı.
İnsanlar başta ekonomik, şimdilerde sosyal bir olgu olarak da yaylalara taşınıyor.
Çok eski tarihlerimizden beri insanlarımız hayvanlarını otlatmak için, baharda başlayarak, otlakların durumuna göre daha yükseklere doğru göç etmişler. Ediyorlar.
Mesela buğday hasadı Akdeniz’de Mayıs ayında yapılırken, Konya’da Temmuz’da. Erzurum yaylalarında Ağustosa kadar hasat yapılmakta.
Bu iklmin deniz seviyesinden yükseldikçe daha geç ve az ısınması ile alakalı. Otlaklar da böyle . Ekim ayından sonra da kışlamak için daha aşağı seviyelere doğru göç başlar.
Özellikle sahillerin çok sıcak ve nemli olduğu Akdeniz bölgesinde bu göç kışlamak için sahile doğru, yaylak için Toroslara Konya’ya doğrudur.
Bu yüz yıllardır sosyal etkileşimler doğurmuş,akrabalıklar oluşturmuştur.
Yaylalar sadece hayvanları otlatmak için değil aynı zamanda yaz boyunca taze sebze ve meyvelerin de yetiştiği, havalarının serin ve temiz olduğu alanlardır.
İnsanlar kışlık yiyeceklerini en son çıkan yayla sebze ve meyvelerden kurutarak yaparlar.
Yaylacılık bir kültür de, şimdilerde hala göçen yörüklerimiz bazı sosyal ihtiyaçları olmasına rağmen göçe devam etmekteler. Okuma ihtiaçlarını devlet taşımalı sistemle bir nebze çözmüş.
Bence sorunları çözülerek bu doğal yaşam ortamları sürdürüebilir olarak korunmalı.
Modern çağda insanlar kapitalizmin dişlileri arasında sistemin bir parçası olarak düzenli gelire ulaşırken kendi sağlığından olmaktadır.
İnsanlar zengini fakiri sistemin bir parçası, herkes gelirinin kat kat borçları ile hareket eder haldeler.
Herkes emekli olup bir sahil kasabasında yaşamanın hayalini kurmaktalar.
Ama cesaret edemediklerinden çok azı bu hayallerini gerçeğe dönüştürebilmekteler.
Çoğu insan bu ihtiyaçlarını yazları , bayramlarda akraba veya yakınlarının memleketlerinde tatillerini geçirerek gidermeye çalışmaktalar.
Bu ihtiyaçlar başka bir ekonominin kapısını aralamakta. Karadenizde başlayan yayla şenikleri Anadolu’nun birçok yöresine yayılmış durumda.
İnsalar bu şenlikte akrabaları ve dostları ile iletişimlerini güncellemekte, hasret gidermekteler. Çocuklarını birbirleri ile kaynaştırarak kadim anadolu bağını koparmamaya çalışmaktalar..
Yeni nesil farklı farklı şehirlerde oturmalarına rağmen yaylalarda birbirleri ile iletişim kurup , gelişen sosyal medyada kurdukları memleket gruplarında bağlarını sürdürebilir hale getirmekteler.
Denize çok yakın Torosların sağladığı imkanlarla, yayla deniz ihtiyaçlarını aynı anda karşılamak imkanı sağlayan yerler de var.
Çamlı yayla, Gülnar, Fındıkpınarı, Göbelen, Uşakpınarı, Abanoz gibi Mersin yaylaları buna örnek gösterilebilir.
İnsanlar yaylaları günümüzde modern yaşamın sığınma mekanları olarak da görmekteler.
Hem de öyle. İnsanlar doğal yiyecekler; meyve sebzenin en tazesine ulaşabilirken, her türlü doğal hayvansal besinleri de temin edebilmekteler.
Havası temiz, genelde yeşil, etrafta çam, pelit, gürgen, ladin ormanları ile oksijen deposu da.
Adete her açıdan detoks olabilme imkanı da veriyor.
Muhteşem sessizlik.
Kitap okuma mekanları. İmkan bulabilenlerin kısa dönemli inzivaya çekilme alanları.
İnsanın sanki kendine yeniden gelebildiği yer.
İnsanın yüzü kısa sürede al al oluyor.
Bir huzur mekanı.
Yaylalar insanların yaşam enerjisi biriktirdikleri yerler.
Bu yazımı Silifke’den böyle bir yayladan sizlerle paylaşıyorum.
Denize 24 km. Gündüz deniz, gece uyumak için yaylaya kolaylıkla ulaşılabilen bir yer.
Yaylaların en güzel zamanları güz mevsimi.
Bağ bozumu. Pekmez için şirehanelerin kurulması. Kışlıkların kurutulması ve göç.
Göç çok eskiden at , eşek, deve ile yapılırdı. İki gün sürerdi.
Sarı keçili yörükleri gibi olmasada konmalı göçmeli bir yolculuk.
Devenin üzerinde kap kacağın sesleri, boynundaki çanlarla adeta yayla yollarının müziği gibiydi.
Sonraları kamyonlar, eski minübüsler derken şimdi özel araçlar. Yol aslaflat yarım saatte denize ulaşılabiliyor.
İnsan bu göçlerle vatanın her toprağını farklı boyutlarda tanıyor ve değerlendiriyor.
Şimdilerde gezginci gruplar bir nebze de olsa memleketin unutulmaya yüz tutmuş, insanların buraları görünce ruhunun yeniden kendine geldiği gezilerle bu açığı kapatıyor.
Belki de insanlara şehirleri cennet olarak pazarlayarak kendine yabancılaştırdılar. İnsanlar kendi köylerini yeniden ele alıp, her köyün kasabanın değerli yerler olması için politikalar üretilmeli.