Olmak istediğim yerle, ölmek istediğim yerin aynı olduğunu anladığımda düştüm içimdeki boşluğa. Bu aralar sık sık gidiyorum topumuzun kesildiği zamanlara. Oralarda bir şey arıyorum ama ne? Yerine oturmuyor içimdeki çocukla aklımdakiler. Yaptığım en doğru şeydir belki de kendimi saatlerce dinlemek. Dikkatimi çeken bir şeyi veya duyduğumda üzerine saatlerce düşündüğüm bir bilgiyi özümsemek benim maharetim. Ya da cezamdır bu huyum kim bilir? Hep iyi şeyleri düşünmüyor ki kalp, bir haksızlığa günlerimi veriyorum mesela. İşte o zamanlar hafızam ıstırabı oluyor kalbimin. Detaylarda debelenmek bazen işe yarasa da bazen işi oluyor insanın.

Bugün de şu dev tespite takılı kaldım. “Anne babanın arasındaki ilişki, bir çocuğun üçüncü ebeveynidir.” Ne kadar kapsamlı bir söz benim için. İmkânım olsa çocukken sorulan: “Anneni mi daha çok seviyorsun, babanı mı?” sorusuna, “Aralarındaki ilişkiyi seviyorum.” demek isterdim. Ki severdim de ama bu sözle yeni karşılaştım ve geç kaldım. Sizi tamamlayan sözleriniz vardır mutlaka, yoksa olmalı! Bazı işaretler hayatın içine saklanmış, bizim onları bulmamızı bekliyor bence. Onları fark etmeden geçmek de fark edip hafiflemekte bizim elimizde. Hayatı, kaderi, başkalarını suçlamak her zaman en kolayıdır fakat bu suçları aklayıp yüzleşmek bizi yükümüzden kurtarır. Oysa ben suçlamaktan çok suçlandım içten içe. Özlemekten suçlandım, beklemekten suçlandım, yaşamaktan suçlandım. Küçük bir çocuk gibi tutturmak istedim çoğu zaman. Diretmek istedim eskiye dönmek için. Ama öyle olmayacağını soğuk benizlerin, ifadesiz bakışlarında gördüm. Ve daha bugün anlıyorum üçüncü bir ebeveynimin olmadığını. İşte bu yüzden vazgeçiyorum çocukluğumdan. Bir de çocukluğumu saklayacak kimse kalmadığından...

Ben bilmediğim bir şeyle karşılaştığımda bilmiyorum deyip geçemedim hiçbir zaman, onu öğrenmenin yollarını aradım. Çünkü bana gösteren olmadı. Bana yaşamayı öğretmelerini bekleseydim, muhtemelen kendi hayatlarının artıklarına kalacaktım ve bu benim hiç tercih edeceğim bir yol olmayacaktı. Sorumluluk almayı, karar vermeyi, tercih yapmayı çok acımasız bir yaşta öğrendim. Ve anladım ki hayatımızda belirleyici olan şey; yaptığımız tercihlerdir. Eğitim hayatın için yaptığın kurtarıcı tercihlere benzemiyor bu. Öyle bir tercih ki, muhakemesini yapıyorum her gece. Adalet o gün katılmadı mahkemeye. Hâkimde biliyordu, mübaşirde; kâtipte biliyordu avukatta, hiç adil bir soru değildi bu! O dört duvar arasında çocukluğumu kaybettim ben. Meraklı bakışların altında sıradan bir akraba sormadı bana o soruyu. “Anneni mi daha çok seviyorsun, babanı mı?”

Küçük çocuklara fıtratın gereğiymiş gibi bu soruyu her sorduğunuzda; soğuk terler döken birileri var. Sormayın, duymasın hiçbir çocuk bu soruyu… Her duyduğumda ağladığım bir cevap bu. İlkokulda okul bahçesinde, ortaokulda koridorda, lisede rehberlik odasında görüştüm tercih etmediğimle. Demem o ki, “Her tercih bir vazgeçiştir.” sözü gerçek. İki şık arasında kaldığınızda, benim canlı tercihimi hatırlayın. Tercih yapmak zorunda olmayacağımız yarınlara…