Unutamadığım yaz ve kış Ramazanları

İftarda bulgur pilavı ayran var ise tatlı

Sahurda erişte pilavı kayısı erik hoşaflı

Öyle hoş kaşıklardık ki bolca iştahlı

Sende hatıram çok var Şehr-i Ramazan

Eski Ramazanlar nasıldı diye soruyor gençlerimiz, biz yaşlılara. Nasıl anlatayım o yokluklu ama sevgi, saygı maneviyat dolu eski Ramazanları. Şöyle bu yıl orucun ikinci günü iftarını ailemizin bir kısmı ile yaptık. Çocukların “Dede, eskiden ramazanlarda nasıl olurdu neler yerdiniz? Bundan daha mı iyiydi?” sorularına muhatap olunca eski hatıralarım canlanıverdi zihnimde.

Eskiden her şeyin bereketi boldu. Teknolojik aletler yoktu, kara saban ile ekilip dikilirdi ama şükür ve kanaat vardı, hırs yoktu. Fakir fakirliğini bilir şikayetçi olmaz, zengin de varlığını bilir şükreder, asla fakirlere tepeden bakmaz birbirlerine hitapları bile saygı sevgi çerçevesinde olurdu. “Ali efendi, Mehmet ağa, Ayşe yenge Fatma aba” gibi hürmetli ve sevecen olurdu.

Ücretle davul çalma işini üstlenmiş olan davulcu, vazifesini yapmak için çabalar asla kara kışta “Bugün tipi var davul çalmayayım” demezdi. Köylerde elektrik yoktu. Her evde mutlaka bir köpek vardı. O’nun korkusu ve karanlığın verdiği ürperti ile biz çocuklar, uykudan feragat eder davulcu beklerdik pencerede. Güm güm sesleriyle nasıl heyecanlanırdık.

Bir gece davulcu geldi. Dışarıda öyle bir soğuk var ki tükürük bile havada bilye olur. Davulcu Ismayıl emmi, oğlunun elinde bir fenerle kat kat yamalı elbise giymişler. Fenerin ışığı söndü sönecek. Ay ışığı biraz fayda ediyor ki Ismayıl emmi bizim eve doğru bakarak “Osman Osman!” diye babama seslendi. Ben de sevinçle “Baba bab,a davulcu sana çığırıyor” dedim. Babam “Buyur ağa” dedi. “Yahu soğuktan şu meret (davul) ötmeeyor tap tap edip duruyor. Soba yanıyorsa, ev müsaitse davulu bir gızdıralım” dedi. Babam merhum da “Gel ağa gel müsait” dedi. Ben sevinçle kapıyı açtım davulu sobanın yanına tutarak ara sıra sesini kontrol ederek ısıttı. Benim davula dokunmak istemem de hoşuna gitti, “Haydi adaşım, ikimiz çalalım davulu” diye espri yaptı. Evin önünde davula iki tokmağı ancak vurup soğuktan eve zor kaçtım. Hatıra kaldı o yıldan yıl 1950-1951 filandı.

O yılların ramazan ayları tatlı olurdu. Bilhassa biz çocuklar için gece davulcuyu, akşam iftar topunun patlamasını seyretmek çok keyifliydi. Soframız zengin olmazdı. Hep kışlık kurutulmuş gıdalar yerdik. Salatalık, domates ne gezer. Adı ancak masallarda geçerdi. Bizler büyüdük okullu olduk. Ailemiz fakir evimizde çift sürmek için bile iki öküz yok. Tek öküzü olanlar ile değişerek ekin ekerdik. Köyde, gurbette ve Konya şehir merkezinde yaşadığım birçok hatıram var da hepsini anlatmaya kalksam kitap olur. Bazılarını hiç unutamıyorum onlardan bir kesit sunayım size.

Okulu 1957’de bitirdim. Aile bütçesine katkı olsun diye kışlık yazlık olarak Köyün iki dönemlik sığır sürüsüne çoban oldum. Artık ramazan, eylül-ekim aylarına denk geliyor. Yaşım küçük, cürümüm yok, çobanlıkta zorlanıyorum.

