Her devirde insanları himaye eden, koruyup gözeten ve en önemlisi onlara hükmeden kişilerin yaptığı işleri anlatmak için patronaj kavramı kullanılır.(M.Mazlum Çelik)

Latince kökenli Pater kelimesinden türeyen dilimize patron olarak giren kelime ile aynı kökten gelir.

Patron da; işin sahibi, gemi kaptanı, velisi, baba,ağa,pir gibi anlamlara gelir.

Yaşamın esas sahibi yaratıcısı Yüce Alllah CC ona şüphe yok .

Ama yaşamımızın kim ellerinde olduğunu sorgularsak, o zaman yaşamımızın kimin iradesinde olduğunu da merak etmemiz lazım.

Yani yaşamımızın patronajı kimin elinde ?

İhtiyacımız olan vicdan? Adalet? Kimlerin iradesi aracılığı ile tecelli ediyor?

Ya da neden uygarlık ve modern dünyanın en iyi temsil edildiği ülkelerde bile adalet ve vicdan bir türlü gerçekleşmiyor?

Kendi sınırlarında düzenli yaşamı sağlayan, adaleti tesis eden ülkeler; acaba kendi ülkelerinin dışında neden en vahşi güçler haline gelebiliyor?

Kendi sınırları içinde düzen, modern yaşam, sistem ve uygarlığı temsil eden irade küresel davranışa dönüşünce sömürmeye yönelik bir mekanizmaya dönüşüyor?

Kendi sınırları içinde bile aslında kaynakların paylaşımı öyle düzenli ve adil değil. Öyle olsaydı;adaletli ve vicdani sonuçlar doğursaydı acaba gelişmiş ülkelerde bile, küresel güçler haline gelen insanlar toplumun çok az kesimini temsil etmelerine rağmen kaynakların çok büyük kısmını kontrol edebilirler miydi?

Üstelik demokrasinin en iyi işlediği iddia edilen Amerika ve Avrupa’da ülkelerin kendi sınırları içindeki kaynak dağılımı bile adil değil. Ki ülke dışındaki davranışlarına bakınca bu ülkelerin öyle adalet vicdan gibi karakterleri taşımadıklarını da günümüzde çok daha geniş bir kitle farkına vardı.

Paranın ve gücünün sahiplenilmesi adına vazgeçilen vicdan ve adalet dünyamızı daha yaşanılmaz hale getirmeye her zamankinden daha fazla sebep olmaya başladı.

Birinci ve ikinci Irak savaşı, Arap Baharları, Turuncu devrimler, Afganistan ve son olarak da Ukrayna bu ülkelerin nasıl da insanları ve insanlığı kıydığını artık canlı yayında hepimize gösteriyorlar. Bizde de adını Gezi parkı olayı koymuşlardı.

Bu olayları dünya tarihinde iliklerine kadar yaşayan toplum Tük milleti…. Bu olayları inceleyince bizim yaşadıklarımızı daha iyi sorgulayabiliyoruz.

Jöntürkler Avrupa’da yetişip Avrupa’nın kurallarını yani isteklerini kendi milletine benimsetmeye çalışırken sadece Osmanlı yıkılmadı.

Çanakkale ile işgalin ayak sesleri bizi kendimize getirdi. Ona rağmen işgal edilen topraklarımızda Kurtuluş Savaşı ve Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde kendi küllerimizden yeniden doğduk.
Yetmedi İkinci Dünya Savaşı sonrası 1947 Marshall planlarıyla başlayan, NATO ile derinleşen İMF ile yaşam biçimi haline gelen ilişkilerimiz bize sadece gelişemeyen ülke modellerini dayattı yani ülkenin patronaj iradesini o zamanlar devrettik.

Görünürde bağımsız, hür bir devlet görüntüsü ama özde gelişmeye dair hiçbir adıma atamayan, yetenekleri törpülenmiş bir ülke olduk.

Vecihi Hürkuş 1925 ilk uçağımızı uçurur, Nuri Demirağ 1936’da ilk uçak fabrikasının yatırımını yapar. Atatürk’ün başlattığı kalkınma planları ile gelişmeye başlayan ülkemiz, 1961 Devrim arabaları ile farklı gelişme hamleleri yapar ama hepsinde Marshall planları, NATO ilişkileri ve İMF’li ekonomilerle hep ayağımıza kum torbası bağlanır.

Bu arada demokrasi adına ülkemizde mücadele olur ama demokrasi, çeşitli müdahaleler ve siyasi çatışmalarla refah üretme kabiliyetine bir türlü kavuşamaz.

Bu arada toplumun kimisi Amerikan ve Avrupa’nın yaşamına hayrandır ve onlar gibi olmak istemektedir. Bir kısmı da Rusya ve Çin. Hatta Enver Hoca’nın Arnavutluğuna hayrandır.

Oysa, Çanakkale, Kurtuluş Savaşı’nda yedi düvele ders vermiş bir millet olduğumuzu, Gaziantep , Maraş savunmaları ile diriliş kabiliyetinin bütün şifrelerine sahip olduğumuzu çoktan unutmuşuzdur.

Bu mücadelelerde ne sol vardır, ne sağ vardır, ne komünizm ne faşizm vardır. Bu mücadelenin ana kaynağı, ideolojisi, itici gücü milli dayanışma, varlık ve yokluk, tarihten gelen bilinç altımızdaki binlerce yıllık var olma yeteneğimiz vardır… Yani bağımsızlık ve hür olma karakterimiz bizi küllerimizden her defasında yeniden yeniden doğmamızı sağlamıştır. Üstelik içinde adalet, vicdan ve dayanışma olan yetenek.

Öyle barış demokrasi, refah götüreceğim, size medeniyet getireceğim deyip de insalığı ayaklar altına alan bir yetenek değil insanlığı yücelten bir yetenek…

Bugün Ukrayna olayı göstermiştir ki hiç kimseye güvenerek bağımsız olunamaz. Ülke olunamaz. Millet olunamaz…

Bu bilinci bireyden şirketlerimize, devletimize kadar yaymalı güçlendirmeli hayatın ana itici gücü haline getirmeliyiz.

Yoksa herkes gemisini kurtarmaya, kendi faydasını korumaya çalışırsa sonuçta bu küresel sistem de herkes birisinin patronajına sığınmak zorunda kalır.
Hatta kurtardığını sandığı geminin rotasını başkaları belirler. Üstelik kendi gemisini kurtarırken başka insanları yok sayarak adaleti vicdanı katlederek.

Bugün yaşadığımız toplumsal sorunlar, ekonomik dalgalanmalar eğer kendi irademizle yaşamazsak kendi kendimizi himaye eder hale gelmezsek kocaman dünyada bir avuç kendini mutlu sanan insan gücünün iradesine teslim ederiz.

O zaman sahip olduğumuz potansiyel becerilerimizi ve yeteneklerimizi hayata geçirerek ve öncelikle dayanışarak ve hayatı paylaşmasını becererek işe başlamalıyız.

Kendimizle mücadele ederek birbirimizi yiyerek ancak başka iradelerin kullanışlı maşaları olabiliriz.