Hüseyin Cemil Meriç (12 Aralık 1916; Reyhanlı, Hatay - 13 Haziran 1987, İstanbul), Türk yazar, çevirmen, düşünür ve sosyolog.
Başta dil, tarih, edebiyat, felsefe ve sosyoloji olmak üzere sosyal bilimlerin birçok alanında araştırma yapmış ve yazılar kaleme almış bir düşünce adamıdır. Telif ettiği 12 eseri ve tercümeleriyle Türk edebiyatında önemli bir yeri olduğu kabul edilir. Sosyoloji profesörü Ümit Meriç’in babasıdır.
13 Haziran 2023. Hüseyin cemil Meriç’in ahirete göç edişinin 36.yılı. Rahmet ve minnet anıyorum. Bugünkü yazımı rahmetli üstadın seçme sözleri ile tamamlıyorum. Ruhu şad mekânı cennet olsun.
***
Kitap bir limandı benim için… Kitaplarda yaşadım ve kitaplardaki insanları sokaktakilerden daha çok sevdim.
Çok zaman kaybettik. Çok zaman ve biraz da ümit. Yaşamak bu galiba…
Açılmayan bir kitap gibiyim. Küskün ve biçare…
Aydınların aydınlatılmadığı halkı, soytarılar aldatır.
Sana kızmıyorum. Sen bu kadarsın. Bilmeliydim.
Çıkar konuşunca, vicdan susar.
Kitaptan değil, kitapsızlıktan korkmalıyız.
Hangi beste sözün musikisiyle, sözün füsunuyla boy ölçüşebilir.
Mütercim, mutlak’ı arayan bir çılgın, ‘felsefe taşı’nı bulmaya çalışan bir simyagerdir.
Duygunun asaleti, kuvvet ve isabetindedir.
Aldatmayan tek sevgili var dünyada: mutlak güzel.
Meçhule açılan bir kapıdır kitap. Meçhule, yani masala, esrara, sonsuza.
Tarihimiz, mührü sökülmemiş bir hazine.
Her büyük adam kucağında yaşadığı medeniyetin üvey evladıdır.. Zira o başkalarının veya geleceğin çocuğu, kendi medeniyetinin değil.
Aydın olmak için önce insan olmak lâzim. İnsan mukaddesi olandır. İnsan hırlaşmaz, konuşur, maruz kalmaz, seçer . Aydın kendi kafasıyla düşünen, kendi gönlüyle hisseden kişi. Aydını yapan; ‘uyanık bir şuur, tetikte bir dikkat ve hakikatin bütününü kucaklamaya çalışan bir tecessus..
Hayat herkesin yaşadığı, kimsenin yaşamaktan hoşlanmadığı komedya.
Gerçek hükümdarlar, ebedi hükümrandırlar. Hazineleri yağma edildikçe zenginleşirler.
Sağ ve sol: anladım ki bu iki kelime, aynı anlayışsızlığın, aynı kinlerin, aynı cehaletin ifadesidir
Her yüzyılda birkaç kişi düşünür, diğerleri ise onların düşündüğünü düşünür.
Birbirini bütün tedaileriyle karşılayan iki kelimeye ne aynı dilde rastlarsınız ne iki ayrı dilde.
Dahi, münzevi bir yıldız; anasız doğan çocuk, anasız doğan ve zürriyetsiz ölen. Zirveden zirveye akseden şarkı.
Yemin ederim ki, dünyanın bütün toprakları bir tek insanın kanını akıtmaya değmez.
Gitmek, kaderin hatalarını düzeltmektir.
Gençliğim ahlaksız bir vadide akan başıboş bir ırmaktı.
Korkunç bir tehlikenin arifesindeyiz. Çatışan milletlerle sınıflar, gelişen teknik: uçuruma açılan iki ray. Dünyamız hiçbir zaman, birleşmeğe bu kadar yakın, birlikten bu kadar uzak olmamıştır.
Müslüman’ım, Müslüman bir çevrede doğdum. Ancak ne kadar inanıp inanmadığımın cevabını mahşer günü bilebileceğim.
Çatışmasız toplum beraber otlayan, beraber geviş getiren adsız bir sürü.
Avrupalı dostları, acıyarak baktılar ihtiyara, ve kulağına: “Hayır delikanlı”, diye fısıldadılar, “sen bir az–gelişmişsin.
Hiçbir zafer umulanı vermez ve hiçbir yenilgi mutlak değildir.
Batı tarihindeki her kepazeliği yüceltirken, kendi geçmişimizde karşımıza çıkan minnacık kusurlara takılıp kalıyoruz. Bu ne şuursuzluk! İslamiyet bir yerde insaftır. İnsafını kaybedenler hiçbir hakikati bütünüyle kavrayamazlar.
