Yalnızlık ve Psikoloji

Abone Ol

Dünya dünden daha kalabalık! Her geçen günde daha da kalabalıklaşmaya devam ediyor. Yalnız olmamak çevremizdeki insanlarla mı ilgili?  Peki ya bu kalabalıklığın ortasında yalnız kalanlar!

Geçenlerde danışmanı olduğum bir danışanım: “ Dayanacak halim kalmadı. Etraf çok kalabalık, insanlar, gürültü!. dayanamıyorum artık bu şeylere. Ruhum sanki sıkışıyor. Bu şehir üzerime üzerime geliyor. Çevremdeki tanıdığım tanımadığım herkesten, her şeyden uzakta kalmak, yalnız olmak istiyorum.  Sadece kendimle baş başa kalmak istiyorum. Sözün özü hocam, yalnızlığı özlüyorum” demişti.  

Yalnız olduğundan şikayet eden başka bir danışanımla telefonla görüştüğümüzde: “ şu an evde tek başınayım ve sıkıntılıyım. Sanki panik durumundayım. Panik olmamın nedeni evde tek başına olmam değil, bu koca şehirde yalnız olmam. Çok korkuyorum ve bundan nasıl kurtulacağımı bilmiyorum. Bu koca şehirde yaşamama rağmen resmen rüzgarda savrulan bir ot gibiyim. Ve çok yalnızım. Korkuyorum! Gittikçe daha da yalnız oluyorum, yalnız kalıyorum!” demişti.

Danışanımla telefonu kapattıktan sonra, bu koskoca kentte insanların birbirlerine yabancılaşmalarını ve kalabalık yalnızlığının nasıl bizi ele geçirdiğini düşünürken, bir ulusal gazete, Haydar Ergülen'in bir paylaşımı dikkatimi çekti. Bakın ne diyordu?;

“Sizde fazla mavi var mı?,

Fazla bir gökyüzü,

Fazla bir cumartesi,

Fazla bir gülüş?

Sizde fazla bir hayat var mı?”

Ne güzel diyordu. Bu karmaşık, çıkar örüntüsüyle dolu yaşadığımız kentlerde ihtiyacımız olan duyguları, eksikliğini hissettiklerimizi dile getiriyordu, haykırıyordu. 

Amerika Birleşik Devletleri'nde zengin ve fakir öğrenciler arasında yapılan bir araştırmada, fakir öğrencilerdeki yalnızlık ve depresyon hissinin, zengin öğrencilerden daha fazla bulunması dikkati çekmiş ve fakir öğrencilerde görülenin, duygusal yalnızlık olduğu tespit edilmiştir. Bu tür yalnızlık, milletlerin karakterlerine göre değişmektedir. Aynı araştırmada yabancı öğrenciler de incelenmiş ve neticede, yabancıların sosyal yalnızlık içinde oldukları saptanmıştır. 

Bu araştırmanın bizi ilgilendiren kısmı şu; sosyal hayatta toplum içinde yabancı olmanın bir semptomu olan bu yaşadığımız, hissettiğimiz yalnızlık. 

Kentlerde yaşayan bizler için yalnızlık, birçoğumuzun yaşadığı, yaşamak istediği, bir kısmımızın da yaşamak isteyip de yaşayamadığı bir duygu!.

Bu kalabalık içerisinde nefes almak isteyenlerden çok sevdiğim ve saygı duyduğum bir hocam geçenlerde “küçük ev, az eşya, az insan” demişti.

Kent yaşamında kimimiz, yoğun hayat temposu, monotonlaşan hayat, iş yükü gibi durumlardan bıkmış, yalnızlığı arayan, yalnız kalıp bedenimizi ve ruhumuzu dinlendirebileceğimiz bir mekan ararken, kimimiz de koskoca şehirde, yığınla kalabalık arasında kendimizi yapayalnız ve çaresiz hissediyoruz.

Kent yaşamanın bir anlamda karanlık ve aydınlık yüzü olmuşuz. Karanlık yüzünde olanlar aydınlığı, aydınlık yüzünde olanlar ise bir süreliğine dahi olsa karanlığı arzuluyor. Bir yanda kendiyle baş başa kalmaya susamış ruhlar, diğer yanda yalnızlıktan şikâyetçi insanlar!

Burada “yalnızlık sendromu” dediğimiz bir duygu durum bozukluğu da oluşabiliyor kimi bireylerde. Yalnızlık sendromu, kişinin günlük hayata motivasyonunu engelleyen depresif bir halidir. En belirgin duyguları, kendini değersiz hissetme ve koyu bir mutsuzluk duygusudur.

Yalnızlığı aşmanın yanıtı, “neden nefes aldığımızın farkına varmak” başta olmak üzere, yaratıcı ve amaçlı olmakta yatmaktadır. Yalnızlık, zaman denen çok değerli hazineyi etkin ve ekonomik kullanmakla aşılabilir. İnsan yalnız doğmakta ve yalnız ölmektedir. Doğumla ölüm arasındaki geçen, yaşam dediğimiz zaman süreci içindeki kurulan dostluklar, arkadaşlıklar, bir sürü kalabalık eğer içlerinde üretkenliği barındırmıyorsa, birey yine doyumsuz ve yalnız kalmakta ve kalabalığın içinde kendini çaresiz hissetmektedir.

Her şeyin belki de belli oranda yaşanmasıdır güzel olan. Yalnızlık da aynen öyle bir duygudur işte. Belli bir oranda, kıvamında yaşandığında yalnızlıkla ilgili şikâyet eden göremeyiz.

  Sağlıklı yalnızlık, insanı iç dünyasına yönlendiriyor. Kişi yalnız kaldığı zamanlarda hayatını, hayattaki gidişini, artılarını-eksilerini, kaybettiği değerleri fark edebiliyor. Zamanın akışına kendisini kaptırmaktan ve günübirlik yaşamaktan sıyrılarak hayata daha anlamlı bir şekilde bakabiliyor. Kısacası, yalnızlık dengeli yaşandığında raydan çıkan hayatımızı ve düşüncelerimizi tekrar rayına oturtacak zemini bizlere sunuyor. Bu duyguda denge sağlanamadığında ise psikolojik hastalıklar meydana çıkıyor. Aşırı yalnızlık insanda olumsuz düşüncelerin yeşermesine çanak tutarken, yalnız kalamamak ise insanı depresyona sürüklüyor.  

Kent yaşamında, yalnızlığı arzulayan ya da yalnız kalan “bizlere” baktığımızda çözüm; insanların tecrübe etmekte olduğu ve çoğu zaman bilinçsizce özdeşleştiği "benlik" durumlarını bir kenara bırakıp, bunları aşan ve benlik durumlarına "göre" değil, onlara "rağmen" kişinin kendi üzerinde bilinçli farkındalıkla çalışabileceği bir varoluş imkânını hatırlatmayı hedeflemek olabilir. Yalnızlık yaşayan insanın otomatik olarak dış dünyaya ve dışsal olana odaklı seçici dikkatini, kendi içine ve sürekli tekrarlayan mekanizmasına yöneltmesini sağlamalı böylece bireylerin farkındalıklarını artırmalıyız.

Yalnız kalmak isteyenler ya da yalnız olduğundan şikayet edenler, kendinizi ve çevrenizdekileri; hakikatleriyle tanımlamaya çalışmalı ve buna uygun bir perspektif ve taşları bu hakikatin prensiplerine göre doğru yerlere oturtulmuş bir insan anlayışı üzerinden ele almak faydalı olacaktır.

 

Mehmet Alper YOLCU