Arkadaşım eski tecrübeli çoban Ramazan emmiydi. Köye 5-6 km kadar uzakta yayıyoruz sığırları. Dedim ya eskiden kışlar erken gelir, kar yağar uzun süre kalkmazdı. Yine böyle bir Kasım ayı sabahtan çok sıcak bir hava var öğleye doğru hava bulandı, kış havasına büründü ortalık. Ben acemi çobanım. Köy uzak, eski çobanın yanına vardım “İramazan emmi, gar yağacak gibi sanki haydi gidelim köye” dedim. Adam beni hiç gaileye almadı “Ne garı beh! Daha şimdiden gar mı yağar, erkenden gidersek ablalar döver bizi, sığırı niye erkenden alıp geldiniz diye” dedi. Ben sesimi kestim, başka bir çarem yok. Aradan 20 dakika yarım saat geçti bir kar başladı ki lapa lapa (Bizde bu kar yağışına öksüz oğlan yaması gibi derler) İramazan emmi biraz ikna oldu, köye doğru yöneldik. Tam ormanı terk edeceğiz kar yağışı durdu. Emmi bana kızar gibi “Çevir şu sığları geri” dedi. Çevirdim ayni geldiğimiz kadar geri gittik, mallar yayılmıyor. Zaten güz mevsimi eve gitmeye hevesliler, ama biz salmıyoruz.

Derken kar tekrar aynı hızla yağmaya başladı. Yine duracak diye biz biraz daha oyalandık kar ayaklarımızı çevirdi. Yola düştük daha köy yolu yarı olmadan kar 15 santimi buldu. Ağzımız oruç, yol uzun, kar kış soğuk. İramazan emmi sürünün önünde ben ardını topluyorum ufaklar dağda yolda kalmasın diye. Köye artık yaklaşmıştık ki mezarlıklarımızın arasında uzun bir dik yokuş var (Devrek) orada kaldım. Ne kadar kaldığımı bilmiyorum Anacığımın sesi geliyor “Ismayıl ısmayıl nerdesin guzum?” diye, “Buradayım” demeye dermanım yok.

Anam yanımdan geçti beni göremedi. Heyecan, korku ve telaşla. Çünkü üzerimi kar bürümüş sanki orda bir taş gibiyim. Arkadaşım İramazan emmi “Mezarlıkların arasına kadar geldiğini gördüm” demiş. Anacığım tekrar seslenerek geriye döndü. Yanıma gelirken ben karın altından çıkmaya çalıştım, beni gördü anacığım, üzerimi temizledi, sırtına beni yüklendi. O yokuşu çıktık. “Ana biraz duralım” dedim bir kayanın altında dinlendik evimize geldik ertesi gün sığır gitmedi anam İramazan emmiye bir hayli sitem etti “Sana çocuğu emanet ettik insan bir bakmaz mı ya çocuğum orda boğulsa bir yerden düşse” diye.

Bir de Konya’daki yaz Ramazan anımı anlatayım. 1982-198’ lü yıllar. Mübarek ay tam yazın ortalarına geliyor. Toptancılarda bir firmada çalışıyorum. Bir akşam eve gelirken komşumuz olan bir dükkânda tahin gördüm. Canım çekti 2 kilo aldım. Akşam iftarı yaptık gece sahurda aklıma geldi hanıma dedim ki “Tahin almıştım, pekmez varsa karıştır canım çekti yiyelim” dedim. Yaptı, iştahla fazla yemişim galiba sahur sonu bir saat kadar yatıyorum. Sabah bir de kalktım ki, tahin yakmış susuz yanıyorum adeta. Allah’ım sabır ver” dedim. Firmanın aracını kullanıyorum akşama kadar çarşıda esnafa mal dağıtıp tahsilât yapıyorum, işim bu. İşyerine vardım içim yanıyor bodrum kata indim boş çuvalları altıma serip yattım patrona ben bugün hiç çalışamayacağım, vaziyet böyle böyle dedim. O da makul karşıladı, hatta “Yiyiver bugün orucu” dedi” Olmaaaz” diye itiraz ettim. O gün akşamı nasıl yaptım bilmem eve beni araçla öbür çalışan arkadaşım getirdi. Evin önünde bir başka pikap araç var. Komşularım gelmişti. Hepsi ile çok samimi idik. “Hayrola?” dedim, “İsmail abi bugün Çayırbağı’nın su çıkan yerinde iftar açacağız, herkes gitti biz de seni almak için bekliyoruz” dediler. Onlara durumu anlattım “İyi ya işte tam soğuk bolsuyu içersin” dediler. Allah hepsinden razı olsun iftarı orada açtık, ben su kaynağının üzerine bir eğildim zor ayırdılar. Allah’ım kimseleri açlık ve susuzlukla terbiye etmesin. Selam ve dua ile, hayırlı Ramazanlar.