Düğün adetlerimiz, eğlence ortalarımız ve ezgilerimiz sürekli değişmektedir. Önceden ruhumuza gönlümüze hitap eden ezgiler yerini gürültülere, içkili danslı mekânlara terk etti. Genç kızlarımız artık türkülerle eğlenmek yerine pop müzikleriyle, cazlarla ve dilini hiç anlamadıkları yabancı müziklerle oynamaya başladı. Halayın, barın, kaşık oyunlarının yerini rep, göbek dansı, mezdeke, samba gibi bize hiç mi hiç hitap etmeyen, bünyemize uymayan danslar aldı.
Çağın getirdiği yeniliklere modernleşme adına Konya da yavaş yavaş ayak uydurmaya başladı; hatta bu konu da çağ atladı. Mesela Konya düğün yemekleri önceden sofralara oturulur, herkes aynı kaptan yerdi. Şimdi ise bu kural büyük şehir merkezinde değişmeye başladı. Herkese tek tek tabaklarda ikram edilme yoluna gidildi. Önceden insanlar kibirlenmiyorlar, aynı tabaktan yemek yiyorlardı. Şimdilerde ise gençler, "içim almıyor, canım istemiyor" bahanesiyle sofraya oturmaktan içtinab ediyorlar.
Konya'da unutulan ya da unutulmaya yüz tutmuş düğün adetlerinden biri de "okuntu" dur.
Okuntu; okuma fiilinden türetilmiş davet etme, çağırma anlamında olan bir kelimedir. Türkü Okuma, Ezan Okuma gibi tabirler halen kullanılır. Okuntu ise düğün sahibinin düğüne katılmasını istediği kişilere verdiği davetiyeye denir. Bunların yazılı belgeler olması gerekmez. Düğün sahibinin maddi gücüne göre ve çağrılanın yakınlık derecesine göre okuntunun değeri değişir. Bu okuntu yağlıktan (mendil) tutunda peşkir (havlu), başörtüsü elbiselik bazen veya şalvarlık kadifeye kadar değişir. Bu uygulama Çumra ve köylerinde hâlâ uygulanır.
Düğüne gelenlerde ellerinde okuntu (atkılık) dedikleri hediyeleri ile birlikte gelirler. Bu okuntuların ebadı ve fiyatı da yakınlık derecesine göre değişir.
Düğün sahibi, öncelikle hısım akrabalardan başlayarak bütün köy halkına, civar köylere, ilçe merkezine giderek eş-dostlarına okuntu verir, "filan akşam kınamız, filan gün nişanımız var ve filan gün sünnet düğünümüz var, buyurun gelin." derlerdi.
Okuntu daha çok hatırı sayılır kişilere verilirdi. Düğün sahibinin fek fazla muhabbet beslemediği kimselere sözle" davet edilirdi. Uzakta yakın akrabalar telefonla düğüne çağrılır, geldikleri zaman okuntusu eline verilirdi.
Okuntular genelde havludan yapılırdı. Önceleri sadece havlu verip "buyurun gelin" derlerken, günümüzde havlunun kenarına üzerinde adres, kına gecesi, düğün ve gelin almanın yer ve zamanını bildiren küçük bir kağıt iliştirilir. Bu kâğıtlar ya bastırılır ya da fotokopilerle çoğaltılır.
Okuntularda havlu, baskın özelliğini korumakla birlikte yerini yazmalar yavaş yavaş terk etmeye başladı. Düğüne yakın yüzlerce başörtü veya yazma alınmakta, bunların bir kısmı okuntu olarak dağıtılmakta fazlası ise gelin almaya gelen taksilerin aynasına bağlanmaktadır. Yine yazmalardan çevresi oyalı olanları yakın akrabalar ve hatırlı misafirlere takdim edilir.
Okuntu için ayrılan kenarları oyalı yazma ve havlulardan bir kaç tanesi gelini almak için gelen düğün alayının bayrağına bağlanır. Bu olay şöyle gerçekleşir:
Bayrağı genelde gençler taşır. Gelin arabası kapıya yanaşınca onlarda arabalarından atlayarak avlu duvarının çatısına çıkarlar ve bayrağı dikerler. Hediyelerini almadan da oradan inmezler. Hediyeleri ise bayrağa bağlanan başörtüler ve havlulardır.
Okuntu gitmeyen ya da unutulan kimseler bazen düğün sahibine gönül koymakta, başka bir düğünde karşılaştıkları zaman hemen laf çarptırır: "Gız Hava, bizi niye düğüne çağırmadın? Çok yer diye mi korktun"
Eski düğün sahibi; "A Hafize Bacı, düğün telaşası işte. Valla başım kalabalık oldu, hay huya daldık. Ne olur kusura bakma" diyerek gönlünü alır.
ANUŞ GÖKCE