Yaşam sevinci belki de günümüzde insanların en son inandığı ruh hallerinden birisi.

Küresel iklim krizi…

Terör…

Savaşlar… ve devletlerin iki yüzlülüğü…

Salgınlar…

Yangınlar…

Tükenen doğal kaynaklar ve tüketim için insanlığını unutan insan.

En fakirinden en zenginine borç batağı ile sistemin modern kölesi olmuş birey.

Modernleşme adına vahşi kapitalizmin çarkları arasında öğütülen uygarlık…

İnsanın doğaya ve kendine yabancılaşması…

Yaşanan bütün olumsuzlukların içinde ‘’yaşam sevinci’’ başlığı ile yazı yazmam sanırım yazılarımın en hafifi olacak….

Çünkü, sistem tevazuyu, sevmeyi, incitmemeyi, doğallığı, adaleti, hak yememeyi, dayanışmayı, tamamlamayı, bölüşmeyi, yardımlaşmayı yaşam sevincinin kaynağı olacak her şeyi neredeyse aptallık olarak görmek, hafife almak üzere insanlığı   yönlendiriyor.

Çaresizliği, ne pahasına olursa olsun faydayı, ezmeyi, ezdirmeyi, kurnazlığı, hak yemeyi, edepsiz de olsa güce sahip olmayı, birbirinin sırtına basarak kariyer sahibi olmayı, itibarsızlaşma kabiliyetini meziyet haline getirmeyi, bir amacı her şeye rağmen gerçekleştirmeyi de  ilahlaştırıyor. Ödül olarak da başarıyı koyuyor.

İşte bu ortamda yaşam sevincini yazmak istedim.

Annemle beraber bahçede ekmiş olduğumuz salatalığın ilk yapraklarının topraktan çıkışı aklıma geldi.

Sonra çocukken eve gelen oğlakla dostluğum…

Yetiştirmiş olduğum horozla arkadaşlığım…

Limon ve portakal çiçeklerinin kokusu ile baharın içime doluş anlarını düşündüm, yine yüreğim seviniverdi.

Sonra limon bahçesini suladığımda gülen limon yaprakları parladıkça sanki beni kucaklayışı; aklıma geldi işte.

Yorgunluk anında çam ağacının gölgesinde içtiğim çay sanki yaşamın müjdecisi gibiydi

Sabah Akdeniz’in o berrak hali, martıların o an denize konup oluşturduğu kocaman daireler insanın yüreğini genişletirdi.

Gece cam kenarında uyurken denizin küçük dalga sesleri sevgilinin kalbe fısıldadığı şarkılar gibiydi…

Akşam gün batımında yüreğinde şarkılar, ruhunda özlemini duyduğun sevgili, gençliğin erişilmez zirvelerinde bükülmez hevesleri, hayatı sevincin merkezi yapardı.

Denizde erişilmez olarak seyrettiğim ufuklarda; Kıbrıs’a  giderken,  baktığım yerlerin ufuk arkasında kalması anında, gemide duyduğum heyecan belki de kendi sınırlarımı darmadağın ettiğim anlarımdan biriydi…

Birgün Çin’e uçakla giderken duyduğum heyecan sanki içimde keşfetme becerilerinin kapısını aralıyordu. Çünkü evimizin damında üzerimizden geçerken, merak ettiğim uçakların birisindeydim ve tam da evimizin üzerinde geçiyordum… O anı damı seyretmek yaşamımı uzaktan seyretmek gibiydi…

Belki köyden lise için şehre giderken medeniyetin koridorlarına giriyordum. Şimdi anlıyorum ki doğal yaşamın merkezinden de uzaklaşıyormuşum.

Nezihe Araz’ın Dertli Dolap Kitabı ile Yunus Emre’nin hayatını tanırken, içimdeki manevi beni de fark etmem ayrı bir sınırımın aşılması idi.

Yunus;

Beni bende demen, ben de değilim
Bir ben vardır bende, benden içeru derken…

Başka bir merakım oluştu. Onu buldukça, tanıdıkça ayrı bir sevincin de parçası oldum.

Siyah beyaz TRT Televizyonunda belgeselde Sibirya Ekspresini izlerken Orta Asya’yı merak etmiştim.

Hatta ruhum oralara gitmişti. Birgün patronum gider misin diye sorunca bir çay içimi anca düşünüp kabul etmiştim içim içime sığmıyordu.

Kazakistan’a gittiğimde oraları keşfederken, Ahmet Yesevi Hazretlerinin talebelerinin Anadolu’daki hizmetlerini düşününce, kendime yüklediğim misyonla yaşam sevincim  dünyayı saracak büyüklüğe ulaşmıştı.

Balkanlara gidişim bundan farklı değildi. Atatürk’ün Manastır’ında Mekadonya’da yediğim yemek  belki yemeklerin en lezzetlisiydi. Mekadon iş adamı ve Arnavut Meclis Başkan yardımcısı 1912’de siz gittikten sonra biz ağız tadı ile yemek yemedik derlerken ben Osmanlı’nın temsilcisi gibi kendimi hissedince elbette yaşam sevincim yerinde duramıyordu.

Üniversitede en çok ilgi duyduğum metal sanayinde iş yaşamımı geliştirmem, benim içindeki benin ortaya çıkmasında ayrı bir dönüm noktasıydı.

Altı yaşında bahçede taştan duvar yaparken anneme bu benim otelim duvarı olacak dediğim anım beş yıldızlı bir otelde genel müdürlük yaparken beni nasıl yaşam sevincime boğmazdı ki…

Çalışma hayatımdaki ekip ruhu ile çalıştığım, amatör ruhla profesyonel sonuçlar doğurduğumuz yıllar sonra kendimizden daha kaliteli ekiplerin içinden çıktığı ekip arkadaşlarımla çalışma, yaşam sevinci hikayemin en değerli köşeleri olarak hala yaşam gücümün parçaları ….

Bu arada mektuplu günler… Mektup yazmak, pastacı ve mektup bekleme, mektubu zarftan açmanın yaşam sevinci belki de heyecanların en güzeli idi…

Pandemi süresince evimizin baş kahramanı oğlumuzun kedisi Araf ile kediler dünyasını keşfetmemiz yaşam gücümüzü zenginleştiren yaşam kaynağıydı. Sonra baktım ki kedileri ve hayvanları seven insanların içinden bir insan daha çıkıyor.

Bu yaşıma geldim, yaşamı seviyorsam, yüreğimde yaşam sevinci varsa ve heyecanım dorukta ise bu yaşadıklarım, benim bugünkü hayatımı inşa eden anlar olduğunu bir kere daha fark etmişsem şu an da yaşam sevincimi hissetmem normal değil mi?…

Ve bir hayal kurdum; güneş batarken, çam ormanlarının içinde dostum denizin ellerinden tutarak yürürken içimde depreşen yaşam sevincimi sizlerle paylaşmak istedim.

Hepimizin hayatındaki depreşecek yaşam sevinçlerine bir nebze dokunmak istedim.

Ya da bugün hayatın ellerinden tutarak yarınlara götürecek yeni yaşam sevinçleri ile tanışmanız için bir katkı yapmak istedim.

Belki de yaşam sevinci yanı başımızda.

Onu hayal edelim, hayata dokunalım.

Yaşam sevincimizin kaynağı anları ve insanları arayıp bulalım. Onlarla beraber yaşamın merkezi olalım..