“Oyalı yazma başında” türküsü Ankara yöresine ait olarak merhum BayramAracı tarafından Türkü kültürümüze girmiş olsa da yazma, Anadolu’nun Konya, Yozgat, Niğde, Kayseri ve Tokat illeri hanımlarının çok rağbet gösterdiği bir başörtüsü idi.

Bundan 50 yıl önceleri yani 1960, 1970’li yıllarda çok rağbet gören bir sanat idi yazmacılık. Köylülerin ve şehirde orta ve ileri yaşlarda olan Konya hanımlarının başlarına örttükleri yazmanın üretimi Konyamız’da da yaygındı.

Yazmanın genelde bizim köylüler tarafından yapılması da ayrı bir güzellikti. Köylülerimizden Çemberciler ya da Çelikler diye bilinen, Konya tuhafiyeciliğinde söz sahibi olan merhum İbrahim Çelik amca vardı. Daha sonraları İbrahim amcanın kayın biraderi bizim de köyde yakın komşumuz olan babamın can arkadaşı merhum Çemberci Mehmet Yetişmiş amca ile benim yaşıtım ve daha küçük çocukları da bu mesleği uzun süre Gazanfer mahallesindeki evlerinde devam ettirdiler. Bir odasını bu iş için ayırdıkları evde hem baskı yaparak hem de Modern Vakıf Çarşısı’nda açtıkları dükkânda yazmaların satışını yapmaya uzun süre devam ettiler.

Şimdi Konya’da bu işi yapanın kaldığını zannetmiyorum. Gerek merhum Çelik İbrahimi amca gerekse kayın biraderi, köyümüzde Çakaloğlu namı ile bilinen Çemberci Mehmet Yetişmiş amcanın vefatı sonrası çocukları bu işi devam ettirmediler. Oğulları Hüseyin akranım, genç yaşta merhum olan oğlu harita mühendisi Mustafa Yetişmiş ve bu çember baskı işlerini evde yürüten Ali Yetişmiş’in de vefatı sonrası artık bu iki ailenin de işi bırakması ile sanat sona erdi Konya’da. Konya bu işleri başka yapanlar var mıydı pek bilmiyorum.

Bilhassa Çemberci Çakaloğlu Mehmet amcanın daha 1960 öncesi Konya’ya göç etmeden köyde bu işlerle uğraştığını hatırlıyorum. Köyde arkadaşım olan oğlu Hüseyin’in, köyümüzde bol olan dut ve dişbudak ağacından bu sanatın baskı kalıplarını oyarak yapmaya çalıştığına şahit olurdum. Bu kalıplar genelde ıhlamur ağacından olurmuş. Boyayı tutup basılan beze renk çıkarması için. Bizde ıhlamur ağacı yoktu, onun için dut veya dişbudak ağacından yaparlardı. Halen hayatta lan arkadaşın Hüseyin madenciliğe merak sardı ve uzun yıllar Merhum Seyit Küçükbezirci ağabeyim ile dağ taş köy kasaba demeden birçok araştırmalar yaptılar ve çoğunda da başarılı oldular. Merhum Seyit ağabey ile benim tanışmam da bu sebeple olmuştu. Ayrıca bu mesleğin imalat ve satışını yapan köylülerimiz vardı. Mecidiye hanı civarlarında. Salih yeğenoğlu. (Savak Salihi) Muammer Sarıgül. Amcaları da unutmanak gerek.

Yukarda çalık çemberlere rağbetten kısaca bahsetmiştim. Bizim köyümüz ve civarındaki dağ köylerinde hanımlar siyah zemin üzerine beyaz kalıp ile vurulan nesneye baş çalığı, beyaz zemin üzerine kenarlarına renkli baskı ile yapılan çemberlere namazlık derlerdi. Siyah çalık üzerine örtülene ise başörtüsü denirdi. Ayrıca daha büyükçe yapılan parçalara sofraaltı denirdi. Yemekte sini altına serilir yahut masa örtüsü olarak da kullanılırdı.

Başındaki yazmanın üzerine bilhassa Konya’nın yaşlı hanımları, köylerde birçok kadın, namazlarda düğün dernek veya mevlit gibi merasimlerde her zaman bu çemberleri örterlerdi. Bu çemberleri kim başına alırsa onu nur yüzlü gösterirdi.

Şimdi bu işlerin Tokat ilimizde yaygın olduğunu biliyorum. Yakın zamanda iki defa gitme fırsatı bulduğum Tokat’ta çok gördüm, hatta gezi arkadaşlarımızla bu mamullerden hepimiz hediye olarak aldık. Tokat ili bu baskı mamülü çalık çemberin tescilini de almış. Tokat’ta büyük bir hanı bu işler için tahsis etmişler ve halen çember yazma baskısı yapılmaya devam edilen atölye şeklinde küçük işletmeler var. TYB Konya Şubesi olarak bir ziyaretimizde Pazar tatil günü olmasına rağmen bizler için dükkânların birçoğunu açmışlardı.

Eskiden de benim küçüklüğümde köyümüzde kadınların şehre giderken evin erkeğine “Baş çalığım eskidi, birkaç tane Tokatlı çalığı al gel herif” dediklerini hatırlıyorum. Tokat’ta bu sanatın köklü bir yeri olduğunu gösteriyor.

Ayrıca bu kara çalığının haricinde Köyümüzde bilhassa genç gelinler ve orta yaş hanımların baş çalığı yerine kırmızı bir eşarp veya yine İstanbul mamulü sayılan içi dolu baş çalığı bağlayıp üzerine içi dolu denen İstanbul’dan gelen hürriyet yazmasını örtü olarak örterlerdi. Başından kalçasına kadar inen bir örtüydü. Bu giyim de genelde günlük değil düğünlerde tercih edilir ve zengin işi olduğundan her evde bulunmazdı. Fakir kızlar da bir komşusundan ödünç olarak alıp örtünürler gençlik sefası sürerlerdi. Eskiden komşuluk ilişkileri çok sıkı, çok sağlamdı. Sevginin saygının hâkim olduğu komşuluk ilişkilerinin yeniden hayat bulması mümkün mü bilmiyorum ama bu arzuyu içimde hep hissediyorum.