Bilgi, sonu gelmeyecek olan bir fetihtir.
Murdar bir halden muhteşem bir maziye kanatlanıp uçmak gericilikse, her namuslu insan gericidir.
İrfan, kemale açılan kapı, amelle taçlanan ilim.
Kendini tanımak, marifetlerin marifeti.
İnsanlık daima kötü oyuncaklar peşinde koşan bir çocuk.
Olgunlaşmak kalbin daha hassas, kanın daha sıcak, zekânın daha işlek, ruhun daha huzurlu olması demek.
Bu memlekette sağcı-solcu, ilerici-gerici yoktur, bu memlekette namuslular ve namussuzlar vardır.
Düzgün bir insan olmak, samimi bir Müslüman olmakla başlar. Olympus’un çocukları Hira dağının evlatlarını kabul etmezler.
Vakit geçmiyor diye şikayet ederiz. Neyin geçmesini istiyoruz? Hayatın. Ve hepimiz ölümden korkarız.
Mahalle kavgaları, tefekkürün zirvelerine ulaşmamalı.
Okumak, iki ruh arasında âsıkane bir mülâkattır.
Semavî kitapların emri: "öldürmeyeceksin". Hristiyan Avrupa, en sefil çıkarları için dünyanın bütün Mandarenlerini öldürdü ve öldürmeye hazır. Goethe: "ya örs olacaksın ya çekiç" diyor. Şark, Sadi’den Gandhi’ye kadar aksi kanaatte: "yemin ederim ki, dünyanın bütün toprakları bir tek insanın kanını akıtmaya değmez." Kim haklı?
Her iktidara geçen, kendinden önce yapılanları bozmakla işe başlıyor. Maiyetindeki memurları değiştiriyor. Yükselebilen ancak dalkavuklar. Herkes devletin sırtından refah elde etmek peşinde. Emeğin hakkını vermek, memurları oradan oraya nakletmemek, halk nazarındaki itibarlarını yükseltmek lâzım.
Acıları dev aynasında büyüten rezil bir hassasiyetim var.
İnsanlar hür doğarlar, eşit haklara sahiptirler; hiçbir hülya bana bu kadar çocuksu, bu kadar anlamdan yoksun gelmemiştir.
Meçhule açılan bir kapıdır kitap. Meçhule, yani masala, esrara, sonsuza.
Yaşamak, yaralanmaktır. Yaralanmak da güzel.
İnsanlar hür doğarlar, eşit haklara sahiptirler; hiçbir hülya bana bu kadar çocuksu, bu kadar anlamdan yoksun gelmemiştir.
Zindanıma geldiğin zaman iki yol vardı önümde: cinnet ve ölüm. Sen üçüncü oldun.
Cinayete ses çıkarmayan canının suç ortağıdır.
Kahramanlık, hatada ısrar etmemektir.
Güneş ülkeleri aydınlatır, sözler milleti.
Dahi, munzevi bir yıldız; anasız doğan çocuk, anasız doğan ve zürriyetsiz ölen. Zirveden zirveye akseden şarkı.
Kendini tanımak, marifetlerin marifeti.
İmânsız ve idealsiz nesiller türettik. Pusuda bekleyen yabancı ideolojiler setleri yıkılan ırmaklar gibi yayıldılar ülkeye.
Bu çökmeye hazır medeniyet üç sütun üzerinde duruyor; süngü, açlık, fuhuş.
Bilgi, sonu gelmeyecek olan bir fetihtir.
Ortada bir pasta var sağdan yiyene sağcı soldan yiyene solcu demişler.
Vakit geçmiyor diye şikâyet ederiz. Neyin geçmesini istiyoruz? Hayatın. Ve hepimiz ölümden korkarız.
Murdar bir halden muhteşem bir maziye kanatlanmak gericilik ise her namuslu insan gericidir.
Mahalle kavgaları, tefekkürün zirvelerine ulaşmamalı.
Zafer sabahlarını kovalayan bozgun akşamları. İhtiyar dev, mazideki ihtişamından utanır oldu. Sonra utanç, unutkanlığa bıraktı yerini, “Ben Avrupalıyım” demeğe başladı, “Asya bir cüzzamlılar diyarıdır.”
Okumak, iki ruh arasında âsıkane bir mülâkattır.
Kıt’aları ipek bir kumaş gibi keser biçerdik. Kelleler damlardı kılıcımızdan. Bir biz vardık cihanda, bir de küffar…
Yaşamak, yaralanmaktır. Yaralanmak da güzel.
Ulu çamlar fırtınalı diyarlarda yetişir.
Baki selamlar.